KOZMİK AHENK: her şey ve herkesle uyum İçinde

Foto : Pixabay

Koşulsuz sevgi, evrendeki tüm canlıların temel yapı taşıdır. Kuantum fizikçisi ve Nobel Barış Ödülü sahibi Hans-Peter Dürr ve bilge Raimon Panikkar (1918 – 2010) arasında konuyla ilgili birçok diyalog geçmiştir. Onlar, “Sevginin – Evrenin ana Kaynağı” olduğu fikrinde birleşmiştir ve sonradan çıkardıkları kitabın adı da bu olmuştur.

İçimizde var olan kaynakla güçlü bir şekilde bağlandığımız takdirde, yaydığımız enerji ve ilahi kıvılcım yoğun bir ışık haline gelir. Doğanın her yerinde, evrenin sanatsal hatlarını görmek mümkün. Aynı zamanda, var olan her bir hücre, yaradılışa hiç bitmek bilmeyen bir aşk ve sevgi ile bağlıdır.

Bizler sonsuz evrenin aynaları gibiyiz. Su ne kadar bulanık olursa olsun, gökyüzündeki berraklığı, farklı derecede de olsa yansıtacaktır.

Kendimizi tekrar bulmalıyız. Kendi varlığımızın derinliklerine inerken; kendimizle, gerçek kimliğimizle, kozmosun evrenselliğiyle karşılaşırız.

Atmosfer, ışık ve ses dalgalarıyla doludur. Yalnızca, bilimsel olarak doğrulanabilir vericilerin dünyasında yaşayanlar, “verici kozmos”u dinleyemez ve alamazlar.

Tüm evreni kucaklamamız gerekir ve bu kucaklaşma içimizde gerçekleşir. Fakat bizler sürekli olarak, orijinal var oluş kaynağımızı ve Tanrı’yı kendimizin dışında arama eğilimindeyiz.

Cesurca içsel hazinemize girmediğimiz sürece, orası bomboş kalır. Durum bu olduğunda, içeriden dışarıya hiçbir ışığın yayılması mümkün olmaz. Birçok kişi dışardan yansıtılan ışıkla yaşar, fakat asıl yapılması gereken içteki ışıkla bağ kurmaktır.

Tüm yaşamımız dingin, eğlenceli ve sürekli olarak yaradılışın merkezine doğru bir yolculuk ve dönüş olabilir. Bu şekilde yaratılışın bir parçası olarak kendimizi, dönüştürerek yenileyebiliriz. Sahip olduğumuz tüm duyularımız mutluluğu görmek içindir.

Varlığımızın katıksız ve en saf halinin özü, sevgidir. Var olmamızın tek sebebi sevgidir.

Sartre ” bu, anlamsız bir tutku değildir, tam aksine Tanrıya olan bağlılık ve sevgidir”, demiştir.

EGO’muz öldüğünde, ebedi yurdumuzun kapısı açılır ve bu şekilde kendi özümüzü görür ve gerçekten kim olduğumuzu anlarız.

Her birimiz kendimizi dünyanın merkeziymiş gibi algılıyor ve bu nedenle de, tıpkı astronom Copernicus’un dünya görüşünün yanlış olması gibi, sahte bir dünyada yaşıyoruz. Hayatımızın gerçeğini ve merkezini keşfetmeliyiz. Sahip olduğumuz cehalet perdesi kaldırılmalıdır.

İnsanoğlu huzursuz, arzularla dolu ve bağımlıdır – sürekli bir arayış içindedir. Platon, insanı asla doldurulamayacak kırık bir kaba benzetmiştir. Dünyevi zevkler, fiziksel olanın çeperinde kalır ve çekirdeğe nüfuz etmez.

Büyük kemancı, sanatçı, insan ve uzlaştırıcı Yehudi Menuhin (1916 – 1999) çok güzel söylemiş:

“Sadece, organik doğayla nasıl uyum içinde kalacağını bilenler hayatta kalabilir. İnsan ile ilgili her şeye, insan vücuduna ve insan ruhuna hayranım. Ebediyet ve şimdi arasında elektrik telleri vasıtasıyla gidip gelen nabız gibiyiz. Topluca, yaşam ve rekabetçi izolasyon arasında bocalıyoruz, genel ve özel arasında parçalanmış durumdayız. İnsani yaşam biçimimizin gizemine dair içgörü kazanmamıza ve böylece bizi çevreleyen, kuşatan ve bizi bekleyen tarifsiz gerçeğe dair doğru bir anlayış kazanmamıza yardımcı olacak olan, hoşgörüyü ve merhameti zamanla edinmemiz mümkün.”

İnsan, evrenin tadını çıkarmak için yaratıldı. Tüm yaratılış aynı anda ışık ve karanlıktır, daha doğrusu ne ışık ne de karanlıktır. Mistik deneyim, aydınlık ve karanlık arasında hiçbir farkın olmadığı, var olan her şeyin gerçekliğinin algılanmasıdır.

Sevgi gelecektir. Sevgi, sevildiğini hissetmek, seni seven ve sana gülümseyen başka birinin varlığını hissetmektir. Kendine boş ve diğerine dolu olmak demektir.

Bir bütünlük içinde yaratılış, ebediyen genç ve yenidir. Yaratılışın eserleri her zaman muhteşemdir ve dünya her sabah onun tarafından yeniden yaratılmışçasına uyanır. İçimizdeki bu paha biçilmez hazine ve kaynak, eskimeyen, daima sadık, asla ölmeyen, tek aşktır.

Dünya sadece bir yansıtılışmış görüntüdür. Platon’un dediği gibi, dünya bir mağara duvarındaki resimler gibidir. Farklı bir bakış acısıyla, sinema ekranındaki resimlere benzer, tuvalin kendisi, yani yalın gerçeklik daima dokunulmadan ve değişmeden kalır.

Yalnız olmak, insanın kendisiyle baş başa kalma cesaretini ve en derin boşluğunu, neşesini ve mutluluğunu deneyimlemesini gerektirir.

İçsel iyileşme süreci, “locus vacui” boşluğun bulunduğu yerde gerçekleşir. Tamamen boşluk (İngilizce: vacation, emptiness) durumunda özlem biter, arayış sona erer ve sonsuz bereket ve bolluk ortaya çıkmaya başlar.

İnsan ömrü kısa değildir, tam aksine sonsuzdur. Bizi bekleyen ölüm değil, sonsuzluktur.

Ölmek için değil, sonsuza kadar yaşamak için doğduk.

Her zaman anda kalmak, geleceğin ve geçmişin ötesinde bir yaşamdır. Ölmüyoruz, tıpkı kozasında uyuyan ve sonra bir kelebeğe dönüşen bir tırtıl gibi sürekli olarak, gelişiyor ve kendimizin daha mükemmel bir versiyonu haline gelerek ilerliyoruz.

Evren ölmez, dünyanın bir sonu yoktur, sürekli bir gelişme ve yenilenme vardır.

Biyolojik evrim sayesinde yeryüzündeki tüm canlılarla kardeşiz ve dirilişimiz bu evrimde bir başka adım olacak. Büyümenin tüm aşamaları, her birimizin geçmesi gereken başka bir acılı ölümdür.

Cennetin krallığı, tüm doğanın doğasında bulunan ve aynı zamanda yaşamın temel yasası olan, sürekli var edilme ve yok oluşun evrimsel bir sürecidir: Gelenekler, devrimler, dönüşümler, maceralar, düzen, yeniden keşif, bunun bir parçasıdır. Bir tohum ölür ve yeniden doğar, mevsimler gelir ve geçer, insanlar doğar ve ölür, hayatın tamamı sürekli yenilenme, yeniden yaratma, yeniden dönüşümden ibarettir.

Yıldızlı bir gecede kendimizi uzayın sonsuzluğuna kaptırabiliriz. Samanyolumuz 300.000 milyon yıldıza sahiptir; tek başına, 300.000 güneş kadar güçlü parlayan yıldızlar var; 100 milyondan fazla incelenmiş Samanyolu galaksisi var. İnsan zihni tüm devasa dünyalardan çok daha büyüktür, çünkü o, onları anlayarak özümseyebilir ve içine alabilir. Evren biziz – bu sanki bir evrenin, diğeri bir evrene bakmasına benzer.

Cennette olmak, bakmak, sevmek ve yaşamak anlamına gelir. Cennetin krallığı tebaası olmayan bir krallıktır.

Lao Tse’nin “Tao Te Ching” adlı eserinin 68. bölümünde şunları yazmıştır:

“İyi bir asker şiddet peşinde koşmaz.

İyi bir dövüşçü  sinirlenmez.

İyi bir kazanan  intikam almaz.

İyi bir işveren mütevazidir.

Tartışmamanın erdemi budur.

Bunun anlamı: başkalarına liderlik etme sanatı.

Bu, cennetle uyum içinde olmak demektir.”

Haber : Roland R. Ropers, The Epoch Times Almanca’dan çevrilmiştir.

Çeviri : Evren Durmaz, The Epoch Times, Türkiye

Yorumlar kapalı, ancak trackbacks Ve pingback'ler açık.