Geçtiğimiz günlerde Mersin Balkan Türkleri Dayanışma ve Kültür Derneği kuruluşunun 30. Yılı kutlandı. Bulgaristan’dan göç eden pek çok Balkan Türkü bu kutlamaya katıldı. Türkiye’de yaşamlarını hala buruk bir sevinçle yaşayan Balkan Türklerinin yaşadıklarını Mersin Balkan Türkleri Dayanışma ve Kültür Derneği Kadın Kolları Başkanı Gülsüm Vatansever ile konuştuk. O zamanlarda yaşadıkları acı ve hislerine tanık olduk.
Balkan Türklerinin tarihi nereden başlıyor?
Bizim tarihçemiz Osmanlı döneminden başlıyor. Karamanoğulları Beyliği döneminde gidiyoruz biz buradan. Karamanoğlu Beyi Mehmet Bey’in akrabaları var hala orada. Daha sonra oradan tekrar buralara geliyoruz. Bulgaristan’ın uyguladığı politikalardan dolayı oradaki Türk nüfusunun sayısını hep 3.000.000’da tutmaya çalışıyorlardı. Bu rakamın üzerine çıktığı zaman bizleri orada göçe zorluyorlardı. Sonrasında bir de bizleri asimilasyon politikalarına maruz bıraktılar. 1985 yılında İsimlerimizi değiştirmeye zorladılar. Bir beş sene buna maruz kaldık. Bir sabah kalkıyorduk Mehmet gitmiş, Bir gün kalkıyorduk Ahmet gitmiş.
Bu olaylar ne zaman başladı?
Bulgaristan 1950’lerde sosyalist rejime geçtiği zaman koyunlarımız ve ineklerimiz de dahil olmak üzere tarla ve bahçemize kadar bütün mallarımıza el koymuş. Sadece bir iki inek-koyun bırakmış. Onun üstünden de vergi almış. Sosyalist rejime geçilmesi ile başlayan asimilasyon politikaları ile de acılar başlamış.
İlk önce 1960’larda Romanların isimlerini değiştirdiler. Daha sonra 1970’lerde Pomaklara da aynısını yaptılar. Pomaklar Müslüman olmalarına rağmen Bulgarca konuşurlar. İsimleri de Türk isimleridir. Bizden on yıl önce ilk onların isimleri değiştirilmişti. Sonra bir gece Kalaşnikoflarla bizim evimize geldiler ve isimlerimizi bir gecede değiştirdiler. Ondan sonra beş yıl biz o isimlerle yaşadık. Hiç unutmuyorum amcamın değiştirilen Bulgarca adını bilmediğim için onu günlerce hastanede bulamamıştım.
O dönemlerde Bulgaristan’da yaşamınız nasıldı?
Ben Bulgaristan’dayken orada liseyi bitirdim. Orada liseyi bitirmek yüksek okulu bitirmek gibiydi. Lise olmasına rağmen oradan mezun olduktan sonra öğretmenlik bile yapabiliyordun. Tıpkı Türkiye’deki köy enstitüleri gibiydi. Liseyi bitirdikten sonra eşimle evlendik. Biz evlendikten sonra eşim askere gitti. Ben o zaman öğretmenlik yaparken bana komünist partisine üye olacaksın dediler. Eşim de bana kesinlikle olmayacaksın dedikten sonra beni meslekten çıkardılar.
Sonra eşim askerden geldi. Başka bir işe girdik. Usta başı olarak çalışmaya başladık. O dönemde pek zorluk yaşamadık. Yaşam bizim için güvenliydi. Emeklilik gibi bir dert yoktu. Sonra 1990’lara doğru birden bir asimilasyon programı başladı. Bizlerle toplantılar yapmaya başladılar ve bize Bulgaristan’da çok fazla Türk yaşadığı için Türklerin bizi asimile ettiğini ve aslında Bulgar olduğumuzu dayatmaya başladılar.
Bize Türkçe konuşmayı yasakladılar. İş yerlerimize Bulgarca konuşmamız için kağıtlar astılar. Okula gittiğim zaman çocuğum ile Türkçe konuştuğum zaman bana “Anne, Türkçe konuşmak yasak. Benimle Bulgarca konuş.” diyordu. Böyle şeyler yaşadık.
Belki duymuşsunuzdur. O dönemde Belene Kampı vardı. Bu kampı Belene Ölüm Kampı olarak da bilinir ve Bulgaristan’da Belene bölgesinde Tuna nehri kenarında II. Dünya Savaşı sonrasında rejim muhalifleri için kurulan toplama kampıdır. 1980’li yıllardan sonra bu kamp Bulgaristan’da yaşayan Türk kökenli vatandaşların asimile edilmesi için kullanılmaya başlandı. Bu isim değişikliklerinden sonra bu kampta yaşanan anlatılması güç çok hikayeler vardır. Bu dönemde 25-39 yaşındaki bütün gençleri bu kamplara kapattılar. Yaşlılar, gelinlerle ve çocuklarla kaldılar. Sanki bir seferberlik ilan edilmiş gibi bütün gençleri orduya aldılar.
Mersin’e ne zaman geldiniz?
Biz Mersin’e 1980’lerde geldik. 28-29 yaşlarımızdaydık. 1959 yılından 1989’a kadar gelen Balkan Türkleri 23 Evler ve Sağlık Mahallesi’nden Tozkoparan’a kadar olan bölgede oturuyorlar. Şimdi gençler başka mahallelere gitti ama büyüklerin hepsi buralarda oturuyor. Genellikle anne babalar ve çocuklar burada büyüdüler. Bizim insanımız çalışkan olduğu için geldiklerinde fabrikalarda ve çeşitli kurumlarda çalışmaya başladılar. Kadın erkek demeden hepsi çalıştılar ve bugün onların hepsi emekli. Ben de Alata Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü Müdürülüğünde özel kalem olarak çalıştım ve buradan emekli oldum.
1989’dan sonra neler oldu?
1980’li yılların sonlarındaki Özal zamanında Naim Süleymanoğlu dönemine girdik. 1989 yılında Bulgaristan ile Türkiye arasında bayağı bir sıkıntılar olmaya başlayınca Özal Bulgaristan’a ambargo uygulanması için dünyaya çağrı yaptı. İran ve Suriye’de de benzer şeyler yaşanıyordu. O zaman Bulgaristan başbakanı 20 senedir Todor Jirkov’du. Özal o dönemde “Teker ileri gider, geri gitmez. Ben açıyorum kapıları.” dedi. Jirkov da sen açıyorsan ben de gönderiyorum onları dedi. Özal da “Sen ne kadar gönderiyorsan hepsini alacağım.” dedi. İnanamadık. Ama hepsini bir anda göndermediler. İnsanlara haberler gelmeye başladı. Bize gelip, “Saat 11:00’e kadar sınırı geçeceksin.” Diyorlardı. O dönemde çok üzücü olaylar yaşandı. Giden kim? Kalan kim? Ölen kim? Hiçbir şey bilmiyorduk.
Şu an durumunuz nasıl?
Biz şimdi Mersin’de iyiyiz. Ama ne kadar burada paşalar gibi yaşasak da insan özlüyor doğduğu toprakları. Benim annem orada, kardeşlerim orada. Bizim orada evimiz de var ve her sene oraya gidiyorum. Şu anda herkes rahat ve herkese isimlerini iade ettiler ama içimizde hiç geçmeyen bir burukluk var ve o dönemde yaşadığımız acıları hiç unutamıyoruz.
Yorumlar kapalı, ancak trackbacks Ve pingback'ler açık.