Meteoroloji Uzmanları ve Bilim İnsanları Neden ‘İklim Acil Durumunun Olmadığını’ Açıklıyor
1.600’den fazla bilim insanı ve bilgili profesyonel, Küresel İklim İstihbarat Grubu’nun “Dünya İklim Bildirgesi”ni imzaladı.
İklim acil durumu diye bir şey yok. Dünyanın seçkin tabakasının alarm veren mesajları da tamamen siyasi. 1.808 bilim insanı ve bilgi sahibi uzman, Küresel İklim İstihbarat Grubu’nun (Global Climate Intelligence Group) “Dünya İklim Bildirgesi”ni imzalarken bunları belirttiler.
Bildirge, “İklim bilimi siyasetle bu kadar iç içe olmamalı, iklim politikaları ise daha bilimsel olmalı” diye başlıyor. “Bilim insanları, küresel ısınmayla ilgili tahminlerindeki belirsizlikleri ve aşırılıkları açıkça ele almalı, politikacılar ise siyasi önlemlerden bekledikleri faydaların yanı sıra gerçek maliyetleri de tarafsız bir şekilde hesaplamalı.”
Grup, bağımsız bir “iklim gözlemcisi” olmak amacıyla fahri jeofizik profesörü Guus Berkhout ve bilim habercisi Marcel Crok tarafından 2019 yılında kurulmuştur. Grubun internet sitesinde belirtilen amacı, “iklim değişikliğinin nedenleri ve etkilerinin yanı sıra iklim politikalarının etkileri hakkında bilgi ve anlayış oluşturmaktır.” Bunu yaparken hem gerçeklere objektif bir şekilde bakılıyor, hem de iklim değişikliği ve iklim politikalarına ilişkin bilimsel araştırmalara bağlı kalınıyor.
Bildirgeyi imzalayanlar arasında Nobel ödülü sahipleri, teorik fizikçiler, meteoroloji uzmanları, profesörler ve dünya çapındaki çevre bilimciler yer alıyor. The Epoch Times imzacılardan birkaç kişiye “iklim acil durumunun” bir saçmalık olduğunu belirten deklarasyonu neden imzaladıklarını sorduğunda hepsi aşağı yukarı aynı şeyi söyledi: “Çünkü bu doğru”.
Rutgers Üniversitesi’nin tanınmış makine ve havacılık mühendisliği profesörü Haym Benaroya, The Epoch Times’a şöyle konuştu: “Bildirgeyi imzaladım çünkü iklimin artık bilimsel olarak incelendiğine inanmıyorum. Aksine, bir inanç meselesi haline geldi.”
Emekli fizikçi ve “Science Under Attack (Bilim Saldırı Altında)” web sitesi yazarı Ralph Alexander, The Epoch Times’a “Dünya, Küçük Buzul Çağı’nın 1850’lerde sona ermesinden bu yana yaklaşık 1,11 °C ısındı. Ancak gezegenimiz son birkaç bin yıldır bugünkünden çok daha sıcak olduğu için bu pek acil bir durum, ya da bir kriz teşkil etmiyor” dedi.
“Ortalama sıcaklıkların bugünkünden daha yüksek olduğuna dair pek çok kanıt bulunan dönemler var: yaklaşık 1000 yılı merkezli, Ortaçağ Sıcak Dönemi, yaklaşık 300 yılı merkezli, şimdi çok soğuk olan Britanya’da üzüm ve turunçgillerin yetiştirildiği Roma Sıcak Dönemi ve son Genç Buzul Çağı sona erdikten sonra başlayan Holosen dönemi.”
İklim acil durumunun, açıkça “kurgu” olduğunu söyledi.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ne (Intergovernmental Panel on Climate Change-IPCC) göre küresel ısınmanın nedeni, insan faaliyetleri ve bunun sonucunda ortaya çıkan sera gazlarıdır. IPCC spesifik olarak şunu söylüyor: atmosferik karbondioksit (CO2) konsantrasyonları 1750’de, milyonda 280 parça (parts per million-ppm) iken bugün bu değer 420 ppm’dir ve bu durum sıcaklığı etkilemektedir.
IPCC “iklim değişikliğiyle ilgili bilimsel çalışmaları” değerlendiren BM organıdır. Politika yapıcıların iklim politikaları geliştirmelerine yardımcı olmak amacıyla 1988 yılında Dünya Meteoroloji Örgütü ve BM Çevre Programı tarafından kuruldu.
Teorik fizikçi ve sertifikalı meteoroloji danışmanı Edwin Berry şunu söyledi: IPCC’nin temel teorilerinden bire göre, doğal CO2 1750’den bu yana 280 ppm’de sabit kalmıştır ve 140 ppm’lik artıştan insan eliyle üretilen CO2 sorumludur.
The Epoch Times’a verdiği demeçte, bu IPCC teorisine göre günümüzdeki toplam CO2 seviyesinin yüzde 33’ünün insan eliyle üretildiğini söyledi.
Sonuç olarak IPCC, sıcaklıkları düşürmek için insan kaynaklı CO2’yi azaltmamız gerektiğini söylüyor. Dolayısıyla kanun yapıcılar ve iklim aktivistleri, dünyadaki ulaşımı zorla elektrikli araçlara geçirmeye, fosil yakıtlardan kurtulmaya ve genel olarak insan kaynaklı CO2’ye neden olan tüm faaliyetleri azaltmaya çabalıyor.
Berry’ye göre tüm bu öngörüler kuşku uyandırıyor.
Berry “Kamuoyu, karbondioksitin atmosfere girip orada öylece kaldığını sanıyor” dedi. “Sadece atmosferde biriktiğini düşünüyorlar. Ama öyle değil.”
Karbon dioksit akışında yani, karbonun fotosentez ve bitkilerin yenilmesi yoluyla bir karbon deposundan diğerine geçmesi ve solunum yoluyla geri çekilmesi sırasında, 140 ppm’lik sabit bir seviye için yılda 40 ppm’lik sürekli karbondioksit girişinin gerekli olduğunu açıkladı. Çünkü IPCC’ye göre karbondioksitin dönüşüm süresi 3,5 yıldır (bu, karbondioksit moleküllerinin atmosferde yaklaşık 3,5 yıl kaldığı anlamına gelir).
“280 ppm seviyesi, 80 ppm’lik giriş anlamına gelir ve bunun iki katıdır. Yani insanların ürettiği karbondioksitin, toplamın üçte biri olduğunu söylüyoruz. IPCC verileri ise: ‘Hayır, insan üretimi karbondioksitten atmosfere giren miktar, toplam karbondioksitin yaklaşık yüzde 5 ila yüzde 7’si kadardır’ diyor’’ dedi.
Bu nedenle, atmosfere insan kaynaklı karbondioksit akışının eksikliğini telafi etmek için IPCC, 3,5 yıllık bir dönüşüm süresi yerine insan üretimi CO2’in atmosferde yüzlerce hatta binlerce yıl kaldığını iddia ediyor.
Berry “[IPCC] insan üretimi karbondioksitin farklı olduğunu ve atmosferden doğal karbondioksit kadar hızlı akamayacağını söylüyor” dedi. “IPCC bilim insanları milyarlarca dolar harcadıktan sonra, basit bir soru sormalıydılar: ‘İnsan üretimi karbondioksit molekülü ile, doğal karbondioksit molekülü tamamen aynı mıdır?’ Cevabı: evet, tabii ki!”
“İnsan üretimi ve doğal CO2 molekülleri aynıysa, dönüşüm süreleri de aynı olmalıdır. Yani onun yüzlerce, hatta binlerce yıl orada kalacağı fikri tamamen yanlıştır.”
Berry, bunun CO2 artışına insanların değil doğanın neden olduğu anlamına geldiğini söyledi. Sonuç olarak insan üretimi CO2’i azaltma girişimleri anlamsızdır.
Berry, “İnsan üretimi CO2’in dünyadaki CO2 artışını tetiklediği inancı, tarihteki en büyük toplumsal yanılgı ve en yüksek maliyetli sahtekârlık olabilir” dedi.
Bir bilimsel yöntem ile – yalnızca verilerin onu desteklemesi ile – bir teorinin yüzde 100 doğru olduğunun kanıtlanamayacağını, ancak yanlış olduğunun kanıtlanabileceğini belirtti. Örnek olarak Berry, Sir Isaac Newton’un yerçekimi yasasının uzun süre en önde gelen teori olduğunu ancak daha sonra Albert Einstein’ın Newton’un teorisini çürüten bir düzeltme yaptığını söyledi.
“Bilimsel yönteme geri dönersek: IPCC bir teori önerdi ve eğer bunun yanlış olduğunu kanıtlayabilirsek kazanırız. Ben de bu durumda onların teorisinin yanlış olduğunu kanıtladım” dedi.
Berry araştırmasını bir adım daha ileri götürdü ve IPCC’nin kendi karbon döngüsü verilerini kullanarak insan üretimi karbon döngüsünü hesapladı.
IPCC’nin verilerini kullanarak elde edilen sonuçlara göre doğanın yaklaşık 390 ppm CO2’den sorumlu olduğunu ve insanların ise 140 ppm’den değil yalnızca 30 ppm’den sorumlu olduğunu söyledi.
“Şimdi birisi şunu sorabilir: ‘Peki, IPCC verileri doğru mu?’ Cevabım ‘Bilmiyorum’. Ama bilmeme gerek yok çünkü IPCC bu verileri dünyayı kandırmak için kullandı. Ben onların verilerini kullanarak, mantıklarının yanlış olduğunu göstermek istedim” dedi.
“IPCC bilimsel bir organizasyon olarak kurulmadı.”
“Halkı özellikle karbondioksitin sorunlara yol açtığına ikna etmek için siyasi bir örgüt olarak kuruldu” dedi.
Neden “iklim acil durumu” ilan etme yönünde bir baskı olduğu sorulduğunda Berry, bunun tamamen para ve kontrolle ilgili olduğunu söyledi.
“Bunun tek gerçek nedeni bu. İklim açısından acil bir durum yok” dedi.
Berry, kendi araştırmalarını ve geliştirdiği teorileri çürütmeye çalışan meslektaşlarının araştırmalarını ve yazışmalarını kamuya açık hale getiriyor.
Politika ve İklim Modelleri
Berry gibi Ralph Alexander da bilimin, bilimsel olmaktan çok, politik hale geldiğini söyledi.
“Dünyanın ikliminin tehdit altında olduğu kesinlikle doğru değil. Bu iddia, bilimsel olmaktan ziyade, politik bir ifadedir” dedi.
“Bilim, gözlemsel kanıtları mantıkla birleştirerek, bu kanıtları anlamlandırır. İnsanların sebep olduğu CO2 emisyonlarının sıcaklıkların artmasına neden olduğuna dair hemen hemen hiç kanıt yok, varsa da çok az. İkisi arasında bir bağıntı var, ancak bu bağıntı, söylendiği kadar güçlü değil: Örneğin, Dünya 1940’tan 1970’e kadar soğurken atmosferdeki CO2 seviyesi yükselmeye devam etti. Küresel ısınmayla CO2’i ilişkilendiren tek şey, bilgisayar iklim modelleridir.”
İklim acil durumunun nedeni olarak neden CO2’nin seçildiği sorulduğunda Alexander, bunun 1981’den 2013’e kadar NASA’nın Goddard Uzay Çalışmaları Enstitüsü’nün başkanı, astrofizikçi ve ateşli bir çevreci olan James Hansen’e dayandığını söyledi.
Alexander “Hansen ilk bilgisayar iklim modellerinden birini geliştirdi ve gelecekteki ısınmaya ilişkin oldukça abartılı tahminler yapmaya başladı, ancak bunların hiçbiri gerçekleşmedi” dedi. “Ayrıca 1986’da bir Senato oturumunda verdiği ifadenin, insan aktivitelerinden kaynaklanan küresel ısınma anlatısını ateşlediği düşünülür.”
Alexander, Hansen’in öngörülerinin gerçekleşmemesine rağmen, çabalarının IPCC’nin kuruluşuna katkıda bulunduğunu söyledi.
“IPCC görünüşte bilimsel bir kurum. Ancak IPCC bilim insanlarının bulguları, hem örgüte hâkim olan STK bürokratları hem de hükümet tarafından sıklıkla çarpıtılıyor ve abartılıyor” dedi. “Bürokratlar, birbirini izleyen IPCC raporlarının bilimsel sonuçlarının abartılmasında ve resmi açıklamaların duyurulmasında önemli bir rol oynadılar. Nitekim BM genel sekreteri yakın zamanda dünyanın ‘kaynadığına’ dair açıklamalarda bulundu.”
27 Temmuz’da Genel Sekreter António Guterres şunları söyledi: “İklim değişikliği kapıda. Bu çok korkutucu. Ve bu sadece başlangıç. Küresel ısınma dönemi sona erdi; küresel kaynama çağı geldi. Hava solunamaz durumda. Sıcaklık dayanılmaz. Fosil yakıtlardan kâr etme çabaları ve iklim eylemsizliği de kabul edilemez düzeyde.”
Alexander, Dünya’nın ısınmasına neyin sebep olduğu sorusuna dürüst bir cevap olarak, “Şu anda bilmiyoruz” demek gerektiğini, ancak bunun bilim insanlarının bu konuda fikri olmadığı anlamına da gelmediğini söyledi.
“CO2’nin bir numaralı suçlu olma ihtimali çok zayıf. CO2 şüphesiz katkıda bulunuyor, ancak büyük olasılıkla katkıda bulunan bundan başka birçok doğal döngü var” dedi. “Bunlar arasında güneş ışınımının değişkenliği ve okyanus döngüleri de yer alıyor. Bunların her ikisi de iklim modellerinde göz ardı ediliyor (çünkü bunları nasıl dâhil edeceğimizi bilmiyoruz) ya da yeterince hesaba katılmıyor. İklim aktivistleri aksini söylese de, iklim bilimi hâlâ emekleme aşamasında ve dünya iklimi hakkında henüz anlamadığımız pek çok şey var.”
Örnek olarak yeni bir araştırma makalesinde, güneşten gelen ışınımdaki değişikliklerin küresel ısınmanın yüzde 70 ila 80’ine neden olabileceğinin tahmin edildiğini söyledi. Bu tür araştırmalar pek fazla ilgi görmüyor çünkü IPCC, küresel ısınmanın nedeninin insan kaynaklı karbondioksit olduğu fikrine adanmış durumda.
Alexander bir başka eleştiri olarak şu çalışmayı gösterdi: Huntsville’deki Alabama Üniversitesi’nde iklim uzmanı, atmosfer bilimleri profesörü ve aynı zamanda Dünya Sistemi Bilim Merkezi (Earth System Science Center) yöneticisi olan John Christy, iklim modellerinin gelecekteki kısa süreli ısınmayı iki veya üç kat abarttığını açıkça kanıtladı.
Daha doğru ölçümler bulmak için, Christy ve iklim bilimci, eski NASA araştırmacısı ve Huntsville’deki Alabama Üniversitesi’nin baş araştırma uzmanı Roy Spencer, mikrodalga uydu gözlemlerini kullanarak bir küresel sıcaklık veri seti geliştirdiler.
Spencer kişisel web sitesinde, projelerine 1989’da başladıklarını, 1979’a kadar geriye giderek verileri analiz ettiklerini ve küresel uydu verilerine göre genel olarak 1979’dan bu yana, Dünya sıcaklığının istikrarlı bir şekilde her 10 yılda 0,13 Santigrat derece arttığını bulduklarını söyledi.
Alexander, iklim modellerinin neden bu kadar hatalı olduğuna ilişkin şunları söyledi: “Bilgisayar simülasyonları, yalnızca yazılım modelinin üzerine inşa edildiği varsayımlar kadar güvenilirdir ve iklim modellerinde kullanılan birçok varsayım vardır. Tam olarak anlamadığımız süreçlerle ilgili varsayımlar için tahmini değerler kullanılır.”
“Bütün bu büyük ölçekli ve küçük ölçekli tahminler, bilim insanları ve mühendisler tarafından sıklıkla ‘geçici faktörler’ olarak adlandırılan, ayarlanabilir sayısal parametreler biçiminde modele dâhil edilmiştir. Ünlü matematikçi John von Neumann bir keresinde şöyle demişti: ‘Dört [ayarlanabilir] parametre ile bir fili tanımlayabilirim ve beş parametreyle onun hortumunu oynatmasını tarif edebilirim’.”
Neumann’ın sözü, karmaşık bir modelin bir veri kümesine uymasına şaşırmamak gerektiği anlamına geliyor. Çünkü yeterli sayıdaki parametre ile her türlü veri kümesini tanımlayabilirsiniz.
Haym Benaroya, iklim modelleme konusunda Alexander’ın eleştirisini daha da ileri götürerek yineledi.
Benaroya, The Epoch Times’a “Tüm iklim modellerinin tahminleri yanlış” dedi. “Şunu anlamak gerekir: atmosferin hesaplamalı modeli, doğası gereği tam değildir, belirsizdir. Bu, araştırmacıların hatası değildir.”
“Bu, iklim yapısının aşırı karmaşıklığından kaynaklanmaktadır: kimya, akışkanlar mekaniği, ısı transferi, güneş ışınımının etkileri, Dünya’nın etkileri, çok büyük miktarda ısı tutabilen okyanusların modellenmesi ve bulutların etkileri. Bilgisayar tarafından analiz edilebilecek bir forma dönüştürülmüş hiçbir matematiksel model, tüm bu etkileri hesaba katamaz. Bu etkilerin çoğu tam olarak anlaşılamamıştır. Ayrıca bu etkilerin birbirleriyle nasıl bir etkileşim içinde olduğu da anlaşılamamıştır.”
Benaroya, iklimin karmaşıklığının tam olarak anlaşılamamasının yanı sıra, eldeki verilerin yetersiz olduğunu veya bazı durumlarda modellemeye uyacak şekilde manipüle edildiğini söyledi.
“İklim felaketinin yaklaştığına işaret eden sonuçları sağlamak için verilerle oynandığına dair çeşitli raporlar var” dedi. “Bütün tahminler yanlış çıktı. İklim biliminin siyaset dışı olmasını istiyorum. İklim politikaları bilime dayandırılmalı. Oysa gerçeklerin değil, siyasetin devreye girdiği bir yer haline geldi.”
Neden “iklim acil durumu” ilan etme yönünde bir baskı olduğu sorulduğunda Benaroya, bunun “güç ve parayla ama aynı zamanda daha büyük siyasi güçlerle” ilgili olduğunu söyledi.
“[Belki] bazıları endüstri gücünden, petrol gücünden ve teknolojiden nefret ediyor olabilir. Belki bazıları Batı’dan ya da kapitalizmden nefret ediyordur. Muhtemelen bütün bunların rolü var” dedi.
Alexander da bunun güç ve parayla ilgili olduğu konusunda Benaroya ile hemfikir.
“Başlangıçta anahtar ifade basitçe ‘küresel ısınma’ydı. Bu çok az ilgi uyandırınca, birileri bunun yerine ‘iklim değişikliği’ ifadesini kullanmak gibi akıllıca bir fikir ortaya attı. Bu ifade bir süre oldukça etkili oldu, çünkü Dünya’nın iklimi, sıcaklığın artıyor ya da azalıyor oluşundan bağımsız olarak, sürekli değişiyor” dedi.
“Daha sonra inanmayanlar mesajı yine görmezden gelmeye başlayınca, mantra ‘iklim krizi’ oldu. Bu ifade de zamanla mevcut ‘iklim acil durumu’na dönüştü. ‘Acil durum’ ifadesinin insanları gerçekten harekete geçireceği, net sıfır CO2 ve diğer önlemleri desteklemeye ikna edeceği umut ediliyor.”
“Diğer bir unsur da aşırı solun, kötülük olarak ve toplumun tüm sorunlarının kaynağı olarak gördüğü kapitalist sistemi tamamen yıkma arzusudur. Onlar için iklim krizi veya acil durum, amaçlarına ulaşmak için uygun bir araçtır.” Alexander, Birleşmiş Milletler’in 2050 yılına kadar net sıfır CO2 hedefiyle ilgili olarak şunları söyledi: “Bu tam anlamıyla bir zaman ve kaynak israfıdır ve birçok Batı ekonomisini yoksullaştırabilir. Çin ve Hindistan her halükarda Batı ile birlikte hareket etmiyor. Bu da tüm çabaları anlamsız kılıyor.”
Yoksulluk ve Toplum Sağlığı
Çevre etiği uzmanı, Cornwall Yaratılış Yönetimi İttifakı’nın (Cornwall Alliance for the Stewardship of Creation) kurucusu ve ulusal sözcüsü olan Calvin Beisner, iklim değişikliğinin çoğuna insanların değil doğanın neden olduğuna inanıyor. Fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye geçerek CO2’i azaltma çabasının, insanları dünya çapında aşırı yoksulluğa sürüklediğini söyledi.
The Epoch Times’a konuşan Beisner, ABD Senatosu ve Temsilciler Meclisi komiteleri önünde verdiği ifade hakkında “Kongre komitelerine, insan faaliyetlerinden kaynaklanan küresel ısınma miktarının, insan refahı üzerinde çok küçük bir etki yaratacak kadar az olduğunu söyledim” dedi.
“Ancak bu ısınmayı azaltmak için kömürden, petrolden ve doğal gazdan rüzgâra, güneşe ve diğer benzer yenilenebilir enerji kaynaklarına hızlı bir geçişi zorlamak, dünyanın her yerinde yoksulluktan kurtulma sürecini yavaşlatacak, durduracak veya tersine çevirecektir. Ve yoksulluk, insan sağlığı ve yaşamı için iklimle ilgili herhangi bir riskten çok daha büyük bir risktir.”
Beisner, insanların zenginliğe sahip olduklarında “Kuzey Kutup Dairesi’nden Sahra Çölü’ne ve Brezilya yağmur ormanlarına kadar her iklimde” geçinebileceklerini açıkladı. Ancak insanlar günde birkaç dolarla hayatta kalmaya çalıştıklarında ‘en iyi tropik cennette bile’ geçinemezler.
Kısmen ucuz fosil yakıtlara bağlı olarak sağlanan ekonomik kalkınmanın, Avrupa’nın yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerde de düşük gelirli insanların geçinmesine olanak sağladığını söyledi. Ancak şimdi, Birleşmiş Milletler’in 2050 yılına kadar CO2’i net olarak sıfıra indirme çabasıyla gelişmiş ülkeler, Sahra-altı Afrika ile Asya’nın bazı bölgeleri ve Latin Amerika’daki ülkelere şunları söylüyor: “Batı’yı yoksulluktan kurtaran, fosil yakıtlardan elde edilen bol, uygun fiyatlı ve güvenilir enerji kullanımından vazgeçin. Kendinizi dağınık, pahalı, değişken, rüzgâr ve güneş enerjisi kullanımıyla sınırlandırarak, yoksulluktan çıkışınızı yavaşlatın”
Beisner “Bu, Batı’nın kendi ideolojisini diğerlerine dayatmasıdır” dedi. “Ve bu etik açıdan da kabul edilemez. İlerici veya akla dayalı ideolojileri benimseyen ve bu nedenle geçmişteki sömürgeciliği kınama eğiliminde olan bu kadar çok çevrecinin, şimdi bu yeni-sömürgeci hareketi benimsemesi, oldukça ironik.”
Alexander gibi, Beisner de Christy’nin yayınladığı Dünya küresel sıcaklığı verilerine işaret ederek şunları söyledi: “Dünya daha önce bir buzul çağından geçti. Yaklaşık 1350 ila 1850 yılları arasında küçük bir buzul çağı yaşandı.”
“Uydu verilerinin sonuçlarına katılıyorum. Uydu kayıtlarının başladığı 1979’dan bu yana küresel ortalama sıcaklıktaki artış hızı on yılda yaklaşık 0,13 santigrat derece olmuştur. Bu, yüzyılda yaklaşık 1,3 dereceye karşılık gelir. Yani bu kesinlikle, insanlık için bir felakete neden olmayacak.” İklim acil durumu ilan etme yönündeki baskının nedenlerini şöyle açıkladı: “Vicdan sahibi olmayan politikacılar, halkı kriz veya acil durumla korkutarak, hükümet gücünün giderek artmasını haklı çıkarmaya çalışıyorlar. Bugün Amerika’nın önde gelen politikacıları kendilerini halkın iyiliğine adamaktan ziyade, güce sahip olmak çabasındalar.”
Hava Durumu ve Felaket Tellallığı
Meteoroloji alanında fahri profesör ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde otomotiv işletmeciliği profesörü olan Richard Lindzen, The Epoch Times’a şunları söyledi: “Artan sıcaklıkların dünya için ‘varoluşunu etkileyecek bir tehdit’ olduğu iddiası, ‘tamamen politik bir ifade’ dir. Çünkü IPCC bile ortada varoluşsal bir tehdit olduğunu iddia etmiyor.”
Lindzen, IPCC’nin varoluşsal bir tehdit olduğunu iddia eden, ancak hiçbir zaman bu iddiayı dile getirmeyen bilim adamlarını ve iklim aktivistlerini referans aldığını söyledi.
Bilim hiçbir zaman bir iklim acil durumunun var olduğunu öne sürmedi.
Richard Lindzen, profesör, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü
“[İklim] modelleri bile bunu öngörmedi “ dedi. “IPCC’nin bu yaklaşımı, bunun aslında siyasi bir mesele olduğu gerçeğinden kaynaklanıyor. Ve bu işin içinde olan politikacılar, histerilerini en yüksek seviyede tutmaya çalışıyorlar. Küresel ortalama sıcaklığı, aşırı iklim koşullarına doğru yükseltmeye devam ediyorlar. Ve biliyorsunuz, sürekli aynı şeyi tekrar ediyorlar. ‘Endişelenin, endişelenin! Panikleyin!’ Ancak bilim hiçbir zaman bir iklim acil durumunun var olduğunu öne sürmedi.”
“CO2’in kötü adam olduğuna ve varoluşsal bir tehditle karşı karşıya olduğumuza inanıyorsanız, net sıfır CO2, yanlış bir politikadır. Yapılan her şey – elektrikli arabalar saçmalık. CO2’in nasıl davrandığına bakın. Şu ana kadar trilyonlar harcadık, zerre kadar değişmedi. Aynı hızla yükselmeye devam ediyor” dedi.
“Politikaların tek amacı toplumu daha fakir hale getirmektir. Ve eğer daha fakirseniz, daha az dirençli olursunuz. Yani CO2’in varoluşsal bir tehdit olduğuna inanıyorsanız ve politikalarınız bunu önlemek için hiçbir şey yapmıyor ancak sizi daha az dirençli hale getiriyorsa, şunu sormak gerekir: Patolojik bir sadist misiniz?”
Lindzen, Dünya’nın küresel olduğunu ve yaklaşık 20.000 yıl önceki Son Buzul Çağı sırasındaki büyük iklim değişikliğinin sera etkisinden (ısının dünya yüzeyine yakın bölgede sıkışmasından) kaynaklanmadığını, tropik bölgelerle kutuplar arasındaki sıcaklık farkından dolayı meydana geldiğini unutmamak gerektiğini söyledi.
Hava durumu haritalarında batıdan doğuya doğru ilerleyen dalga benzeri hareketlerin, ısıyı tropik bölgelerden kutuplara aktaran taşınım hareketleri olduğunu anlattı.
Sürecin bir tencere suyu ısıtmaya benzer olduğunu açıklayarak, “Taşınım hareketleri belirli bir sıcaklık dağılımı oluşuncaya kadar devam eder” dedi. Kaynayan suyun hareketi, tencerenin ısınan alt kısmı ile üstteki su arasındaki sıcaklık farkını ortadan kaldırmaya çalışır.
Güneş, Dünya yüzeyine çarptığında, ekvatora dik gelirken kutuplarda yüzeye teğet geçer. Böylece suyun tenceredeki sıcaklığı dengelemeye çalıştığı gibi Dünya atmosferindeki hava da benzer bir harekette bulunur. Temel olarak ısıyı dalgalar halinde dağıtarak ekvator ile kutuplar arasındaki sıcaklığı eşitlemeye çalışır. Biz bunu hava koşulları ya da hava durumu olarak adlandırıyoruz.
“Tropik bölgelerle kutuplar arasındaki sıcaklık farklarının değiştiğine dair hiçbir kanıt yok. Geçmişte büyük iklim değişikliğine neden olan şey buydu. Gördüğümüz değişiklikler minimum düzeyde ve büyük ölçüde tropik kuşaklardan kaynaklanıyor.”
Lindzen de diğerleri gibi, “iklim acil durumu” ilan etme çabasının bilimle değil, para ve güçle ilgili olduğunu söyledi.
“Politikacıların bir tür psikolojik bozukluk içerisinde olup olmadığının merak edilmesi gerekiyor” dedi. “Belki bu yaklaşımın nedeni bazen bir çeşit nevrozdur. Ama bence siyasi gücün çekiciliğinin ne kadar karşı konulamaz olduğunu normal insanlar anlayamaz.”
Hava durumu tahmin hizmeti WeatherBell’in baş meteoroloji uzmanı Joe Bastardi, havanın sürekli olarak dengeye veya “dinamik kararlılığa” ulaşmaya çalıştığını söylüyor. Ancak Lindzen’den farklı olarak Bastardi, jeotermal etkiler nedeniyle sıcaklıkta hafif bir artış olduğunu savunuyor.
Bastardi, The Epoch Times’a şunları söyledi: “Jeolojik zaman ölçeğinde, iklim acil durumu değil, iklim optimumu diyebileceğiniz bir durumdayız. Geçmişte bu tür bir ısınma birkaç kez oldu ve gezegendeki yaşam yine de gelişti. Tahminimce geçmişteki ısınmanın sebebi okyanusların ısınmasıydı. Ve sanırım okyanuslar da su altı volkanik faaliyetlerin artması nedeniyle ısındı.”
Teorisinin mükemmel bir örneği olarak su altı yanardağı Hunga Tonga’nın 2022’deki patlamasını gösterdi. Patlama sırasında 58.000 yüzme havuzuna eşdeğer miktarda suyun, buharlaşarak stratosfere geçtiğini ve 2023 yılında bazı bölgelerde havanın ortalamadan daha sıcak olmasına neden olduğunu söyledi.
“Jeotermal aktivitedeki artışlar, deniz yüzeyi sıcaklıklarındaki artışlara öncülük ediyor” dedi. “Su buharı bir numaralı sera gazıdır. Yani eğer okyanuslar ısınırsa, havadaki su buharı miktarı artar. Sonuç olarak hava ısınır ve bu ısınma çoğunlukla ekvatordan uzakta meydana gelir. Bu da başka bir ipucudur çünkü havanın en soğuk ve kuru olduğu yerde meydana gelir. Su buharının sıcaklık üzerinde en büyük etkiye sahip olduğu yer burasıdır.”
Bastardi dinamik denge fikrine geri dönerek, sıcaklık değişiklikleri meydana geldiğinde atmosferin “karşı koyduğunu” açıkladı.
“Burada en büyük sırrı açıklıyorum – ve bunu yalnızca kasırgaları takip eden bir meteoroloji uzmanı anlayabilir – 1990’larda iklim aktivistlerinin öne sürdüğü sıcak nokta kapanları tropik bölgelerde asla ortaya çıkmadı. Çok farklı bir tepki gösterdiler ve Kuzey Kutbu’nun üzerinde görüldüler. Bu, atmosferin sıcaklık değişimlerine tepki gösterdiği anlamına geliyor” dedi.
Bastardi “bu kışın, çok çok soğuk ve çok çok fırtınalı” olacağını öngörüyor.
“Kuzey Kutbu’nda ısınma varsa, ısınmaya doğal bir tepki [soğuma] olacaktır. Okyanus ısındığında bu büyük El Niño’ların sönmesi gerekiyor. Sönüp gittiklerinde, bu çok güzel olacak. Yani sıcaklıklardaki artışı doğrudan büyük El Niño’larla ilişkili bir fonksiyon olarak görebilirsiniz” dedi.
Sıcaklık jeotermal aktiviteler nedeniyle artıyorsa bunun insan faaliyetlerinden kaynaklanmadığını ve 2050 yılına kadar net sıfır CO2 hedefinin anlamsız olduğunu söyledi. “Benim kanaatime göre bu insanlar, iklim ve hava koşullarından tamamen farklı bir nedenle bu iklim acil durumunu öne sürüyorlar” dedi.
Hikâyenin Sorgulanması Gerek
Uzay için tasarladığı yaşanabilir binalarla tanınan bir mimar ve Houston Üniversitesi’nde profesör olan Larry Bell, The Epoch Times’a “İklim, iklimi etkileyen bir sürü parametrenin bir bileşimidir” dedi. “İklimi modellemek zordur, çünkü farklı değişkenlerin tamamının onu etkileme oranlarını bilmiyoruz.”
“Bazı parametreler yüzlerce, binlerce, on binlerce yıldır değişiyor. Bu değişimler gezegenimizin güneş sistemindeki veya galaksi içindeki konumuyla ilgili. Atmosferle hiçbir ilgisi olmayan okyanus değişiklikleri – El Niño ve La Niña, güneş ışınımındaki değişimlerin (astrofiziği ilgilendiren manyetik değişiklikler) etkisiyle oluşuyor. Bu yüzden gerçekten karmaşık ve iklim bilimi dediğimiz kavramların çoğu ileri seviyede uzmanlık gerektiriyor. İnsanlar bir şeyler üzerinde çalışıyor, ancak çalışmalar da birbiriyle bağlantılı değil.”
Örneğin jeologlar, iklimin kayalara ve jeolojik oluşumlara yansıyan uzun vadeli etkileriyle ilgilenirken, matematikçilerin ve astrofizikçilerin iklime farklı baktığını söyledi. Ve sonuç olarak bu farklı disiplinlerden hiçbirinin iklim davranışını çözdükleri söylenemez çünkü bu “akıl ermez derecede karmaşık”.
İkinci Dünya Savaşı sırasındaki olaylar nedeniyle atmosferdeki CO2 miktarının artmasına rağmen, atmosferdeki soğumanın savaştan sonra kırk yıl boyunca devam ettiğini söyledi.
Bell, iklim değişikliğiyle ilgilenmeye başlamasını şöyle anlattı: ABD Hava Durumu Uydu Servisi’nin kurucusu Fred Singer, 1979’un başlarında kendisini ofisinde ziyaret etmiş ve uydu hava durumu verilerinin bazılarının öngördüğü sonuçları vermediğini göstermişti.
Bell “Hava durumu uydularının ‘tropik bölge troposferi üzerinde var olduğu tahmin edilen sıcak noktayı’ göstermediğini söyledi” dedi.
“İklim modelleri önce atmosferin, sonra da dünya yüzeyinin ısınacağını öngörüyordu. Bu nedenle ekvator üzerinde bir sıcak noktanın tespit edilebileceğini tahmin ediyorlardı ama onu bulamıyorlardı.”
Bell, o zamana kadar iklim değişikliği üzerinde fazla düşünmediğini, ancak yıllar geçtikçe ve bu konuda daha fazla şey duydukça sürekli değişen hikâyeleri sorgulamaya başladığını söyledi. Sonra şunları anlattı:
“İlk başta ‘buzulların sıcak denizlere geleceği’ ve küresel soğumanın sorun yaratacağı endişesi vardı. Ancak 10 yıl sonra bu endişeler ‘küresel ısınma’ korkusuna dönüştü.”
“Washington’da küresel ısınmayla ilgili bir senato oturumu düzenlenmesine yardımcı olan Timothy Wirth, ünlü bir dergiye şunları söyledi: ‘Toplantıyı yılın en sıcak gününe denk gelecek şekilde planladık. Toplantıdan önceki gece, toplantı odasına girip tüm pencereleri açtık ve klimayı kapattık’.”
“James Hansen… NASA’nın bir parçası olan Uzay Araştırmaları Enstitüsü’nün başındaydı. Toplantıda çıktı ve şöyle dedi: ‘Gezegen yanıyor ve buna biz sebep oluyoruz!’. Bu da hikâyenin bir parçasıydı çünkü tüm bu yeşil enerji olaylarının öne sürülmesine bir başlangıç oluşturdu.”
Bell, bilim adamlarının yüzde 97’sinin küresel ısınmaya insanların neden olduğu konusunda hemfikir olduğu iddiasının gerçekçi olmadığını söyledi.
Bilim adamlarının iklimin değiştiği konusunda hemfikir olduğunu, ancak “acil durum gibi bir şey olmadığını” söyledi.
“Son küçük buzul çağından bu yana iklim aralıklarla ısınıyor. Ve bu devam edebilir. Ancak New York’ta Özgürlük Anıtı’nın kıyısındaki görüntülerine baktığınızda suların yükselmediğini görürsünüz. Deniz seviyesi yıllar öncesinden kayda değer ölçüde farklı değil. Yani bu bir fıkra gibi ama gerçek. Bunu gözlerinizle görebilirsiniz” dedi.
Bell, iklim alarmı verenlerin ileri sürdüğü bir başka hikâyeye göre, hava koşullarının kasırgalar ve atmosferdeki diğer felaketler şeklinde giderek daha kötüleştiğini söyledi.
“Tek yapmaları gereken kayıtlara bakmak. Hayır, durum giderek kötüleşmiyor! 30’lu yıllarda kasırga mevsimleri çok daha kötüydü. Onlar ölü sayısı veya maddi hasar açısından bakıyorlar ama bugün kıyılarda o zamana göre daha fazla insan yaşıyor” dedi.
Bastardi de Bell’in görüşünü doğruladı: “Kasırgaların kinetik enerjisi azalıyor. Bunu ACE [Accumulated Cyclone Energy-Birikmiş Siklon Enerjisi] endeksiyle görebiliyorsunuz; giderek düşüyor.”
“[İklim alarmı verenler] ortalama bir insanın her küçük ayrıntıyı düşünecek ve inceleyecek vakti olmadığının farkındalar.. özellikle de insanların maaştan maaşa yaşadığı ve sürekli işlerini düşündüğü bu çağda.”
“Sıradan insan, geçmişe göre mülk değerinin 100 kat daha fazla olduğu ve enflasyonun tavan yaptığı gerçeğine bakmıyor. Bugün bir kasırga Fort Myers gibi bir yere ulaştığında veya Myrtle Beach gibi bir yeri vurduğunda, daha önce olduğundan çok daha fazla zarar verecektir.”
İklim alarmı verenler tarafından öne sürülen mevcut hikâyeler hakkında kendisini en çok neyin endişelendirdiği sorulduğunda Bell şu cevabı verdi: “İklim histerisinin ve yanlış bilginin, siyaseti nasıl yönlendirdiğini önemsiyorum. Ve bu siyaset, ekonomik refahımızı belirleyen temel politikalarımızı yönlendiriyor. ABD’nin savunma uzmanlığını onlar belirliyor: Donanmayı etanolle yönetmeyeceğiz. Hava Kuvvetlerini uzatma kablolarıyla yönetmeyeceğiz. Bu kesinlikle delilik. İnsanlar iklimi bilim olarak düşünüyor. Hayır, değil. Bu, hükümetin önemli bir mesnet noktasıdır, globalizmdir ve ABD’nin lehine değildir.”
“İklim korkusunu güçlendirmekten daha etkileyici, daha etkili hiçbir şey kesinlikle yok.”
Yazan: Katie Spence, The Epoch Times
Çeviren: Hatice Atmaca, The Epoch Times Türkiye
Yorumlar kapalı, ancak trackbacks Ve pingback'ler açık.