Türk Filmlerinden Özür Diliyorum

‘Kabiliyet bir kıvılcımdır.”

Zorluk görmeden büyüyenler için Türk filmleri aşırı dramatik ve arabesk bulunabilir. Elbette her sanat eserinde bezemek esastır fakat ana hikâye genellikle gerçektir. Sanat eseri derken bugün film sanatından bahsediyoruz. Özellikle bizim kuşak açısından, 1970-1990 yılları arasındaki olayları anlatan, özel TV ve dizi furyası önceki dönemde üretilenlerdir. Çünkü bizim kuşak, benim düşünce grubumdakiler bakımından 1990’lar sonrası hikâyeler ve yaşanmışlıklar, konuları itibariyle yapaylaşmaya, ucuzluğa doğru geçiştir. Hayatı tanımadan büyüyen ve belli bir ideolojik arka planla yetişen ben, verdiğim tarihler arasını işleyen Türk filmleri ‘acılı arabesk ve aşırı abartılı’ seviyesi düşük yapıtlar olarak görürdüm. Oysa o günkü Türkiye sosyolojisi başka türlü nasıl anlatılırdı? Acı, yoksunluk, haksızlık hayatın ta kendisiydi. Toplumun büyük kesimi öyle yaşardı.

Büyük şehirlere göç, gecekondulaşma ve bunların oluşturduğu kültür, arabesk bir kültürdü. Mimarisi, ulaşımı, mahalle – köy hayatı buna uygundu. Dolayısıyla sinemasını ve anlatılan konuları da bundan bağışık düşünemezsiniz ki bugünkü yazımızı yazma nedeni de Çarşamba akşamı yapımcı Hilmi Topaloğlu’nun hayatını ele alan ‘Prestij Meselesi’ filmidir.

Prestij Meselesi, Hilmi Topaloğlu’nun kurduğu Prestij Müzik; starları Mahsun Kırmızıgül, Özcan Deniz ve Halûk Levent özelinde o günkü müzik piyasası ve Türkiye koşulları etrafında gayet başarılı ve duygusal biçimde anlatıyor.

Filmi o gün ikinci kez izledim. Yönetmen koltuğunda Mahsun Kırmızıgül oturuyor. Mahsun Kırmızıgül başka yapımda kendi hayatını da filme çeken bir sanatçıdır. Özcan Deniz de şarkıcılığı yanında yönetmen ve yapımcılık yapmıştır. Haluk Levent de ‘Ahbap’ adlı yardım kuruluşu ile adını layıkıyla duyurmaktadır. Onları şöhrete kavuşturan Hilmi Topaloğlu, türkücü Mustafa Topaloğlu’nun kardeşidir ve erken yaşta vefat etmiştir.

Filmin anlattığı dönem arabeskçi dönemin inişe geçtiği, pop ve taverna müziğinin yükselişe geçtiği, o ara dönemi konu alıyor ki gayet duygulu ve gerçekçi bir Türkiye fotoğrafı yansıtıyor. Bana göre o yıllar acılı, acıklı arabesk döneminin sonudur. Öncesinde Ferdî Tayfur, Orhan Gencebay filmlerinin domine ettiği döneme göre gayet şehirli ve az acılıdır.

1977 yılında Çanakkale Emek sinemasında gözleri yaşlı, Ferdi’nin ‘Derbeder Filmi’ni izlemiş biri için ‘Prestij Meselesi’ şehirli ve daha az acıklı olmasına rağmen gözleri buğulandıracak kadar iyidir.

Sert bir çocukluk, fakirlik görmeden büyüyen ben, gözlerim yaşararak izlediğim halde, filmlerde anlatılan konuları aşırı abartılı ve gerçek dışı bulurdum. Filmlerin üzerinden ancak bir yirmi yıl geçtikten sonra, oradaki hikayelerin sanatsal süsleme yanında, yaşanmış gerçek olaylar olduğunu kabul ettim ve Türk filmlerinden özür diledim. ‘Hayır ya bu kadar da olmaz’ dediğim her şeyin mümkün olabileceğini çok ileri yaşlarda anladım.
Korunaklı yaşadığım için sevineyim mi, yoksa hayatın gerçeklerini tam tanımadan büyüdüğüm için ve bu yüzden hayattan kopuk yaşadığım için üzülmeli miyim? Kararsızım ama özrüm bakidir.

Yanıt Ver

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.