Yarıkkaya Efsanesi

İskenderun, ülkemizin günlük yaşamını, önemli ölçüde doğal olaylara ve iklime göre belirleyen ender yörelerinden biridir. Her mevsiminin dikkat çekici en az bir özelliği vardır. Yazın bunaltıcı sıcağı, kışın ılıman havası, bahar aylarının güzel havası, yolu İskenderun’a düşenin ilk izlenimlerinden birini oluşturur.

İskenderun’un oldukça çok bilinen, yerel, gizemli bir fırtınası vardır. Adı: ‘Yarıkkaya Fırtınası’dır. Burada, bir parentez açmak ve Bilge Umar’ın “Türkiye’deki Tarihsel Adlar” kitabının sayfalarında bir gezinti yapmak istiyorum. Umar, Amanos, adının ‘Amana”’ olduğunu Hellen ağzında ise Amanos olarak geçtiğini yazıyor ve ekliyor: Bu adın, hem Amana, hemde Ammana biçiminde, Hitit belgelerinde anıldığını, Amana, ama(wa)na (Ana Tanrıça-ülkesi) parçalarından türetildiğini belirtiyor. Yarıkkaya Fırtınası; karadan denize, Amanoslar’dan körfeze doğru esen şiddetli bir kasırgadır. Yarıkkaya; İskenderun körfezinin doğusunda , Amanos dağında, İskenderun’un en önemli doğal bir simgesidir. İskenderun’da yaşayan, Nusayriler, buraya, “Şakkit Ali”( Zülfikar’ın düşüp yardığı yer) demektedirler. Coğrafya olarak; İskenderun, Yarıkkaya ile körfez arasında adeta sıkışmış vaziyettedir. İskenderun’da kuvvetli her fırtınanın Yarıkkaya’dan geldiğine inanılır. Rüzgarı üflediğinde önüne kattığı her şeyi uçurup bırakan Yarıkkaya fırtınası; yaşamın bir parçası olmuştur İskenderun’da. Türkülerde, şiirlerde, romanlarda, efsanelerde, anılarda, haberlerde velhasıl her İskenderun adı geçince ondan da söz edilir. Adı geçmezse, eksik anlatılmıştır. Fırtına, öyle birdenbire esmez, önce selam, sonra uyarı. Saatte yüz kilometrenin üzerine çıktığı çok olur. Engel tanımaz. Fırtınanın kimi olası etkilerine göz atılacak olursa; yolda giden tırların devrildiği, büyük çam ağaçlarının kökünden yıkıldığı, elektrik direklerinin düştüğü, hasar gördüğü ve elektriklerin kesildiği, evlerin çatılarının uçtuğu, sinyalizasyon direklerinin yıkıldığı, şoförlerin direksiyon hakimiyetini kaybettiği ve araç kazalarının olduğu, su borularının patladığı ve suların kesildiği, toz bulutlarının havada dolaştığı, ortalığın toz duman olduğu, tabelaların, reklam panolarının, kiremitlerin, televizyon antenlerinin uçtuğu, gemilerin limana sığındığı görülür. Kimsenin mecbur kalmazsa evinden çıkmadığı, pencere camlarının kırıldığı, kuvvetli lodos nedeniyle soba zehirlenmelerinin, otobüs seferlerinin iptali bile söz konusu olur.. Denizdeki gemileri tehlikeye sokabilir. Her yıl Ocak – Mart aylarında ortaya çıkan ve iki-üç gün devam eden bu heyula, İskenderun’da hayatı olumsuz etkiler. Bu etkiler her yıl şüphesiz, bazı yıllar hafif, kimi yıllarda büyük hasarlara yol açabilir. Meteoroloji uyarılar yapar. Önlemler alınır, yine de fırtınayla ilgili pek çok olumsuzluklar yaşanır. Fırtına sonrası bu doğal afetin meydana getirdiği zarar ziyanı n tesbiti yapılır.

Yarıkkaya’nın hiç mi olumlu yani yok mudur? Vardır: Yaz aylarında havanın sıcaklığını azaltan, serinletici bir etki yapar. Yaz akşamları belki en güzel serinliğin ortaya çıkmasına sebep olur. Yörede yaptığımız araştırmada Yarıkkaya ile pek çok söylenceler olduğunu saptadık. Daha çok Nusayriler arasında anlatılan hikayeler şöyle: Bir savaşta Hz. Ali, Amanos dağını kılıcı Zülfikar ile yarmıştır. Bu öyle bir yarılmadır ki, bütün kainat gürültüden sarsılmıştır. Kayanın ikiye bölünmesiyle de meydana gelen kesikten, Hz. Ali , kır atı (düldül) ile geçmiş ve müminlere yardım etmiştir. Düldülün ayak izleri o günden bugüne hala aranırmış.

Bu hikaye farklı olarak şu şekilde de anlatılmakta: Savaş sırasında Hz. Ali’nin karşısına Merhap isimli biri çıkmış. Annesi, Merhap’a; “Dünyada kiminle savaşırsan savaş, mutlaka yenersin. Ancak ismi Ali olan herhangi biriyle savaşma.” demiş. Fakat şeytan, Merhap’ın aklına girmiş. “Bir sürü Ali var, hangi birisiyle savaşmayacaksın; hepsi insan” demiş. Buna aldanan Merhap, kılıcını herkesin her velinin öğündüğü Hz. Ali’ye kaldırmış, ancak eli, kolu öylece havada kalmış. Hz. Ali, derhal kılıcını elinden atmış, onunla savaşmadan vaz geçmiş O savaşçı er, bu işe, bu yersiz af ve merhamete şaşırmış. Demiş ki: “Bana keskin kılıcını kaldırmıştın, neden kılıcı indirdin ve beni bıraktın? Benimle savaşmadan daha ne gördün de, beni avlamadan vaz geçtin? Ne gördün ki bu derecede kızgınken kızgınlığın yatıştı? Böyle bir şimşek çaktı, sonra sönüverdi, ne gördün? O gördüğün şeyin aksi bana da vurdu. Gönlümde, canımda bir şule parladı. Yiğitlikte Allah aslanısın, mürüvette kimsin, bunu kim bilir?” Hz Ali de demiş ki: “Ben kılıcı Allah için vuruyorum. Allah kuluyum, ten memuru değil. Allah aslanıyım; heva ve heves aslanı değil. İşim, dinime şahittir.”, ”“Hilim kılıcı, demir kılıçtan daha keskin, hatta yüzlerce ordudan daha galip, daha üstündür.”[ Nice düşmanlıklar vardır ki, dostluğa çıkar. Nice yıkılmalar vardır ki, yapılmaya döner.”, “Belayı def etmenin çaresi; sitem etmek değildir.” Bunun üzerine Hz. Ali bu kişiyi öldürmek istemez. O kişiye; “Seni öldürmeyeceğim, eğer seni öldürürsem nefsime yenik düşerim, sana kızdığım için seni öldürmüş olurum.” der ve kılıcını sinirlenerek dağa vurur ve dağ ikiye bölünür.

İnternette, Genç İskenderun-Yerel Haber sayfasında, yazarının/derleyenin ismi belirtilmemiş(http://www.genciskenderun.com/habergoster.asp?id=315)bir öykü çıktı karşımıza. Yarıkkaya efsanesini ve Amanos dağı adının bugünlere nasıl geldiğini anlatmakta: “Günbatımında Akdeniz’in serin sularına bırakılan hüzünlü bir aşkın öyküsüdür Gülbahar’la Osman’nın aşkı.. Mutlulukla başlayan ve hüzünlü bir acıyla sona eren Gülbahar ve Osman’ın Amanoslarda yaşadığı aşk, Hatay’ın 1084 yılında Türk hakimiyetine geçtiği dönemde yaşanmış bir efsane olarak dünden bugüne anlatılır. 1084’lü yıllarda Amanos Dağları’nın etekleri, ormanlık, yeşillik düz arazilerle kaplıydı. O zamanlar da, bu dağ eteklerinde aşiretler yaz için yayla olarak kabul eder ve her sene buralarda konaklardı. İşte Amanos Dağları’nda yaşayan iki ayrı aşiretten Gülbahar ve Osman’ın yaşandığı söylenen efsanesidir. Bir gün Osman, gurbete çıkıp, gezmek Aşireti için göçmeden yaşayabilecekleri rahat bir yer aramaya çıktı. Gece gündüz demeden yollar, dağlar, tepeler aştı. Sonunda Gülbahar’ın yaşadığı yere geldi. O sırada Gülbahar bir ağaç altında oturmuş, yün eğiriyordu. Osman onu görür görmez kalbine bir şeyler saplandığını hissetti. Gülbahar’da birden başını kaldırıp Osman’ı görünce değişik bir hisse kapıldı. Bu ilk bakışta aşık olmuştu. Yani Yıldırım aşkıydı. İkisinin de yüreğinde derin bir sızı oldu. Çünkü ikisi de ayrı Aşiretin üyesiydi. Osman’ın aşiretine Kimse kız vermez ve almazdı. Nedenini kendileri bile bilmiyorlardı. Ama işte yıllardan beri süre gelen bir adetti. Bu koşullara rağmen Osman Gülbahar’ı babasından istetti. Ama baba Nuh dedi Peygamber demedi. Bir türlü kızını vermedi. Sonunda bir şartla razı oldu. Amanos Dağı’nın bir yerinde bir geçit açmasını istedi. Ama bu olanaksızdı. Osmancık böyle bir şartı asla yerine getiremezdi. Aylarca günlerce Amanos Dağı’nın çevresinde dolaştı. Sonunda bugünkü Yarıkkaya’nın olduğu yere geldi. Dağın tam yamacında koca bir taş vardı. Eğer o taşı yerinden oynatıp yuvarlanmasını sağlayabilirse, bir geçit açabilirdi. Ama imkansızdı. Günlerce tek başına o kayayı nasıl yerinden oynatabileceğini düşündü.O kayanın çevresinde bulunan toprak çok yumuşaktır. Kışın yağan yağmurlarla toprak kayması çok sık olan bir olaydı. Osman yari Gülbahar için bunlara katlandı. Bir sabah yine taşı yerinden oynatmak için çabalarken, kayanın bulunduğu çevrede toprak kayması başladı. Bu kaymalar yiğit Osman’ın felaketi oldu. Osman, kayaların altında kalarak öldü. Osman’ın ölüm haberini alan Gülbahar çılgına döndü. Yarıkkaya’nın en yüksek yerine çıkıp “Aman Osman”, “Aman Osman” diye feryat eden Gülbahar, Osman’ın acısına dayanamayarak kendini yamaçtan aşağı attı. O günden bu güne bu dağlar Amanos diye anılır… İşte Amanos dağlarında doğan güneş, her gün Gülbahar ve Osman’ın hüzünlü aşkını alır ve günbatımında Akdeniz’in serin sularına salıverir usulca…” Efsane ve tarihin birbirine karıştığı İskenderun’un cebinde bugün; ne antik liman kalıntısı, ne tarihsel yapılar, ne Hitit keçileri, ne de İskender’in başı var. Onlarca uygarlığa ev sahipliği yapmış bu topraklarda ne yazık ki çok şeyler kalmamış dünden bugüne. Görünürde İskenderun şehir merkezinde; M.Ö. lll. yüzyıldan kalma kimi kiliseler var. Ortodoks, Ermeni, Katolik ve yeniden restore edilen kiliseler. Şehire yakın varlığıyla gurur duyduğumuz İSDEMİR var. İskenderun sadece Hatay’ın değil, Ortadoğu’nun da bekleme salonu. İmparatorluk zamanında gözetleme, savunma, kontrol etme, rehberlik sisteminin içinde olan derbent yönetiminin odak yeri. Soğuk savaş döneminde; müdafaa alanı. Günümüzde, ülke sanayisinin can damarı. Şimdilerde Yarıkkaya, efsaneleriyle değil, taşocağıyla, kaya taşıyan kamyon sesleriyle, bozulan doğal yapısıyla anılmakta. Yüreğimizi kanatan da bu son halidir. Özün kemirildiği, yaşamın içinin boşaltıldığı, yok edildiği yer halinde. Böyle devam ederse, belki bir kuşak sonra, kayıp bir Yarıkkaya efsanesinden söz edilecektir.

Kemal Düz

http://iskenderunforum.com/index.php?showtopic=12470

Yanıt Ver

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.