Baterist Sterling Campbell: David Bowie ile Anılarım
Bowie’nin yakın çalışma arkadaşı baterist Sterling Campbell anılarını Epoch Times için kaleme aldı.
NEW YORK – 1978 yılıydı. O zamanlar 14 yaşımdaydım ve müzik eğitimi alıyordum. Bir gün New York’un kuzeyinde yer alan apartmanımın koridorunda yürürken Dennis Davis adlı baterist ile karşılaştım. Herhangi bir profesyonel müzisyen tanımıyordum ve ona safça “Nereye gidiyorsunuz” diye sordum.
Dennis “Bu akşam konserim var, Madison Square Garden’da çalıyorum” deyince afalladım! Hatta “David Bowie ile sahneye çıkıyorum. Gitmek ister misin?” deyince iyice şaşırdım ve bana bir konser bileti uzattı.
O zamanlar, David Bowie ile ilgili bildiğim tek şey “Fame” adlı şarkıydı. Buna rağmen, ilk kez kendi başıma bir konsere gidiyor olma fikri beni çok heyecanlandırdı. Baterist olmak istiyordum ve profesyonel müzisyen tarafından konsere davet edilmiştim. Her şey işte o gün başladı.
Işıklar söndü ve David sahnede parladı – daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim. … Çok farklı bir deneyimdi o günü tatlı bir anı olarak hatırlıyorum.
David soul ve R & B gibi kentsel estetik ile Avrupa estetiğini birleştirebiliyordu. Grup şaşırtıcıydı ve birlikte çok iyi iş çıkarıyordu. Bateride Dennis Davis, gitarda Carlos Alomar, basta George Murray, gitarda Adrian Belew, orgda Roger Powell, kemanda Simon House, piyanoda Sean Mayes vardı.
Benim için müthiş bir deneyim ve dönüm noktası oldu, çünkü o akşam hayatımı müziğe adamaya karar verdim. Ayrıca müziğin ne kadar uçsuz birşey olabileceğini de gördüm.
1980’li Yıllar
Ondan sonraki yıllar, yeni müzikler keşfetmek ve kendimi geliştirmek için plak mağazalarında saatlerce zaman harcadım.
80’li yıllar başladı ve ben liseye geçtim. Orjinal LaGurdia Müzik ve Sanat Lisesine gidiyordum. Aynı yıl gittiğim okul ile ilgili olan “Fame” filmi vizyona girdi.
The Pedantiks ve Urban Blight gibi gruplarla çalışmaya başladım.
Müzik 70’li yıllara kıyasla çok değişmişti ve “Low,” “Heroes,” “Lodger” gibi parçalar 80’li yılların müziğine damgasını vurmuştu.
Çok canlı bir zamandı. Hip-hop, dans müziği ve yeni romantik akım hepsi o zamanlar ortaya çıktı ve David de 1980 yılında “Scary Monsters”ı piyasaya sürerek bu değişime ayak uydurdu. Daha sonra “Let’s Dance” adlı parçası 1983’te 1 numaralı hit şarkı oldu. David Nile Rodgers’ı yapımcı olarak ekibine almıştı. Nile Madonna, Duran Duran ve INXS ile önemli başarılara imza atmaya devam etti ve beni David ile tanıştıran kişi oldu.
1988 yılında, turne ve sonrasında gruba katılmam için Duran Duran’dan teklif geldi. Nile ile bu vesile ile tanıştım. Temasımızı koparmadık. 1993 yılında Duran Duran ile çalışma sonlanınca Nile’dan bir telefon geldi: David Bowie’nin yeni albümü “Black Tie White Noise” için müsait olup olmadığımı sordu. Bulutların üzerine çıktım!
Sihirli Günler Başlar
David ile ilk toplantım harika geçti. Sonunda kahramanım ile tanışmıştım. Çok samimi ve güleryüzlü biriydi; yeni albümü için heyecanlı görünüyordu. Benim Dennis Davis okulundan olduğumu bilmiyordu. Hem David’in müziğine hem de Dennis’in tarzına çalışmıştım. Böylece kendi tarzımı yarattım ve biraz da Dennis’den esintiler ekledim.
David ve Nile sonuçtan memnun gözüktüler.
David benim için inanılmaz öğrenciler yetiştiren bir üniversite gibiydi. Yaratıcılığının bir kısmı yetiştirdiği yeteneklerden geliyordu- sadece müzisyenler değil, yapımcılar, moda tasarımcıları, film yapımcıları, sanat tasarımcıları, fotoğrafçılar ve daha birçok insan. Ve bizler aile gibi olmuştuk.
70’lerin sonunda Dennis, David’in bateristi iken Zack Alford, Poogie Bell ve ben Dennis’in çevresindeydik ve bu şekilde işin birer parçası olduk. Bir tür aile ağacı gibi ve yıllar sonra bile hala birbirimize bağlıyız.
David ile birlikte olmak aynı zamanda kardeşlik gibiydi. Özel bir yerdi. Sadece U2, The Who ve The Stones gibi gruplar bu özelliğe sahiptir.
İnanılmaz iyi mezunlar grubu vardır ve diplomamız David’in yarattığı müzik olasılıklarıdır.
“Black Tie White Noise” albümünün yapımından birkaç yıl sonra David beni aradı. Yeni albümü “Outside”ın çekimleri için müsait olup olmadığımı sordu. Bu sefer İsviçre’de Brian Eno ile çalışacaktım.
Cenevre gölü ve Fransa’nın Evian Dağları ile çevriliydik – inanılmaz bir manzara eşliğinde çalışıyorduk. Benim için çok özel bir tecrübeydi. Kendimi çok şanslı hissettim.
Bu işin parçası olmak ve takımın uyumlu çalıştığını görmek rüya gibiydi. Aynı zamanda çok da güldük. Biz çalarken, David hepimizin çok sayıda resmini ve portresini yaptı. Tam anlamıyla büyüleyici bir deneyimdi.
1994 yılında Soul Asylum grubunun üyesi oldum. Tabi o sırada David’in “Outside” için turneye çıkıp çıkmayacağını bilmiyordum.
Sonra bir gün David’den telefon geldi. Turneye çıkacaklarını söyledi, bu benim için rüyaydı. Fakat o sırada Soul Asylum ile anlaşmıştım ve onları yarı yolda bırakamazdım. O sebeple hayır demek zorunda kaldım. David’e çocukluk arkadaşım ve yetenekli baterist Zack Alford’u tavsiye ettim.
İkinci Kez Buluşma
1990’ların sonunda, “Hours” albümü için David’den bir telefon daha aldım. David’in çok etkileyici bir ses tonu vardı – ondan telefon gelmesi hediye gibi bir şeydi.
Ben, Gail Ann Dorsey, Earl Slick, Mark Plati, Mike Garson, Catherine Russell, ve Gerry Leonard’dan oluşan bir grup kurdu. 1999’dan 2004 yılına kadar birlikte çalıştık. Çok harika bir macera oldu. Tüm dünyayı dolaştık ve müthiş bir müzik yarattık.
David’in son büyük turnesi Reality idi. Benim en sevdiğim ve hiç unutamadığım bir turneydi. Kataloğundaki birçok parçayı çaldık. Yanılmıyorsam 50’den fazla parça öğrendik. Tüm dünyayı dolaştık – 9 ayda 100 şehirde konser verdik. Ve tabi ki çok güldük, eğlendik.
Kesinlikle David ile çalışmanın en güzel yanı onun çok komik bir insan olmasıydı. Sahnede sürekli birbirimizi güldürmeye çalışırdık. Las Vegas’ta bir akşam son parça “Ziggy Stardust”ı çalıyorduk ve parçanın sonunda orkestra büyük finali yapmadan önce David’in tek başına müziksiz söylediği bir kısım vardı. Tam bu sırada yerimden kalktım ve David’in yanına gittim. Orkestra tekrar çalmaya başladığında ben onun yanında duruyordum ve ekipten J.W benim yerime geçmişti. David, bir an bana baktı bir de bateriye ve sonra gülme krizine girdi. Başka bir şovda da tüm ekip birlikte ona aynı şakayı yaptık.
Aradan altı yıl geçti. Bir gün yine David’den bir telefon geldi. Görüşmeyeli epey bir zaman olmuştu. Nasıl olduğumu sordu ve yanına uğramamı istedi. Şok olmuştum ve “Tabi ki” dedim.
Onu tekrar görmek çok güzeldi. “The Next Day” 2013 albümünde çalışmak için müsait olup olmadığımı sordu.
Müthişti. Bateri dağılıyordu ve biz aranjman üzerinde çalışıp bir mikrofon ile dijital kayıt cihazına çok basit bir şekilde kaydedecektik. Bu birkaç hafta kadar sürdü, sonra müziği üzerinde tartışmak için eve götürdü.
Albümün yapılacağı sırada, bir problem oldu. Kimseye bunu söyleyemedim. Bu yaklaşık iki yıl sürdü. Zack başladı ve çoğunu yaptı; ben o sırada meşguldüm ama projenin sonuna yetişebildim ve birkaç parça yaptım.
Efsane
David’i en son o zaman gördüm. Sonra temasta kaldık ama görüşemedik. Yeni albümünün piyasaya çıkacağı haberi geldi. İlk single çıktığında ona email attım ve bana söylediği son şey “Teşekkürler Ster” oldu. Ster bana taktığı isimdi. Sonra bizi terk etti.
Şimdi o artık bir efsane ve ben ise David Bowie ile yaşadığım anılarımla kaldım.
David çok samimi ve bambaşka bir insandı. Çok yardımseverdi. Pek çok şeye önem verirdi, insan haklarına önem verirdi ve dünyada olup bitenden hep haberi vardı. Deli gibi okurdu.
2002 yılında Falun Gong’a karşı yapılan zulmü protesto etmek için Çin’e gittim. Falun Gong benim uyguladığım geleneksel bir meditasyondur. Protesto için oraya gittiğimde tutuklandım ve ülkeden ihraç edildim.
Çok ilginç bir iki hafta yaşadım. İlk hafta Çin’de tutuklanmıştım, ertesi hafta ise Tibet House için David ile Carnegie Hall’da sahneye çıkıyordum. Hazırlık çalışmalarını kaçırmıştım fakat konsere yetişebildim.
Anlatacak çok hikaye var aslında. David’in çevresinden olan herkesin anlatacağı bir Frodo Baggins macerası vardır. Bu işte 25 yıl çalıştım ve çoğunluğu David ile beraber müzik yapmak ile geçti. Onun ailesinin bir parçası olarak Dennis, Zack ve diğerleri gibi çok sayıda dost edindim.
David beni ve diğer müzisyenleri hep kendimiz gibi olmaya teşvik etti. Çok nadir ne yapmamız gerektiğini söylerdi. Yaratıcı olmak bize kalmıştı. Benim düşüncelerime saygı duyardı ve herkesin fikrini açıkça söylemesini isterdi. David ile çalışmak gerçekten bir şerefti ve onu hep sevgi ile anacağım.