İnsanlığın Tek Çözüm Yolu: ‘HOŞGÖRÜ’
Türkiye’nin mevcut haliyle farklı kültürel, sosyal, ekonomik, dini ve etnik yapılara mensup olan topluluklardan oluşan bir bütünlük olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama Türkiye’nin böyle bir bütünlük olmasının yanında, bir bütünlük içinde yaşayabilmek için gerekli olan bilinç alt yapısının ne olduğunu acaba biliyor ve bunu kavrayabiliyor muyuz? Bu noktada ortaya çıkan “asgari müşterekler” kavramının farkında mıyız? Eğer toplumda “asgari müşterekler” sağlanamazsa, değer farklılıkları ve çıkar çatışmaları yüzünden topluluklar arası nefret ve öfkenin ortaya çıkması ile kolektif huzurun bozulmasının kaçınılmaz olduğunu görebiliyor muyuz? Herkesin yaşam ve var olma haklarına saygılı olunması gerektiğini görebiliyor muyuz? Bir grubun saygı gösterdiği herhangi bir değere diğer grup tarafından saygı gösterilmiyor ise bu durumun kolayca çatışmaya ve öfkeye dönüştüğünü yıllardır gözümüzün önünde görüyoruz. Bu durumda bu asgari müşterekleri karşılamak için, bu farklı grupların önderleri tarafından kabul gören mutabakatlara ihtiyacımız oluyor ki yeni sürecimiz bundan başka bir süreç değildir aslında. Çözüm bu “asgari müşterekler”de buluşmak ve bu müştereklerin sürekliliğini sağlamaktır. Bu mutabakatların yokluğunda ve toplumsal uzlaşmanın yaşanamadığı durumlarda, toplumun bölünmeye yatkın olduğunu ve farklılıkların ortaya çıkardığı deneyimlerin sonucunda insanların içerisinde uyanan duygusal tepkilerin, bu deneyimlerin sürekli olarak yaşanması ile de, bir döngü biçimlendirdiğini ve durumun her geçen gün daha da içinden çıkılmaz bir hale geldiğini ve bu sarmalın da nihayetinde toplumu gittikçe daha çok ayrıştırdığını her gün yaşıyoruz.
Bu yüzden, toplumsal bütünlüğü yaratmak için bütün ortak müşterekler konusunda mutabakata varılmadan önce, gelecek adına sahip olduğumuz yaraları iyileştirmek adına, yerine getirilmesi gereken en önemli alt yapısal değer belki de ‘Hoşgörü’ olmalıdır. Ama bizim sahip olduğumuz hiçbir ‘Hoşgörü’ kavramı şu anda içinde bulunduğumuz derin yaralardan oluşan toplumsal psikolojiyi tedavi etmeye yeterli görünmemektedir. ‘Hoşgörü’ genel anlamda gündelik dilde kullandığımız ve bir insanı hatalarından dolayı mazur görmek anlamındaki ve karşıdaki insanı düşünmekten çok kendi içimizdeki öfkeyi, biraz da kibirle, rahatlatmaya yönelik olan sıradan bir ‘Hoşgörü’ kavramı olmamalıdır. Aslında bunun gibi bir ‘Hoşgörü’ kırıntısı diyebileceğimiz ve yalnızca kendimizi rahatlatmaya yönelik olan ve sadece anlık tepkimizi ertelemeye yarayan bir “Hoşgörü”nün sonucu olarak sabrın taştığı günün bir gün geldiğini hepimiz biliriz. Öncelikle duygusal yaraları derin olan Türkiye gibi bir ülkede ‘Hoşgörü’nün derin bir şekilde anlaşılması ve uygulanması bu açıdan hayati gözükmektedir. Ve ‘Hoşgörü’nün, bir ‘Erdem’ ve asil bir davranış olarak anlaşılmasında evrendeki ‘Etki-tepki’ prensinin anlaşılması da hayatidir.
Newton’un fiziksel bir yasa olarak ortaya koyduğu ve eskilerin “Ne ekersen onu biçersin” sözleriyle bize anlatmaya çalıştığı ‘Etki-tepki’ yasası ya da belki de diğer bir dille ‘Adalet’ mekanizması bize her zaman yaptıklarımızın sonuçları ile er ya da geç karşılaşacağımızı söyler. Dünyada baş etmeye çalıştığımız küresel ısınma, ekolojik bozunum, nesillerin tükenmesi, çevre kirliliği ve açlık ve susuzluk gibi gerçekler ‘Etki-tepki’yi gözlerimizin önüne sermektedir. ‘Etki-tepki’ yasası bize yaptığımız her şeyden sorumlu olduğumuzu ve bir gün sonuçları ile mutlaka karşılaşacağımızı söyler. Geçmişte birçok bilim adamı, devlet adamlarını ve insanları bu tür konularda uyarırlarken pek dinlenmediler ve dünyamız sonuçta bu hale geldi. Çıkarlar uğruna, nasıl olsa bir gün bir çare bulunur anlayışının sığ bakış açısıyla, gelecek göz göre göre feda edildi.
Bu yüzden ‘Etki-Tepki’ prensibinin anlaşılması, aynı zamanda ‘Erdem’ olanın ne olduğunun anlaşılması ile de ilgilidir ve ‘Hoşgörü’ de yalnızca insana has bir değer ve ‘Erdem’dir. Aslında ‘Hoşgörü’nün gerçek anlamını ‘Etki-Tepki’ ile bağlantısını kurduğumuz zaman anlayabiliriz. Bu bağlantı nasıl kurulabilir? Eğer biz insanlar yaptığımız her şeyin sonuçları ile karşılaşıyorsak ve yaptığımız kötülüklerin sonuçları ile de bir gün karşılaşacaksak, evrenin ‘Adalet’ mekanizması da her an çalışıyorsa, o zaman kötülüğe uğradığımız ya da maruz kaldığımız insan için uzun vadede üzülmek durumunda değil miyiz? Eğer her birimiz yaptığımız tüm kötü şeylerin sonuçları ile bir gün karşılaşacaksak ve evrenin ‘Adalet’ mekanizması da her an çalışıyorsa, o durumda kötülüğüne uğradığımız insan uzun vadede, böyle bir davranış şekli geliştirmiş olduğu için, yaptığı tüm kötü şeylerin sonuçları ile karşılaşıp bir yıkıma uğramayacak mıdır? Bu durumda onun bizden çok daha kötü bir duruma düşeceğini düşünmek doğru olmaz mı? Bu durumda o kişi bizden daha fazla üzülünecek durumda değil midir? Tabii ki bir insan gerçekten evrendeki ‘Etki – Tepki’ prensibine inanıyorsa ve bu doğru inanca sahipse ve evrendeki adaleti anlamışsa, hala kendisine karşı kötülük yapan bir kişiye karşı, özellikle kendisi acı çekerken, ‘Hoşgörü’ duyması son derece zor bir şeydir. Bu prensibi bu hayatta en iyi anlayan ve uygulayan liderlerden biri Gandhi idi. Bir kişi size çok büyük bir kötülük yaparken, kendinizi bir kenara koyup, karşınızdaki kişiyi düşünmeyi başarabiliyor ve onu incitmemeyi başarabiliyorsanız, işte bu gerçekten ‘Erdem’ adını hak edebilecek son derece yüce, asil ve bilgelikle dolu bir harekettir. Bu hareket zaten aydınlanmış insanların, ermişlerin ve peygamberlerin ve gerçek liderlerin davranışlarıdır ki böyle bir davranışın ödülünün sonsuz olduğu söylenir. Çünkü erdemli davranan kişi bütün insan davranışlarını aşan ve tam bir bilgelik gerektiren bir davranış sergilemiştir. Ancak böyle davranışta bulunabilen bir insanın gerçek özgürlüğe ulaşmış olduğu ve insani olan her şeyi aşmış olduğu söylenir. Halklar yalnızca yok olma gerçeği ile karşı karşıya kaldığı zaman belki de bu davranıştan zorunlu olarak vazgeçebilir. Çok erdemli bir insan olduğunu bildiğimiz Atatürk belki de bu yüzden ‘Milletlerin hayatı tehlike ile karşı karşıya kalmadıkça, savaş cinayettir’ demiş olabilir. Çünkü bilgelikle dolu erdemli bir davranış dışındaki her hareket insanlığı bir çıkmaza daha sürükleyecektir. Toplumumuzun yaralarını sarabilecek ve onu gerçekten dönüştürebilecek bir “Hoşgörü” de, “asgari müştereklere” ulaşmadan önce ancak böyle bir kavram olabilir ve ancak böyle bir “Hoşgörü” kavramı ile yaralar iyileşip yeni bir başlangıç yapılabilir.