Platon, tarafsızca dünyanın en büyük filozoflarından biri olarak ünlüdür. Bilakis, 20. yüzyıl filozofu A.N. Whitehead bir keresinde, tüm Batı felsefesinin “Platon’a bir dizi dipnottan” başka bir şey olmadığı yorumunu yapmıştı.
“Cumhuriyet” adlı kitabının sonunda Platon, ilginç Er mitosunu anlatır. Buradaki “Mit”, onun yanlış bir şey olduğu ya da doğaüstü varlıkları, kahramanları, tanrıları, maceraları ve benzerlerini içeren geleneksel bir hikaye olduğu şeklindeki çağdaş anlayışımızdan ziyade, eski Yunanca’da “açıklama” anlamına sahiptir.
Tesadüf eseri, Er’in bu mitosu -açıklaması- doğaüstü varlıkları içeriyor! Ancak bu, hikaye şeklinde eski bir Yunan efsanesi değildir; gerçekliğin nasıl yapılandırılırmış olabileceğine dair bir filozofun açıklamasıdır.
Geleneksel bir mit olmamasından (bu yüzden Yunan mitlerinin çoğunun derlemelerinde yer almaz) ve bir filozof tarafından yazılmasından (unutmayın, Platon şairleri çok yıkıcı olduğu için yasaklamak istemiştir) ötürü, çok fazla statü veya güvenilirlik verme konusunda temkinliyim. Ama yine de, kadim bilgelerden birinden geliyor ve ben buna bilhassa derinden saygı duyuyorum.
Er efsanesi nedir ve günümüzde nasıl faydalıdır?
Er Efsanesi
Er, savaşta ölen bir adamdı ve ölen diğerleriyle birlikte öbür dünyaya götürüldü. Orada, kişinin öbür dünyada nereye gideceğine karar veren yargıçların olduğu harika bir yere geldi. Orada cennete iki kapı (bir giriş, bir çıkış) ve dünyaya iki kapı (yine giriş ve çıkış) vardı. İyi ruhlar göğe, kötü ruhlar ise yeryüzüne indirildi. Kahraman, Er, her iki yere de gönderilmedi ancak tüm süreci görebilmesi ve ölümden sonra olanları yaşayanlara rapor edebilmesi için, olduğu yerde kalması söylendi.
Ne meydana geldi? Cennete gidenler, tarif edilemez güzellik manzaraları anlatarak, tamamen temiz ve mutlu geri döndüler; dünyadan dönenler kirli ve sefildi. Aslında, ikinci bahsedilenler yaptıkları her günahın 10 katını telafi etmek için bin yıl harcamak zorunda kalmıştı.
Dahası, geri dönmelerine hiçbir şekilde izin verilmeyen bazı kişiler -zorbalar, katiller ve diğer en büyük günahlardan suçlu olanlar- vardı; ruhları sürekli yüzülüyordu.
Ancak geri dönebilenler için, o noktadaki yolculukları yalnızca birinci aşamaydı. Yedi gün daha sonra, Gereklilik, kızları (Mireler) ve Deniz Kızları ile birlikte bir çayırda toplandılar.
Burada, her bireyin seçtiği şeyin kendi sorumluluğunda olduğunun açık olduğu bir çekiliş yapılır. Özünde (bir filozoftan oldukça felsefi bir nokta), yaptıkları seçim, hem fiziksel yaşamlarında hem de öbür dünyada şimdiye kadar başlarına gelenlerden ders aldıklarını göstermeleri gerekir.
Bu noktada başka bir insan veya hatta bir hayvan olarak reenkarne olmayı seçebilirler. Bunu yapmadan önce unutkanlığın sularını içerler ve böylece yeni hayatlarına temiz bir sayfa ile başlarlar. Ancak, gerçek şu ki, ruh ölümsüz olduğu için hayata geri dönüyor.
Er bu suları içmez ve böylece (10. günde ve dramatik bir şekilde) kalıntılarını yok etmek üzere olan cenaze ateşinde uyanır ve ölümden sonra gerçekte ne olduğunu açıklamak için hayata döner.
Peki bu neden önemli ve günümüzle ilişkisi ne? Felsefi bir eğilim olmasına karşın, sadece boş bir spekülasyon değil mi?
Ruhlarımız Ölümsüzdür
Bence bu hikayenin önemli olmasının dört nedeni var. Birincisi ve muhtemelen en önemlisi, büyük filozof Platon’un çağların bilgeliğiyle, yani ruhun ölümsüz olduğu konusunda hemfikir görünmesidir.
Ruh, ister Sümer, Babil, Mısır, Yunan, Roma, İskandinav ve Kelt kültürleri olsun, ister İslam, Hinduizm, Hıristiyanlık, Yahudilik ve hatta Budizm gibi günümüzün büyük dinleri olsun, geçmişin tüm kültürlerinin bildiği ve saygı duyduğu bir şeydir. En son Budizm’den bahsetmemin nedeni, Platon’un versiyonuyla kısmen örtüşen kendi reenkarnasyon kavramları olması.
Reenkarnasyonun bir bakıma cehennemi deneyimleme biçimi de olabileceğini unutmayın, çünkü Er’in gözlemlediği gibi, yeni hayatlarını seçenlerin hepsi akıllıca seçim yapmıyor.
Şu anda içinde yaşadığımız materyalist dünyada bu, modası geçmiş ve alakasız görünebilir, ancak bu tanıklığın itibarı çok büyük. Bunu görmezden gelmek için, tüm eski ve şimdiki dindar insanları ilkel cahiller olarak bir kenara atmalı ve o kadar şaşırtıcı oranlarda bir kibir yaymalıyız ki, günahın köküne yalnızca Yunanca “hubris(kibir)” kelimesi gerçekten inebilir.
Bu da bizi ikinci noktaya götürüyor.
Yargılanacağız
Ruhun ölümsüzlüğünü kabul etmekle birlikte, ahirette de bir yargılanması vardır. Ruhun ölümsüzlüğüne olan inanç Batı’da popüler olmayan bir kavram ise, bu durumda “sağduyu” – hesap verebilirlik – çok daha az popüler ve dışlanmış.
Hepimizin bir vicdanı olmasına rağmen, davranışlarımızdan sorumlu olduğumuzu düşünmekten hoşlanmıyoruz. Saklayana veya duyarsızlaşana kadar vicdanımız bizi, suçluluk, utanç, pişmanlık ve benzeri duygularla, yanlış yaptığımız konusunda uyarır.
Aksine, Batı’da sağduyuyu baltalamaya çalışıyoruz. Bunu her şeyden önce dili yozlaştırarak yapıyoruz. New York Times köşe yazarı ve yazar David Brooks’un “Karaktere Giden Yol” adlı kitabında belirttiği gibi:
“Modern kültür, günahın yerine hata ya da duyarsızlık gibi fikirleri koymaya çalıştığında ya da “erdem”, “karakter”, “kötülük” ve “ahlaksızlık” gibi kelimeleri tamamen yasaklamaya çalıştığında, bu, hayatı daha az ahlaki yapmaz; bu sadece hayatın kaçınılmaz ahlaki özünü sığ bir dille kararttığımız anlamına gelir.” “…Üstelik günah kavramı da gereklidir çünkü köklü bir şekilde doğrudur.”
Ahlakın Temel Sözlüğü
Bu da bizi Er efsanesinin önemi hakkındaki üçüncü noktamıza taşıyor: Hikaye, kişisel sorumluluk ihtiyacını vurguluyor. Elbette, ahlakın temel söz dağarcığına – örneğin “iyi” ve “kötü” gibi sözcüklere – artık sahip değilsek, o zaman sorumluluk almak bizim için çok daha zor hale gelir. Uzun zaman önce, 1950’lerde, Hıristiyan hümanist Dorothy L. Sayers şöyle yazmıştı: “İrade ve muhakeme gibi yetilerimize olan güvenimiz sarsıldı ve yıkılmamız, sorumlu bireyler olarak kendimize olan ilgimizi de beraberinde götürdü.”
Kaderimizi Seçmek
Son olarak dördüncü nokta, üçüncü noktanın bir sonucudur: yaptığımız seçimlerin önemi. Bu seçimler her şeyi belirleyecektir, tıpkı “her şeyin” kaderimiz ya da alın yazımız olması gibi.
Efsanede, üç Mire’nin (burada kişileştirilmiş Gerekliliğin kızları) kura çekilişinde yer alması ilginçtir. Modern dünyada söylediğimiz gibi, seçimlerin sonuçları vardır, ancak giderek daha fazla insan bu gerçeği görmezden gelmek istiyor gibi görünüyor. Yazar ve filozof Ayn Rand’ın konuyu mükemmel bir şekilde özetleyen harika bir aforizması vardı: “Gerçekliği görmezden gelebiliriz, ancak gerçeği görmezden gelmenin sonuçlarını görmezden gelemeyiz.”
Bu gerçeği ifade etmenin bir başka yolu da, hayatın ahlaki olduğu için anlamı olduğunu söylemektir. Doğru vardır, yanlış vardır ve bu yapıyı “Gerekliliğin Kirmeni” (evren) ayakta tutar. Bu bizi doğrudan iki numaralı noktaya götürüyor: Bir yargı var.
Bu, şüphesiz, belirli dini mezheplerimizden bağımsız olarak, çağdaş düşünce ve inançlarımızın çoğu için büyük bir panzehirdir: Ruh ölümsüzdür. Ölümden sonra bir yargı vardır. (Hayatta da sıklıkla, Budistlerin dediği gibi, “Öfken yüzünden cezalandırılmayacaksın, öfken tarafından cezalandırılacaksın.”)
Eylemlerimizden biz sorumluyuz ve bu nedenle yaptığımız seçimlerin ebedi sonuçları vardır. Dante alimi Prue Shaw’un gözlemlediği gibi, bu önermelere inanmak insan yaşamını yükseltir, “Arzuya göre içgüdüsel olarak hareket etmek hayvan olmaktır.” Ahlak bunun panzehiridir.
Makale yazarı: James Sale / The Epoch Times
Çeviri: Gian Serra / The Epoch Times TR
Yorumlar kapalı, ancak trackbacks Ve pingback'ler açık.