Doğa Ana’nın Sessiz Çığlığı

İnsanın içini en çok ne sarsar, bilir misiniz? Gürültü değildir. Aksine, bazen en derin çığlıklar sessizlikten gelir. Bir annenin gözlerinden taşan ama kelimelere dökülemeyen o yürek sızısı gibi… Doğa Ana işte tam böyle bir anne: sessiz, sabırlı, derin ve çoğu zaman görmezden geldiğimiz çığlıklarla dolu. Gelinen iklim değişikliği yağışların azalarak, dünyada ve ülkemizde kuraklığın belirgin derecede görüldüğü bir dönemi yaşıyor.

Kimi zaman bir rüzgârın yumuşak esintisinde titreşir o ses, kimi zaman bir yağmur damlası ile düşer omzumuza. Bazen bir dalganın kıyıya çarpışında kulak veririz, bazen bir ağacın gölgesinde durup unuturuz tüm telaşlarımızı. Bu ses, evrenin en eski melodisi, sevginin, sabrın ve zekânın binlerce yıldır süren fısıltısıdır. Bugünlerde insanlık, hızın büyüsüne kapılmış koşar adım giderken, unuttuğu bir şey var: Her canlının bir anası olduğu gibi, bizim de bir anamız var. Peki o kim? Evren mi doğanın anasıdır, yoksa doğa mı evreni içinden doğuracak kadar büyük bir bilgelik taşır? Bu sorunun kesin bir cevabı yok belki; ama insanın kendi içinde aradığı huzura giden yol, bu sorunun derinliğinde gizlidir.

Çünkü doğa yalnızca ağaçlardan, gökyüzünden, denizlerden ibaret değildir. O, bir anne gibi sabırlıdır; hatalarımızı düzeltmemiz için bize fırsatlar verir. Bir çocuk gibi de kırılgandır; hoyratça davranınca incinir, küser, içine kapanır. Biz ise çoğu zaman bu incinmişliğin farkına bile varmayız. Sanki evren bize sınırsız bir tolerans tanımış gibi yaşarız. Oysa hiçbir anneye öyle davranılmaz.

Doğa Ana’nın en büyük aynası ise rüzgârı, yağmuru ve denizin dalgalarıdır. Rüzgârın sertleşmesi bizim öfkelerimize benzer; koparıp savurduğu yapraklar, içimizdeki dağınıklığın dışa yansıması gibidir. Yağmur kimi zaman gözyaşıdır, toprağın ruhunu arındırır; kimi zaman da göklerin sabrının taştığını anlatır bize. Deniz ise ne kadar derin olduğunu ancak kıyıya vuran dalgalarıyla gösterir. Tıpkı insan gibi… İçinde ne fırtınalar kopar, kim bilebilir? Ne var ki insan, aynaya bakmayı hep erteler. Bir şeyleri değiştirmesi gerektiğini düşünür ama onu hep yarına bırakır. İnsanın huyu böyledir: Tükenene kadar kıymet bilmez. Nefes alınamaz bir gökyüzü altında kalmadan havanın değerini hatırlamaz. Susuzluk kapıya dayanmadıkça bir damla suyun mucize olduğunu fark etmez. Kuruyan toprağı görünce bile çoğu zaman suçluyu başka yerde arar. Oysa suçlu bizim bakışlarımızın içindedir.

Oysa doğa bize tüm cömertliğiyle bir şey söyler: “Ben senin aynanım. Bende ne eksilirse, aslında senden eksilir.”
İnsanlık bugün sürdürülebilirlik, iklim krizi, ekolojik denge gibi kavramları konuşuyor ama bu konuşmaların önemli bir kısmı hâlâ gerçek bir farkındalığa dönüşmüş değil. Teknolojik gelişmelerin büyüsüne kapılıp,
yaşadığımız gezegenin sınırlı olduğunu unutuyoruz. Oysa evren, sonsuz bir sabırla bize küçük işaretler veriyor. Bir nehrin taşması, hiç dinmeyen bir sıcak hava dalgası, zamansız kışlar, erken açan çiçekler… Tüm bunlar Doğa Ana’nın “Beni duyuyor musun?” diye fısıldadığı kelimeler aslında.

Bu noktada belki de soruyu yeniden sormalıyız: Evrenin anası doğa mıdır, yoksa doğanın anası evren midir? Belki ikisi de değil; belki biri diğerine ihtiyaç duyarak anlam kazanıyordur. Belki evren, doğayı kendi nefesi gibi yanında taşır; doğa ise evreni açıklayacak kadar büyük bir bilgelik barındırır içinde. Fakat bildiğimiz bir gerçek var: Biz, her ikisinin de çocuğuyuz. Ve bir çocuk, annesinin sesini duymaktan, onu korumaktan, ona saygı duymaktan aciz olmamalıdır.

Belki bugün kendimize küçük bir soru sorarak başlayabiliriz: Doğa Ana bize ne söylemek istiyor? Bazen bir ağaç gövdesine dokunup gözlerimizi kapatınca, bazen bir martının çığlığında, bazen bir yağmurun kokusunda o cevabı duyabiliriz. Yeter ki sessizliğin içindeki çığlığı fark edelim. Doğa bize karşı konuşmaz; bağırmaz, sitem etmez. Çünkü anneler böyle değildir. Onlar sabırla bekler, sabırla öğretir, sabırla affeder. Ama her sabrın bir sınırı, her sessizliğin bir biteceği an vardır. Gelin, o an gelmeden önce duyalım bu sesi. Çünkü doğanın sesi bizim geleceğimizdir. Biz sustukça o da susacak; ama onun sustuğu bir dünyanın çocukları artık şanslı değildir.

Belki de bugün, tam da bugün… Anlamamız gereken şey şudur: Doğa Ana’yı korumak, aslında kendimizi korumaktır.

Yanıt Ver

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.