Dünyada yeşil enerji ve karbon ayak izi üzerinden devam eden tartışmalar tüm dünya ekonomisini bir paradigma değişikliğine doğru götürüyor. Aslında yeşil enerjinin yeterince yeşil olmadığı ve karbon ayak izi teorisinin bu paradigma değişikliğini desteklemek için oluşturulmuş kurmaca bir teori olduğu ile ilgili dünyada çok ciddi tartışmalar sürüyor. Biz de bu konuda TÜRKONFED Yüksek Haysiyet Kurulu Üyesi ve Güler Grup YK Başkanı, Yazar Mustafa Güler’e bu konular ve Türkiye’nin bu çerçeve içerisindeki yeri ile ilgili sorular yönelttik. İşte aldığımız cevaplar:
Mustafa Bey, dünyada yeşil enerji ve karbon ayak izi üzerinden sürdürülen tartışma sizce ne ifade ediyor?
Şöyle söyleyeyim; benim bunca yıllık iş hayatım boyunca edindiğim deneyim ve yaptığım onca araştırma sonucu öğrendiğim şey şu; Bir olayın gerçekten ne olduğunu öğrenmek istiyorsanız paranın ayak izini takip etmeniz. Bir olayın kime en fazla ekonomik yarar getirdiğini anlamalısınız. Bu konu çok önemlidir ve hayatın gerçeğidir. Yeşil enerji ve karbon ayak izini de bu bağlamda değerlendirmek lazım.
Söylediklerinizi biraz açar mısınız lütfen?
Tabi, bu konu ile ilgili size Ortadoğu’dan bir örnek vereyim. Ortadoğu dünyanın en önemli denklemlerinden biridir. Önemli bir ekonomik büyüklüğü vardır ama bu ekonomik büyüklüğü parçalayarak ele geçirmek için kendi unsurlarını da içerisinde taşır; Tarihi M.Ö. 12.000 yıllarına dayanan ciddi bir kültür kökü vardır ve etnik, kültürel ve inanç çeşitliliği içerisinde çatışmaya uygun bir yapısı da vardır. Ortadoğu bu tarihin bakiyesidir. Bu bağlamda, bu yapıyı kullanarak Ortadoğu’nun stratejik üstünlüğünü ele geçirmek mümkündür. Bu yapıyı kullanarak bölgede çatışma çıkaran güçler de günün sonunda buradaki ekonomik kaynaklar üzerinde jandarma olarak bir üstünlük sağladıktan sonra buradan çıkar giderler. Mesela İsrail’in ikinci dünya savaşı sonrasında İngiltere tarafından buraya yerleştirilmesini böyle okumak lazım diye düşünüyorum. Batı geçmişte yapamadığı paylaşımı bugün İsrail üzerinden gerçekleştirmektedir.
Günümüze gelirsek de bildiğiniz gibi Ortadoğu’da 2010 yılında Saddam devrildi.. Yine Suriye’de azınlık olan Şii yönetimi çoğunluk olan Sunniler üzerinde egemendi. Irak’ta da azınlık olan Sunni kesim Saddam üzerinden büyük bir çoğunluk olan Şii kesim üzerinde bir yönetim kurmuştu. ABD, Irak yönetimine müdahale ederek Saddam’ı devirmesinden sonra yapılan seçimlerde Şii yönetim iktidar oldu. Diğer tarafta da Şiiler tarafından yönetilen İran olunca orada bir koridor oluştu. Amerika bunu öngöremedi. Onlar orada bir Şii yönetim istemiyorlardı. Böyle olunca dünyanın en büyük petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip İran ve Irak bu kaynakların Akdeniz üzerinden satışını yeninden gündeme getirdiler.
O günlerde İran doğal gazının Irak ve Suriye üzerinden Akdeniz’e çıkarılma meselesi sıcak bir gündem haline geldi ve dünyadaki dengeleri değiştirebilecek olan dev bir girişimdi. Dünyanın en büyük doğal gaz rezervlerine sahip İran ile üçüncü en büyük gaz rezervlerine sahip Katar’ın, birbiriyle rekabet eden “Şii” ve “Sünni” Doğal Gaz Boru Hattı Projeleri’nin her ikisinin de Akdeniz’e çıkış planları, Suriye üzerindendi. Bu proje bir yandan bu üç Şii yönetimine muazzam bir ekonomik üstünlük sağlarken diğer yandan da Avrupa’nın böyle bir enerji kaynağına doğrudan erişmesi dünyadaki bütün dengeleri değiştirecekti.
İş de tam burada koptu. Katar ve Suudi Arabistan o dönemde Suriye’de demokratik bir yönetim yoktur diyerek propaganda yapmaya başladılar. Her iki ülke, Türkiye ile de büyük bir bütçe oluşturarak Suriye’ye müdahale edecek ortamı yaratmak için ortak hareket ettiler. Katar ve Suudi Arabistan gibi mutlak monarşi ile yönetilen devletlerin bir anda Suriye’de demokratik bir cumhuriyet rejimi inşa etmek için hareket etmesi oldukça ilginçtir. Şunu görmek lazım; kimse kimseye romantik sebepler yüzünden savaş açmaz ama su, toprak veya enerji kaynakları için birbirine savaş açar. Demokrasi işin romantik yönüdür.
İlk başta yaşanan olaylar sonucunda Kuzey’de bir Kürt koridoru oluştu. Ayrıca Türkiye’de tam bu Kürt koridorunun ortasına girerek bu koridoru böldü ve ileride burada bir Kürt yönetiminin oluşması ve bu koridorun Kürtler tarafından kullanılması engellendi. Kürtler buradan bir bütün halinde Akdeniz’e ulaşsalardı ticaret yapma vs. gibi bağımsız hareket etmelerini sağlayacak bir durumun gelişmesi böylece engellenmiş oldu. Güney’de de Sunnilerden oluşan bir yönetim oluşturarak Irak ve Suriye arasına bir tampon bölge oluşturuldu. Böylece Şii doğal gaz boru hattı projesi de sona ermiş oldu. İşte demokrasi söylemleri üzerinden yapmaya çalıştıkları şey buydu.
Buradaki denklemden etkilenen bir başka ülke daha vardı ki o da dünyanın en büyük doğal gaz ihracatçılarından Rusya idi. Bu boru hattı da Rusya’nın işine gelmediği için ilk başta buradaki iç savaşa hiç müdahale etmedi. Hem de Rusya’nın Ortadoğu’daki tek karakolunun Suriye olmasına rağmen. İç savaşın sonrasında Esad’ın varlığına sahip çıkması ama istikrarsızlığa müdahale etmemesi de böyle anlaşılmalı.
İşte dünyayı bu eksenden okumak lazım. Bu tür olayları değerlendirirken söylemleri değil paranın ayak izini takip etmek lazım derken söylemek istediğim budur.
Peki, dünyada şu anda yeşil enerji ve karbon ayak izi üzerinden ilerleyen bir tartışma var. Bu açıdan bu konuyu sizce nasıl okumalıyız?
Yeşil enerji ve karbon ayak izi gibi söylemler işin görünen kısmı çünkü fosil yakıtlardan çıkarak alternatif enerji kaynaklarına yönelmek Amerika’nın çıkarlarına dokunmak demektir. ABD petrol üzerine kurulmuş bir ülkedir. Ayrıca dünyada petrol üreten ülkelerin de gelirlerine ortaktır. Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan’da ARAMCO üzerinden petrol gelirlerini ciddi anlamda kontrol etmektedir.
Alternatif enerji kaynakları konusunu gündeme getiren Avrupa ve Çin’in kendi fosil enerji kaynakları yok. Çin’in sanayisinin gelişmesi için de enerjiye ihtiyacı var ve Amerika, Avustralya’dan Çin’e gelen kömür sevkiyatını bile durdurdu. Avrupa’da kendi enerji kaynaklarına sahip değildir ve Rusya’nın ambargosu ile ciddi sıkıntıya girmiştir. Avrupa’da alternatif enerji kaynaklarını %40’lara çıkardı ama yine de kışı soğukta geçirdi. Onun için dünyanın fosil yakıtlardan çıkarak yeşil enerjiye geçmesi aslında ekonomik paradigmayı değiştirmektir ve bu paradigma Amerika’nın çıkarına değildir. Bu enerji paradigmasını değiştirmek dünyada ciddi bir güç değişimine neden olabilecek bir olaydır.
Amerika’nın Yeşil Mutabakat’tan çıkma sebebi de buydu, öyle değil mi?
Evet, Amerika bildiğiniz gibi Yeşil Mutabak’tan çıktı. Bunun sebebi ise Avrupa Birliği’nin ve Birleşmiş Milletlerin Amerika’yı yeşil enerjiye geçmeye zorlamasıydı. Amerika da Trump ile Avrupa’ya; “Siz sanayileşmenizi tamamlamışsınız ve doğayı kirletebileceğiniz kadar kirletmişsiniz ve şimdi bana bunu yapma diyorsunuz. Ben de sanayileşmemi tamamlayayım ondan sonra konuşalım.” dedi.
Şu anda Avrupa, fosil yakıtlar üzerine kurulu sanayi paradigmasını köklü bir değişikliğe götürüyor. Şimdi yeşil ekonomi üzerinden kim baskı kuruyor? Avrupa çünkü fosil yakıt baskısından kurtulmak istiyor. Bunu isterken yeşile çok bayıldığından değil, bu bağımlılıktan kurtulmak istiyor. Bunu yapmazsa sanayisinin ne zaman duracağı belli değil. İşte Rusya doğal gazı bir kesti ve tüm Avrupa kışı donarak geçirdi. Bu tehditten kurtulmak için Avrupa’nın kullandığı argüman kulaklara da hoş gelen yeşil ve temiz enerji. Karbon ayak izi romantik bir söylem; dünyada sömürü ve talanın ayak izi bitti ve sıra karbon ayak izine geldi öyle mi? Asıl sebep tabii ki ekonomik.
Bu meseleyi de aynı çerçeveden okumak lazım. Arkasındaki ekonomik sebeplere dönüp bakmak lazım. Bu mesele dünyanın yoluna fosil yakıtlarla çalışan eski motorlarla mı yoksa güneş ve elektrik enerjisi ile çalışan elektrikli motorlarla mı devam edeceği meselesidir. Ama Avrupa’daki sanayi tesislerine ve Avrupa’nın üçüncü dünya ülkelerinde kurduğu sanayi tesislerine baktığımızda aradaki fark dramatiktir. Avrupa üçüncü dünya ülkelerinde hiç de çevreci değil.
Çin’in üretmekte olduğu elektrikli araçları da bu bağlamda değerlendirmek gerekir o halde.
Bu araçların pillerinin üreticisi Çin. Bu pillerin üretimi için gerekli mineral, metal ve elementerin çoğu Afrika ülkelerinde ama üretim teknolojisi Çin’de. Bu yüzden Çin elektrikli araç üretiminin de üssü. Gelgelelim Çin’e baktığımız zaman Çin’de bu değerli kaynaklara erişim için Afrika ülkelerini ekonomik anlamda ele geçiriyor. Sessiz sedasız ve savaşmadan yıllardır Çin Afrika’yı ele geçiriyor. Bu ülkelerin çoğu fakir ülkeler olduğu için onlara kredi açıyor ve sonrasında bu krediler yoluyla onların kaynaklarını ele geçiriyor. Bir de bu elde edilen elektrikli araba pilleri evet kullanırken karbon salınımı yapmıyor ama üretim aşamasında yapılan madencilik vs. işlemlerinin bu karbon salınımını ciddi anlamda arttırdığına dair spekülasyonlar da var. Ret edilecek bir iddia değil ama hemen kabul edilecek bir iddia da değil. Her iki tarafın argümanlarına ve makalelerine karşılaştırmalı bakmak gerek.
Peki Türkiye’nin bu mücadele içerisindeki yerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önümüzdeki dönemde Amerika’nın Çin’i kendi müttefikleri ile kuşatma hareketi devam edecektir. Çin’in Türkiye’de dev bir elektrikli araç üretim fabrikasını Manisa’ya kurması ve Türkiye’yi böyle bir araç üretim üssüne dönüştürmeye çalışması Amerika’nın hoşuna gitmeyecek. Türkiye, Amerika’nın ekonomik müttefiki olmaktan çıktı ve Çin’in ekonomik müttefiki oldu. Bu Çin’e büyük fayda getirecek. Bundan sonra nasıl bir hamle gelebilir bilemiyorum. Sonrasında ne olacağını göreceğiz ama Amerika’nın bu konuya sıcak bakmayacağını biliyoruz. Libya’nın Avrupa’ya doğrudan petrol satması bir karşı duruştu ve Amerika bunu bertaraf etti. Saddam’ın petrolü euro olarak satacağını ve rezerv para olarak avroyu kullanacağını söylemesinden sonra Saddam’ın başına gelenleri biliyoruz. Saddam’ı mahallenin şımarık çocuğu yapan Amerika’ydı ama Saddam Amerika’ya karşı bağımsız duruşunu canıyla ödedi. Umuyoruz ki Türkiye bütün bunları düşünerek böyle bir karar almıştır çünkü Türkiye çok ciddi anlamda aslında saf değiştirmiş oldu.
Yorumlar kapalı, ancak trackbacks Ve pingback'ler açık.