Beyoğlu – Hüzünlü Bir Hikaye
Taksim/ Beyoğlu Türkiye’de neredeyse herkesin haberdar olduğu ve gezmekten keyif aldığı bir bölgedir. Burası ilginç bir geçmişe sahiptir. Osmanlı imparatorluğu döneminde, kapitalist sistemin benimsenmesi ile birlikte, çok sayıda yabancı işadamı, banker ve tüccar buraya gelmiş ve Beyoğlu bir ticaret merkezi haline dönüşmüş. Gelişim ile birlikte bölgede yeni binalar yapılmaya başlanmış. Beyoğlu küçük bir Paris olmuş. Öyle ki, o dönemlerde Beyoğlunda, Paris sinemaları ile eş zamanlı filmler gösteren 3 sinema varmış. Elektrikli tramvayın gelmesi ise, popülerliği daha da artmış.
Fakat Cumhuriyetten sonra durum birazcık değişmiş. Türkiye’yi terk eden yabancıların yerini, beyaz Türkler almaya başlamış. Beyoğlu sinemaları, tiyatroları, pastaneleri, sanat galerileri ve lüks mağazaları ve elit Türkleri ile hala kentin en seçkin semti imiş.
Türkiye’deki birtakım politikaların değişmesi yapısı gereği Beyoğlu’nu doğrudan etkilemiştir Örneği Türkleştirme politikalarının ağır bastığı dönemlerde Rumlar ve Yahudiler İstanbul’dan ve Beyoğlundan ayrılmıştır. Zanaatkar, üretken insanların Beyoğlundan ayrılması, semtin sosyal zenginliğine çok büyük bir darbe vurmuştur. Hatırlarsınız, bir ara durum çok vahim bir hale gelmişti. Güzelim Beyoğlu’nun arka sokakları batakhanelerle, pavyonlarla dolmuştu. Akşamları rahat yürüyemezdiniz. Ara sokaklar tehlike ile dolmuştu. Muhteşem güzellikteki Beyoğlu binaları bakımsızdı, dökülüyordu. O narin dış cepheli binaların içerisinde hırsızlar veya tinerciler uyuyordu. Sürekli olay çıkıyor, birileri vuruluyordu. Sokak kaderine terk edilmiş gibiydi. Bölgenin tarihsel imajı yerle bir olmuştu.
Hepimizin bildiği gibi son 50 yıldaki göç dalgası İstanbul’un ve onun çok önemli bir parçası olan Beyoğlu’nun yapısını çok değiştirdi. İstanbul birçok bakımdan değişti. Yaşam biçimi ve kent yaşamını algılayış değişti. Sosyal yapı, eski İstanbul insanlarının hayal bile edemeyeceği şekilde değişti. 50 yılın zenginleri şehrin kuzeyine kaymaya ve villalarda oturmaya başladılar. Güvenlik onlar için çok önemli bir hal aldı. Şehir kültüründen izole şekilde, yüzme havuzlu sitelerde oturmak istediler. Bu anlayış İstanbul’un kent yaşamına büyük bir darbe vurdu. İnşaat firmaları tarafından insanlara farklı bir yaşam biçimi aşılandı. Eğlence mekanları da artık Nişantaşı, Etiler, Bebek gibi yerlere kaymıştı. Beyoğlu’nun buna dayanabilmesi geçmişinden ve dokusundan kaynaklanıyordu. Tabi şunu da unutmamak gerekir ki, Vitali Hakko gibi Beyoğlu aşıkları semtin yok olmaması için çok çalışıyorlardı.
Bu şekilde devam eden bir dönemin ardından burada acilen bir düzeltme çalışması yapılması gerekiyordu. O dönemlerde özellikle emniyet ipleri eline aldı ve semti temizlemeye başladı. Eski binalar tadilattan geçirilmeye başlandı. İnsanların alışveriş yapabileceği veya gidip oturabileceği mekanlar açıldı. Sokak taşları bakıma alındı. Arka sokaklardaki batakhaneler, fuhuş yuvaları kapatıldı.
Beyoğlu bir bütündür. Bütünsel bir organizmadır. Her sokağı ayrı bir damar gibidir. Üzerine milyonlarca kişinin bastığı sokak taşlarının sayısız hikayesi olduğunu bilirsiniz. Kendisine has bir kokusu ve sesi vardır. Size İstanbul’u algılatır. Ne kadar bozmaya çalışırsanız çalışın sanki direniyor gibidir. Tehlikede olduğunuzu hissettiğinizde üzülürsünüz çünkü o sokaklar bunu hak etmemiştir. Ona gereken değerin verilmediğini biliyorsunuzdur.
Beyoğlu, bir “kavram”dır. Orada hem iyi hem de kötü vardır. Beyoğlu’nu anlamak için orayı hissetmek gerekir. Her ne kadar bu zorlaşıyor olsa da.