Kafede Sanat Poetiği

“Sanatçı, çağının tanığı değilse, onun suç ortağı olur.’’
Walter Benjamin

Platon, ünlü eseri Devlet’te devleti, ideal bir polis yani bir şehir devleti olarak tasavvur eder. Fakat Devlet, edebiyat ve sanatı iyi yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak gören bizler için ütopya ile distopyanın aslında bir karışımıdır. Platon bir yanıyla heyecan verici ve kendi çağını aşmış bir filozoftur. Örneğin Platon’un yaşadığı toplumda kadın yurttaş olarak kabul edilmezken, Platon, kadınların ideal devletin yöneticileri arasında yer almalarını sağlayacak entelektüel ve ahlaki potansiyeli edinebileceklerini ve filozof kralların yanı sıra filozof-kraliçelerin de olabileceğini düşünür. Öte yandan Platon, şimdiye kadar yazılmış en etkili ve herkesçe bilinen kitaplardan biri olan Devlet’te, kendi çağının (Homeros, Hesiodos ve Tragedia yazarları gibi) en önde gelen sanatçılarını topa tutar ve edebiyat ve sanatlara yönelik o meşhur eleştirilerini sıralar.

Daha önceki bir yazımda da aktardığım gibi Devlet’te Platon, şiirin bilgiden yoksun ve kötü örneklerle dolu olduğunu Sokrates’in ağzından öne sürer.

Yine Platon’a göre şiir ile diğer sanatlar, duygu ve tutkuları harekete geçirme, hisleri kamçılama, yeniliğe eğilim gösterme gücüne sahip olması nedeniyle, adil bir şiir ve hakiki anlamda mutlu ve düzenli birey için son derece tehlikelidir. Sonuç olarak Platon, görsel sanatlar ve şiir sanatının yanılsama ve oluş alanında yani bu dünyada kaybolduğunu iddia eder.

Platon, asırlardır edebiyat ve sanatın tehlikeli olduğunu savunanların, bunların akıl dışına, ahlaksızlığa, şehvet düşkünlüğüne yol açtığını, akılları çeldiğini ve insanları yoldan çıkardığını, kamu düzenine bir tehdit olduğunu iddia edenlerin atasıdır.

Yine de Platon’un ideal şehrinde şiir ve sanat merkezi rolünü oynamaya devam edecektir. Bununla birlikte şiir ve sanat, sükûnet, düzen ve istikrarın sağlanıp devam edilmesi için sıkı bir kontrole tabi tutulacaktır. Sokrates’in şu sözleri, Platon’un edebiyat ve sanata hatırı sayılır bir önem affettiğini göstermektedir:

“Yetkiyi elinde bulunduranlar eğitime dört elle sarılmalı, eğitimi her şeye karşı korumalı ve eğitim sistemindeki en ufak bir bozukluktan haberdar olmalı. En çok da müziği ve şiir sanatını her türlü bidate karşı mümkün olduğunca korumalıdır. Başımızdakiler (filozof-krallar) bu muhkem (sağlam) kalelerini müziğin ve şiir sanatının içerisine inşa etmek durumundadırlar. (P. Goulimari. Edebiyat Eleştirisi ve Teori. VBKY)

Burada şu sonuca varmak mümkün: Platon, ideal sitesinde bir taraftan sanatı yüceltirken, diğer taraftan şairin pesimist, mistik, tutkulu ve rasyonellikten uzak evrenini “yönetici elit” için zararlı bulur. Çünkü Platon’u bu düşünceye götüren nedenler fazlasıyla mevcuttu.

Platon’un döneminde Atina demokrasisi, özellikle Perslerin despotizmi ve yönetici sınıfın popülist ve iş bilmezliği yüzünden bir kriz ve buhran içindeydi. Platon’un “ideal devlet” manifestosu da tam bu dönemde bir ihtiyaç olarak doğar. Platon’un çürümüşlüğe ve krize itiraz edecek bir entelektüel sınıf arayışında yukarıdaki niteliklerini sıraladığımız şair çare olamazdı. Şair kendi derdiyle meşguldür. Platon, Atina kültüründe şiirin sahip olduğu otoritenin temelinin zayıf olduğunu söylüyordu.

Buradan Platon’dan günümüze bir ayna tutmayı düşünüyorum. Önce yine Platon’u referans alarak:

Tekrar edelim (Ömer Faruk bu tekrarlara yaylı çalgılar eşliğinde der) Platon, şairleri “taklitçi” (mimetik) oldukları için ideal devletten dışlar. Ona göre şair, hakikatin değil, hakikatin gölgesinin gölgesini üretir. Yani üçüncü dereceden bir taklit yapar. Şair duygulara hitap eder, akla değil; dolayısıyla yurttaşın ruhunu karıştırır, adil toplumu bozar. Bu yüzden Platon’un gözünde şair, toplumun ahlaki ve düşünsel düzenine bir “yabancı”dır.

Platon’un hakkını vererek meseleyi günümüze taşırsak eğer, şair ve sanatçının toplumsal sorunlara yabancılaşması, aslında Platon’un o dışlama hareketinin ters yüz edilmiş hâli gibidir. Yani artık toplum, sanatçıyı dışlamıyor; sanatçı kendi isteğiyle toplumsal olandan uzaklaşıyor. Sanat bir tür “özel alan estetiği”ne, “kişisel ifade”ye sıkışıyor. Bu da onu hem politik hem de insani bağlamdan koparıyor. Politik ve insani bağlamdan kopan sapiens türü kadar tehlikeli bir varlık bu evrende yoktur.

Laf kalabalığını (gülümseme emojisini de buraya bırakıyorum) somutlaştırarak aktarıyorum: “toplumsal olanı değil, yalnızca kendi iç evrenini estetize eden şair ve sanatçı entelektüel kollarını bir daha iflah olmayacak şekilde budamıştır.

Ben burada bir sentez öneriyorum: Sanatçı, yalnızca toplumu yansıtan bir ayna olmamalı ama ondan tamamen kopmuş bir “boşluk sesi” de olmamalı. Walter Benjamin bu konuda son noktayı koyar: “Sanatçı, çağının tanığı değilse, onun suç ortağı olur.

Türkiye’de özellikle son yıllarda sanatın kamusal mekânlardan (meydanlardan, dergilerden, hatta sokaktan) çekilip “kapalı alan estetiği”ne hapsolduğunu söyleyebiliriz. Kafeler, küçük atölyeler, galeri odaları, sosyal medya “sanat mekânı” haline geldi. Bu durum aynı zamanda, entelektüel toplumun çözülmesiyle doğrudan ilişkili.

Yanıt Ver

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.