Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ü, ölümünün 85. yılında saygı ve minnetle anıyoruz.
1938 yılının 10 Kasım gününe yaklaşılırken Mustafa Kemal Atatürk yataktan kalkamaz hale gelmiş yakınında bulunanları ise hüzün dolu derin bir bekleyiş sarmıştı.
9 Kasım Çarşamba sabahı Atatürk’te adale kasılmalarıyla istenç dışı hareketler ve inlemeler görüldü. Bunun üzerine bromürlü lavman yapıldı. Bu hareketler azaldı. Bir ara sık sık öksürdü, terledi.
Öğle üzeri saat 11.00’den sonra 3 dakika süreyle oksijen verildi. 13.10’da bu, tekrarlandı. Bayar ve Dr. Arar, saraya geldiklerinde karşılaştıkları manzara şuydu:
Dr. Asım İsmail Arar (doktoru):
“Atatürk derin bir uyku içinde idi. Nefes alma ve kan deveranı faaliyetleri muntazamdı. Etrafındaki doktorlar son tıbbi vazifelerini yapmak için feragat ve gayretle çalışıyorlar ve her çareye başvuruyorlardı. Bu doktorlar, her iki saatte bir değişmek üzere ikişer ikişer nöbet bekliyorlar ve hastalığın seyrine ait müsahedeleri ve tatbik edilen tedbirleri ve ilaçları kayıt ederek vazifelerini kendilerinden sonra nöbete girecek olan arkadaşlarına terk ediyorlardı.
Hastanın halini görünce her şeyin bitmiş olduğuna kani oldum. Yalnız bütün hayat bitmez tükenmez mücadeleler ve Türk vatanımı kurtarmak için icabında katlandığı mahrumiyetler ve heyecanlar içinde geçen ve bir seneye yakın bir zamandan beri en ağır bir hastalığın pençesinde ıstırap çeken bu büyük adamın kalbi o kadar sükûn ve intizam içinde alışıyordu ki, devam edip giden komaya rağmen artık önü alınması kabil olmayacak kötü akıbetin ne vakit gelip çatacağını tayin etmek
mümkün olamıyordu.
Akşama doğru Atatürk yeni bir komaya girdi. Gözbebekleri ışığa cevap verse de tabandan artık refleks alınamıyordu. Nefes borusundan hırıltılar işitilmeye başlandı. Başucundaki doktorlar Müşahede Defteri’ne ‘Agoni’ diye not düştüler!’
‘Agoni’, ‘can çekişme’ demekti.
9 Kasım – Saat 20.00… Resmî tebliğ:
‘Bugünü yorgun ve dalgın geçirdiler. Umumî ahvaldeki ciddiyet biraz daha ilerlemiştir. Artık tıbbın yapabileceği bir şey kalmamıştı. Dr. Akil Muhtar Özden bu resmî tebliğin yayımlandığı saatlerde Atatürk’ün başucunda onun ölüm döşeğinin karakalem resmini çiziyordu.
“Kimsenin Elinden Bir Şey Gelmiyordu”
9 Kasım – Saat 24.00… Resmî tebliğ:
“Kimsenin Elinden Bir Şey Gelmiyordu”
Saat 24.00… Resmî tebliğ: Saat 20.00’den itibaren dalgınlık artmıştır. Umumî ahval vahamete doğru seyretmektedir. Atatürk güpegündüz fani hayata veda edip gidiyor, herkes ellerini kavuşturmuş, büyük bir acz içinde duruyor, kimsenin elinden bir şey gelmiyordu. 9 Kasım’ı 10 Kasım’a bağlayan gece oldukça sıkıntılı geçti. Atatürk’e kısa aralıklarla oksijen verildi. Sabaha doğru boğazındaki hırıltılar azaldı. Şafak doğarken sarayın dışında İstanbul, parlak ve güneşli bir sonbahar sabahına hazırlanıyordu. İçeride ise, kutsal nöbettekilerin içindeki son umut ışıkları sönmek üzereydi. Saat 08.00’de Dr. Mehmet Kâmil Berk ve Dr. Nihat Reşat Belger Atatürk’e glikozlu serum verdiler. O sırada yüzünün daha da solduğu görüldü.Saat 09.00 olduğunda göğsü hızla inip çıkmaya başladı.Dünyadaki son 5 dakikasına gözleri kapalı giriyordu.Dışarıda bütün bir ulus, endişe içinde radyo basında bekliyordu. Savarona, son bir saygı duruşu için Dolmabahçe önüne demirlemişti. İçeride saray tam bir sessizliğe gömülmüştü. Odada başucunda Mehmet Kâmil Berk, bir elini karyolaya yaslamış, diğer elindeki ıslatılmış pamukla Atatürk’ün ağzına su vermeye çalışıyordu. Bu arada akan gözyaşları, ak bıyıklarını ıslatıyordu. Arada bir başını Operatör Mim Kemal Öke’nin omzuna dayayıp, hıçkırıyordu.”
Yorumlar kapalı, ancak trackbacks Ve pingback'ler açık.