Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakın çalışan isimlerin her gün test yaptırdığını söyledi.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, katıldığı televizyon programında AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yakın ekibe hemen hemen her gün koronavirüs testi yapıldığını söyledi.
“Düzenli bir test yapılma sıklığı var mı?” sorusuna, “Tabi biz her gün test yapıyoruz.” şeklinde cevap veren Kalın, “Her gün koronavirüs testi oluyoruz. Hemen hemen her gün. Mutlaka mesai öncesi test yapılıyor. Hamdolsun şu ana kadar iyi getirdik” şeklinde konuştu.
Kalın’ın konuşmalarından satırbaşları şu şekilde;
Kalın, son zamanlarda sık sık gündeme gelen tarikat ve cemaatlerin durumuyla ilgili olarak da konuştu:
“Biz artık cemaat diye yola çıkan bir yapılanmanın nasıl bir terör örgütü haline geldiğini gördük. Yani şimdi bir hadis var, ‘Bir Müslüman 2 defa aynı yerden sokulmaz’ diye. Yılan 2 defa sokuyorsa artık siz zaten kontrolü kaybetmişsiniz demektir. Geçmişe doğru baktığınızda devleti ele geçirmeye çalışan çok farklı gruplar elbette olmuştur. Bunları da sadece dini cemaat ya da tarikat diye kodlamak da çok yanlış. Farklı ideolojik gruplar da olmuştur. Sağ kemalistler, sol kemalistler gelmiştir, “Devlet bizim” demiştir. Başka başka tipler ya da ideolojik örgütlenmeler… Masonlar gelmiştir, onlar bunlar gelmiştir, kendilerince “Devlet bizim” iddiasıyla ortaya çıkmışlardır. Bunların hepsi yanlış. Dini cemaatler toplumun bir gerçeğidir. Kendi sınırları içerisinde toplumun ortak menfaatine hizmet ettikleri müddetçe, meşru sınırlar çerçevesinde faaliyet göstermelerinden daha meşru bir şey olamaz. Onları, ne olduğundan daha toz pembe ne de olduğundan daha kötü daha korkunç göstermek doğru bir şey olmaz. Böyle bir hüküm vermek de yanlış olur.Herhangi bir cemaat ya da ideolojik grupla ilgili somut, verilere dayalı tehdit teşkil eden bir durumu varsa biz ona derhal müdahale ederiz.”
Kalın’ın açıklamalarından öne çıkanlar şu şekilde:
DAĞLIK KARABAĞ
“Karabağ meselesine baktığımız zaman 30 küsur yıldır çözülememiş bir mesele. Ermenistan defalarca Azerbaycan topraklarını işgal etmiş, ateşkesleri ihlal etmiş, yapılan anlaşmalara karşı eylemlerde bulunmuş. Bu süreci bir kere tarihi derinliği içerisinde okuduğunuzda Ermenistan’ın agresif, saldırgan tutumu bizi şaşırtmıyor. Yıllardır batılı devletler tarafından şımartılan, belki bu yönde hareket etmesi için kulağına bir şeyler fısıldanan bir küçük devletten bahsediyoruz. Mesele Ermenistan meselesi değil. Mesele daha büyük, orada bir güç mücadelesi… Güney Kafkaslarda hangi güç sistemi hakim olacak. Temel soru bu. Burada Azerbaycan, Türkiye batı ittifakının da bir parçası olarak bütün bu bölgedeki ihtilafları Rusya’nın da katılımıyla birlikte çözelim diye bir perspektif geliştirdi. 2010 yılında Türkiye Oslo protokolleriyle Ermenistan’la ilişkileri normalleştirmeye yönelik önemli bir adım attı.
Burada kaybedilmiş bir 10 yıldan bahsediyoruz. Burada kaybeden Türkiye ya da Azerbaycan değil. Burada kaybeden Ermenistan’dır. Ermenistan, Türkiye ile Azerbaycanla ilişkilerini normalleştirmiş olsa kazanan yine kendisi olacak.
Tovuz’a yapılan saldırı Karabağ’ın dışına direk Azerbaycan topraklarına yapılan bir saldırıydı. Çok tehlikeli, çok provokatif bir saldırıydı. Bizim Azerbaycanla çok özel bir ilişkimiz var. Birçok Azerbaycanlı komutan Türkiye’de eğitim görür bu çok doğal bir şeydir. Kara günde de Türkiye bütün kurumlarıyla Azerbaycan’ın yanında olmuştur, olmaya da devam edecektir. Bunu sorgulamak abesle iştigal! Azerbaycan’a bir şey dokunduğunda bu Türkiye’ye dokunmuştur. Bunu birbirinden ayrıştıramazsınız.
İşgalin sona erdirilmesi ciddi bir şekilde gündeme alınmayacaksa bu sorunun çözümü mümkün değil. Yaklaşık 30 yıldır bütün uluslararası toplantılarda kayda geçirilmiş resmi bir pozisyon vardır; Karabağ Azerbaycan toprağıdır.
Dünyada Rusya’nın pozisyonu belli zaten. Amerika ve Fransa’ya baktığınız zaman dünyada en organize Ermeni diasporası bu ülkelerdedir. Biz gerçekçi olacaksak meseleyi doğru tanımlayalım.
Son derece doğru bir şey söylüyor Sayın Aliyev. Çünkü burada gene tarafsız bir şekilde yani sorunu çözme odaklı Türkiye’nin oynayabileceği çok önemli bir rol var. 30 yıldır Minsk grubu bu konuda bir çözüm üretmediyse biz bir 30 yıl daha mı bekleyeceğiz. O zaman başka bir mekanizma üzerinde düşünelim. Başka mekanizmaları devreye sokalım. Sayın Aliyev’in de dediği Rusya madem Ermenistan’ın tarafında onlar orada olsunlar. Türkiye de Azerbaycan’ın tarafında burada olsun. Biz dörtlü olarak bu meseleyi çözmek için ne yapabiliriz birlikte oturup konuşalım. Türkiye olarak biz buna hayır demeyiz. Mutlaka enine boyuna detaylı bir şekilde değerlendirilmesi gereken bir konu ama prensip olarak Minsk grubunun 30 yıldır bir çözüm üretememesini dikkate aldığınız zaman yeni bir mekanizma üzerinde düşünmenin, konuşmanın ciddi manada vakti gelmiş demektir.
TÜRKİYE’NİN AB ÜYELİĞİ
Türkiye’ye önerilen şeyler muğlak vaatler. Evet “Türkiye-AB Mülteci Anlaşmasını gözden geçireceğiz, güncelleyeceğiz.” Nasıl, ne zaman, ne şekilde, kim, hangi mekanizmayla. Bunun genel prensibini bir defa ortaya koyarsın. 10 defa aynı prensipleri konuşmazsınız. Bakın biz Cumhurbaşkanımızla Brüksel’e bu konuları konuşmak üzere Mart ayında gittik. O zaman da aynı şeyleri konuştuk. Hala bize Ekimde evet, “Türkiye ile AB mülteci anlaşmasının güncellenmesi konusunda prensip kararına vardık, çok önemli bir noktaya geldik” demek. Bu işi çok ciddiye almadıklarını gösteriyor. Aynı şekilde vize serbestisi konusu. Bu konuda gelin artık adımlar atalım. Kimin ne yapması gerektiği belli. Bu sorunlar var. Çünkü AB içinde de mütecanis bir bakış açısı yok. Türkiye’nin AB’ye daha yakın olmasını savunan ülkeler de var. Türkiye’ye çok daha mesafeli duran kendi sorunlarını Türkiye sorunsalı üzerinden çözmeye çalışan ülkeler de var.
ORUÇ REİS
Onlar açısından gerilimi tırmandırmaya çalışan bir unsura dönüştürecekler. Gerilimi tırmandırmaya çalışacaklar. Bize göre bu arama tarama çalışmaları bize yakın olan kıta sahanlığı bölgesinde olduğuna göre buna itiraz etmelerini gerektiren bir durum yok aslında.
Yarın güç dengeleri değişir gene Türkiye ile baş başa kalırlar. AB’yi araçsallaştırarak Türkiye üzerinde bir baskı kurma politikasının netice vermeyeceğini nihai olarak görmeleri gerekir.
SERRAC’IN İSTİFASI
Şimdi Libya’ya bakarsanız son 3-4 ayda sıcak çatışma yaşanmıyor. Tam da müzakerenin birlik içinde verilmesi gereken bir dönemde Trablus’un içi karışırsa, birileri bunu karıştırmak için uğraşıyor doğru. Buradan Trablus zararlı çıkar. Dolayısıyla Libya buradan kaybeder. Bu tabloya baktığınız zaman Libya’da Türkiye kazanımlarını korumaya devam eder çünkü biz Libya’nın meşru hükümetiyle çalıştık. Dolayısıyla yeni hükümet, yeni aktörler devreye girdiğinde Türkiye buradaki kazanımlarını muhafaza eder.”
Yorumlar kapalı, ancak trackbacks Ve pingback'ler açık.