New York’a ben de önyargılarla gitmiştim.
Grup olarak gittik. Ulaştığımızda, İstanbul’dan arkadaşlarla da buluşacaktık. 10-11 kişilik bir grup olacaktık orada. JFK havaalanına indikten hemen sonra metroya ulaşmak için ‘‘air train’’ e bindik, ardından metroya ulaşıp Flushing bölgesine gittik. Burada geceliği 90 dolar olan 3 kişilik bir odada kaldık ama temizdi. Fare yoktu. Binalar eski olunca fare olabiliyormuş. Fare, New York’un sorunlarından birisiymiş bu arada. Sıcak su, internet sıkıntısı da yoktu otelde. Sahipleri iyiydi, bizi hiç rahatsız etmediler 10 gün boyunca.
Flushing bölgesi, Queens Adasında yer alıyor. Burası yeni Chinatown olarak da isimlendiriliyor. İlk hissettiğim şey insanların yorgun olduğuydu. Metrodaki insanların yüzünde pek bir gülümseme yoktu ve havada o büyük kent kokusu vardı.
Flushing’e doğru yayılan bölge, tuğla binalardan oluşuyor. Zamanında ekonomik ve sağlam olsun diye yapılmışlar. Bölgeye güzel bir kimlik vermiş bu binalar. Lüks bir bölge değil burası, düşük, orta gelirli insanların yaşadığı bölgeler fakat ben kendimi böyle yerlerde rahat hissediyorum zaten.
Flushing durağında indik. Beklediğimden daha iyiymiş. Her yer Çince tabelalarla dolu. Yüksek bina yok. Etrafta yemek büfeleri, marketler var. Çinliler burayı da istila etmişler, karınca gibiler.
New York’ta 24 saat sıcak su var. Şehir suyu içilebiliyor. Şişe suyu çok pahalı (küçük su Manhattan’da 2-3 dolar arasında değişiyor). Bir dolara da bulduk biz gerçi ama nadiren bulabilirsiniz….o yüzden musluktan rahatlıkla içebilir ve tasarruf yapabilirsiniz.
Ayrıca Flushing’de çok ucuz yemek yiyebilirsiniz. Noodle’ın tabağı büfelerde 1 dolar. Koca bir tabak veriyorlar ve çok doyurucu. Bazlama benzeri bir şey yapıyorlardı ve çok lezzetliydi. New York’taki en güzel şey, o soğanlı bazlamaydı bence , 1 dolar. Tibetlilerin momo dediği büyük mantılardan da yapıyorlar fakat Çinliler başka bir şekilde adlandırıyor bu yemeği. Gayet doyurucu bir yemek o da… (ismini vermeyeceğim şimdi ama arkadaş nefes almadan götürüyordu koca mantıları). Ben yemedim, çiftlik domuzundan yapıyorlarmış, yiyemiyorum bir türlü şu domuzu….aklıma o garip yüzü geliyor yemeye çalışırken. 1 veya 1.5 dolara bu yemekten de alabilirsiniz.
Dediğim gibi arkadaşım sabah bu momo’dan paket yaptırıp çantasına atıyordu. Manhattan’da yemeğe çok para vermeyeyim derseniz, öğlen vakti sizi tok tutar bu yemek. Her yer park zaten şehirde. Acıktığınızda bizim gibi bir parka gidip köyden indim şehre oyununu oynayabilirsiniz. Çok rahat oynanıyor bu oyun burada, kimse bakmıyor.
Büyük bir Falun Dafa konferansına katıldık biz burada. Zaten bunun için gelmiştik. Yaklaşık 8 bin kişi vardı konferansta. Bir önceki gün ise yine büyük bir yürüyüş vardı. Yaklaşık 10 bin kişi yürüdük. Muhteşem anlardı tabii. Bu arada polisler çok sağlamdı. Güvenliğimizi çok iyi sağladılar, etrafta kuş bile uçurtmadılar. New York polisi fena, yanlış yapma gibi bir lüksünüz yok. Kurallara uyacaksın yoksa senin açından iyi olmaz gibi görünüyor.
Faaliyetler yaklaşık 4 gün sürdü. Sonra şehri biraz dolaştık. Central parka gittik, biraz dolandık. Burada bisiklet kiralayıp dolanmak mantıklı olacaktır. Fazlaca bir özelliği yok, sadece büyük bir yeşil alan burası.
kısa kısa…
-New York Metropolitan ve National History Müzesine vaktiniz varsa gidin derim. İkisine de gitme fırsatım oldu müthiş müzeler gerçekten. Normal şartlarda sadece tek bir günde gezilebilecek müzeler değil fakat sabah giderseniz akşama kadar tatmin olabilirsiniz. Milyonlarca eser sergileniyor bu müzelerde. İlgi duyduğunuz bölümleri gezebilirsiniz.
Sokak başlarında seyyar yemek arabalarını sıkça görüyorsunuz. Temiz yemek yapıyorlar, rahatlıkla yiyebilirsiniz. Mutlaka şehir turu yapın, ben yapmadım ve sonradan da pişman oldum. Times meydanında yanınıza gelip size turlarını satmaya çalışıyorlar zaten, kendinize uygun süreli turu seçip dolaşın. Fazla yorulmadan şehrin dokusunu anlamanızı kolaylaştıracaktır. Beğendiğiniz yerlere sonra siz kendi başınıza yine gidersiniz.
Soho, Little Italy, Chinatown bölgelerini dolaştık. New York’un Nişantaşı-sı gibi diyelim bu bölgeler için. Yan yana bölgeler zaten.
-Brooklyn köprüsüne gidin, köprüden yürüyüp Manhattan tarafına geçin. Köprünün karşı tarafında bir park var…ismi nedir bilmiyorum bu parkın.. biz de internetteki bir forumdan öğrenip gitmiştik. Bu parktan manzara müthiş. Yürümeye başlamadan önce burada oturup dinlenin ve manzaranın keyfini çıkarın.
-Park demişken Manhattan’ın göbeğindeki Bryant parkı da unutmayın… Bryant Park soluklanmak için güzel bir nokta. Gece daha da güzel.
Özgürlük anıtına gidip vaktinizi boş yere öldürmeyin. Onun yerine The Bronx’u gezin. Bu arada, şehrin sokaklarında değişik bir koku var. İlk gittiğimde çok enteresan geldi bu koku. Sonradan alışıyor ve artık pek duymuyorsunuz. Arkadaşlar önce sokaktaki yemek arabalarından dolayı dediler fakat bu koku metro ızgaralarından geliyormuş.
Şehre ilk ulaştığınızda mutlaka haftalık bir metro kartı alın. Bir hafta sınırsız kullandığınız bu kart 20 dolar. Eliniz ayağınız bu kart olacak. Çok yaygın bir metro sistemi var ve tüm şehri bu kartla gezebilirsiniz. Bir metro haritası almayı da unutmayın. Metro içindeki görevlilerden isteyebilirsiniz. Harita olmadan doğru durakta inmeniz neredeyse imkansız.
Metro çok kullanışlı olmasına rağmen bayağı eski, bazı yerleri oldukça pisti. Bizim İstanbul metrosu bal dök yala kalır bunun yanında ama dokusunu sevdim. Kullanılan sarı çelik iskeletler çok mekanik bir doku vermiş metroya.
Devasa taş binaları korumuşlar. Gözümü rahatsız eden tek bir bina bile olmadı. Manhattan’da çirkin tek bir bina bile görmedim. Bazı binalar çok büyük olmalarına rağmen o kadar iyi konumlandırılmışlar ki hiç rahatsız etmiyorlar. Bazı taş binaları durup izledim, çok güzellerdi. Kendisi yorgun, insanı yoran bir şehir olabilir belki ama yine de İstanbul kadar yorucu gelmedi bana. İnsanlar daha yavaşlar İstanbul’a göre ve ne istediklerini daha iyi biliyorlar gibi. İstanbul çıldırmış, millet ne yaptığını bilmiyor, bizim köyde kaos var.
Bu arada Çinli punkçılar çok çirkin oluyormuş… hele hele ayağına parlak gümüşi renkte‘‘yumurta topuk’’ tabir edilen türden bir şey giymişler ise hiç çekilmiyorlar.
-Central park civarındaki mahalleler çok güzel. Yüksek olmayan taş binalar, temiz caddeler, her yer moda evleri, sanat galerileriyle dolu. Sokaklar çok sakin.
-Scientology tarikatına bağlı kiliselerden birinin önüne polis demir bir barikat kurup gitmişti. 10-15 kişilik bir genç grup, barikatın ardından demediklerini bırakmıyorlardı. Kiliseden çıkan ve zengin oldukları her hallerinden belli olan şık giyimli siyahi bir aile, şaşkın bakışlarla onları izliyordu. Ama birbirlerine saldırmadılar.
Koskoca New York’ta, Mersin’dekinin %10’u kadar korna sesi duymadım. Caddelerinde ezilme tehlikesi yaşamadan rahatça dolaştım. Dilenci azdı…anlatıldığı kadar evsiz de görmedim.
-Gidişi ve dönüşü Delta-air ile yaptık. Sorun yaşamadık. Gidiş dönüş toplamda 600 dolar gibi komik bir para ödedik. Dedikleri gibi korkutucu değildi. Uçaklar gayet iyiydi ama evet doğru hostesler birazcık yaşlıydı ve birazcık bıyıkları da vardı belki bazılarının… ama olsun biz sorun etmedik. Çok iyilerdi bence, bize çok iyi davrandılar.
-Soho’daki Converste çalışan siyahi kızlar çok güzellerdi. Delta Air in hosteslerine hiç benzemiyorlardı.
Dönerken, Flushing’den havaalanına otelin sahibi götürdü bizi …35 dolar gibi bir paraya götürdü, 15-20 dakikada gittik, hiç trafik te yoktu…yalnız adamın konuştuğu İngilizce hangi yöreye aitti onu tam anlayamadık.