Dilden Münzevi Hayata
“Mutluluk yoluna giren, mutsuzluğa razı olur.”
Yalnızlık bir seçim mi yoksa zorunluluk mudur? Bana göre önce bir seçimdir yalnızlık. Sonra istense de istenmese de zorunluluğa dönüşür. Yalnızlığı seçen kişi, kendi yolunu yürümek isteyendir. Özgürlüğü bağımsızlığı tercih edendir. Çünkü özgür insan, sadece kendisidir. Şuculuğu – buculuğu değil kendinciliği seçmiştir.
Kendisi olduğunda istemese de yalnızlığa mahkumdur. Bilinçli isteği zamanla yalnızlığa dönüşür. Kendisi olmaya başlayan insanın etrafı boşalır. Sevimsiz, geçimsiz addedilir.
Yalnızlık önce zihinde başlar. Sonra adım adım gerçekleşme çizgisine yürür. Hiçbir akıma hiçbir ideolojiye bağlı kalmamanın bedelidir bu. Önce insanlarla arana mesafe koyarsın, sonra gittiğin mekânlara gelir sıra. Aslında kopan sensindir. Ait olamama duygusudur uzaklaştıran. Çünkü senden bekleneni vermiyorsundur, veremiyorsundur. Geçmişe göre yine de şanslıdır yalnızlığı seçen kişi. Gününüz iletişim araçları pek yalnız bırakmaz insanları.
Sabahtan akşama kötülüklerini sıraladığımız, sözde asla benimsemediğimiz sosyal medya burada imdata yetişir. Bedenin ayrı kaldığı yere sesini, yazını götürür. Cismen yoksundur ama düşüncelerin her taraftadır. Belki de yalnızlığın garantisidir sosyal medya. Öyle ya, o sayede gerçek bir yokluk asla hissedilmez. Bu teskin edici bir duygudur aynı zamanda. Çünkü tam yalnızlığı kimse kolay kolay benimsemez. Şurada burada duyulsun, beğenilsin ister içten içe…
Hani bildik bir söz vardır; ” Ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranamazsın” diye. İşte tam da olan budur. İnsanın düşünceleri değiştikçe, dili de değişir. Bütünleştiren dil, çoğu zaman insanları ayırır birbirinden. Kimileri için bir şey ‘olanak’ dahilindeyse, kimileri için ‘imkan’ çoktan doğmuştur bile. Seksen öncesi yazılıya giren her öğretmene şu soruyu sorardık; “Hocam soru kağıdına cevaplar mı yanıtlar mı yazalım?”
Tanınmış bir yazarımız kitabını yayımlatmak üzere yayımcıya uğrar. Yayımcı yazarın Türkçesine takılır. Kendi konumlanmasına göre metne yeni bir anlam vermek ister. Eski Türkçe ile öz Türkçe yer değiştirir. İlla kendi “yayınevinin dil politikasına” uydurmak zorundadır. Kıydığı her sözcük yazarın canından bir parça götürür.
Münzevi insan köşesinde huzurludur. Huzurlu olduğu kadar kırgındır da. Ama kırılganlığını çok açık etmez. Belki sadece dostlarına açılır… Münzevi insan dıştan bakıldığında durgundur. Aldatıcı bir dinginliğe sahiptir. Fakat içinde fırtınalar kopar. Bu tekinsiz ruh hali onu, düşünmeye ve yazmaya iten bitimsiz yakıttır. İki ezeli düşman arasında kalmak gibidir münzevilik.
Dilinden vazgeçen, bütününden vazgeçmiş sayılır. Bir meseleyi sade anlaşılır ve yalın biçimde ortaya koyanlar, o meseleyi anlayanlardır. Sadeleştirmeyenler, anlaşılır kılmayanlar, yalın biçimde ortaya koymayanlar, sürekli orayı burayı referans gösterenlerse, anlamayanlardır. Anlaşılmak ise, yalnızlığı hafifleten en güzel duygudur.
Ne demiş ünlü düşünür; “Dil bölücüdür. Bir avuç kelime, kıtaları birbirinden ayırır.” Sağcı bir dille solculuk anlatılır mı, ya da solcu bir dille sağcılık anlatılır mı? Anlatılsa da sahici bulunmaz. Alıcısı yoktur böyle bir anlatının. Yazar kendini dili aracılığıyla belli eder. Mesajlar dil yoluyla aktarılır çoğu zaman. Bir kesim ile dost kalmak için dillerini iyi bilmek gerekir. Hoş, bu sadece dille sınırlı kalmaz. Giyim – kuşam, saç – bıyık modeline kadar indirgenir… Şekilcilik ve kullanılan dil üzerinden ilerleyen bir ortak yaşam ne derece samimidir?
Samimiyetsizlik, farkındalık geliştireni rahatsız eder. Samimiyetten yoksun olan her düşünce her eylem ve girişim, doğallıktan kopuktur, sırıtır. Bu durum, sizi ortamdan ayrı düşmeye iten bir başka nedendir. Şucu – bucu olmak mı yoksa samimiyet midir önemli olan? Samimiyet şıkkını işaretleyenler, süratle uzaklaşır diğerlerinden…
Türkiye’de kendisi kalmış entelektüel hemen hemen yok denecek kadardır. İdeolojilerin hakikatın tamamını vermediğini anlayabilen azdır çünkü. Dışarıdan giren ideolojiler bedene uymayan elbise gibidir. Rahatsız eder. Kabullenmek erdemli davranıştır. Çoğu insan tuhaf görünümlerini değiştirme cesaretini gösteremez. Cesaret bulan az sayıdakiler linç yer, mahalle dışına itilir. Artık onun dedikleri merak bile uyandırmaz.
Edilgen topluluk dedi ki; “Bize düşen ustaların sözünü tatbik etmek, onların sözüne söz eklemek değil.” İşte bu Türk düşün hayatına katkı yapmayan bir genelleme idi ve çok insana kıydı.
- İçel Sanat Kulübü 30. Yaş Sayısına Özel Yazım. Yıl 2022