Aya Bakan
Penceresi aya bakan bir oda. Hepsi hepsi bu. Çok şey istemiyorum.
Ha, bir de mümkünse, ay döndükçe pencere de – yahut oda – onunla birlikte dönsün.
Tabii ki bir de göl olmalı pencerenin önünde. Öyle ya, ay ışığı hangi sularda yıkanacak, yakamozlanacak? Aya hep pencere önünden bakacak değilim ya. Bazı geceler göldeki iskeleye yürüyüp, oradan ayaklarımı sarkıttığım suda yakamozu bozabilmeliyim muziplik adına. Ne yani, göldeki yakamoza tek müdahalem ona bakmaktan mı ibaret olmalı? Hem sadece bakmakla iletişim kurulamıyor ki. Öyle olsa -affedersiniz – öküz ile tren de vuslata ererdi.
Bazı geceler iskelede şiirlerimi kendi sesimden okuyup kendi kulağımla dinlemeliyim ki, ağzımdan çıkanı kulağım duysun ve de cümle kurbağalar sussun.
Bakın fazla şey istemiyorum – size öyle gelebilir – ama oda ve göl arasında mutlaka birkaç sıra ağaç da olmalı ki dekor tamamlansın. Çünkü bazı geceler odanın önündeki verandada – veranda istediğimi söylemiş olmalıyım – evet, verandada oturup Itrî’yi, Dede Efendiyi ya da ne bileyim Abdülkadir Meragi olmadı, Yusuf Nalkesen’i dinlerken bir rüzgar çıkıp ağaçların yapraklarını hışırdatsa hiç fena olmaz. Sırtıma bir hırka alıp güzün yaklaştığını düşünmek, nostaljik hayallerle avunmanın romantizmi… “Âh mine’l aşkı ve hâlâtihî / Ahraka kalbî bi-harârâtihî.”
Ağaçlar dedimse öyle pahalı akajular, tropikal şeyler falan değil. Basbayağı bildiğiniz kavak. Olmadı selvi de işimi görür, söğüt de.
Görüyorsunuz ya, hayattan çok şey istemiyorum. Sade zevklerim var ve bunlar bana yeter. Bunları, evet evet bunları verin bana.
…
Olmaz mı diyorsunuz? Peki kuzum ne istememi isterdiniz, siz söyleyin. Mesela barış mı istemeliyim sizin gibi? Hatta şöyle Dünya Barışı diyelim de fiyakalı olsun. Ama ne zaman barış sözü edilse uykularım kaçıyor. Çünkü epeydir, ne zaman birileri dünyaya barış getirmekten söz etse, görüyorum ki bir sürü ağlayan anne ve sakat çocuk mevzuya kenar süsü oluyor.
Peki, tamam, vazgeçtim… Sizin gibi düşüneyim, dediğiniz olsun: “Hayattan beklediğim tek şey sevmek ve sevilmek”. Tamam, böyle diyelim. Ama sizin sevgileriniz korkutuyor beni. Neyi sevseniz, bu onun mahvı oluyor, yalan mı? Mesela siz hayvanları da seversiniz, doğayı da, değil mi ? Bunun için mi kökünü kurutuyor, canına okuyorsunuz?
Ayrıca siz kadınları ve çocukları da çok sever, değer verirsiniz değil mi? Yalnız, anlamadığım şu; bir şeyi bu kadar sevdiğinizi söyleyip, sonra böyle hırpalamayı nasıl beceriyorsunuz? Yani emeğini ve bedenini sömürüp, posa haline getirdiğiniz insanları düşündükçe…
Efendim, kısa mı keseyim? Dilim fazla mı uzadı?
Tamam susuyorum, susacağım.
Yalnız… Suskunluk ve sessizlik için, penceresi aya bakan bir odaya ihtiyacım var.
–Âh mine’l aşkı ve hâlâtihî / Ahraka kalbî bi-harârâtihî: (Ah aşkın elinden ve onun hallerinden… Kalbimi ateşiyle yakıp kavurdu.)
Şeyh Galip Dede
Günümüzü anlatan harika yazınız için kutlarım Ömer hocam.Saygımla