Kaybettiğimiz Bir Bakış açısı
Hepimiz ‘‘Erdem’’’ olarak isimlendirdiğimiz şeyi bugüne kadar sadece kavramsal olarak düşünmüşüzdür. Onun gözle görülmeyen ve elle tutulmayan bir şey olduğuna, sadece bir kavram olduğuna inanırız. Genelde iyi olmak, faziletli olmak şeklinde düşünürüz…
Doğu ve Batı toplumları tarih içerisinde ‘‘erdem’’ kavramına farklı bakmışlardır. Gerçi günümüzde teknolojinin ilerlemesi ile birlikte, doğu ve batı arasındaki kültürel farklılıklar da neredeyse tamamen kaybolmuş durumda.
Antik dönem doğu toplumlarında ‘‘erdem’’ ve ‘‘erdem biriktirmek’’ veya ‘‘erdem kaybetmek’’ hakkında çok konuşulmuştur. Hatta bir kişinin atalarının biriktirdiği erdemin bile, o kişinin hayatını doğrudan etkilediğine inanılır. Erdem o dönemlerde, sadece kavramsal olarak değil, aynı zamanda maddesel olarak da varolduğuna inanılan bir konsept idi.
Taoizm, Budizm, Konfüçyanizm gibi doğu dinleri veya çok sayıda bilge, erdemin sadece tek bir hayatta biriktirilmediğinden bahsetmiştir. Kişi hayatlar boyu bu maddeyi biriktirir ve doğumda kendisi ile birlikte getirir. Bir kişinin mutlu, zengin ve sağlıklı olmasının, erdem maddesi ile doğrudan bağlantılı olduğu düşünülür. Mesela iyilik yapmanın, acı ve sıkıntı çekmenin, zorluklara dayanmanın, fedakarlıklarda bulunmanın erdem biriktirdiğine inanılır. Dolayısıyla da, iyiliğin iyilik, kötülüğün ise kötülük ile karşılık bulacağı düşüncesinin temeli oluşmuştur ve antik dönem insanları, [ister batılı olsunlar ister doğulu], bu düşünceye çok cidi bir şekilde inanmışlardır.
Eğer bir kişinin fazla miktarda erdem’i yok ise, hayat içerisinde zorluklar ve sıkıntılar yaşayacağı kaçınılmazdır. Kişi yemek, giysi ve barınma gibi en temel ihtiyaçlarını karşılama konusunda dahi sıkıntılar çekecektir. Fakat kendisinin neden zorluklar yaşadığını bilmeyecek, hatta söylendiğinde kabullenmek dahi istemeyecektir. Haksızlığa uğradığını hissederek daha da kötü şeyler yapabilmesi olasıdır. Haketmediği şeyleri elde etmenin peşinde koşabilir veya çeşitli başka kötülükler yapabilir. Dolayısıyla, doğumu ile birlikte getirmiş olduğu ve zorluklar yaşamasına sebep olan o azıcık miktardaki erdem maddesini bile tüketmeye devam edecektir. Yani bu şu anlama geliyor: onu ilerde yine zorluklar beklemektedir.
İşte bu yüzden antik doğu toplumları, genellikle, bu gibi prensipleri bilmeden yaşayan insanların aslında hayat içerisinde sürekli olarak acı çektiğini ve bunu dahi bilmediklerini söylemiştir. Bu kişiler sadece rahat bir hayatın arayışında olan veya kişisel çıkarlarının peşinden koşan kaybolmuş kişiler olarak görülmüştür. Çünkü erdem olmadan veya biriktirilmeden, rahat ve sağlıklı bir yaşam sürmenin olanaklı olmadığını vurgulamışlardır.
Antik dönem insanları erdem’e gerçek anlamda inandıkları için, kötü şeyler yapmaktan uzak durur, konuşmalarına bile dikkat ederlermiş, çünkü erdemli olmanın, aslında ‘‘kendilerine karşı sorumlu olmaları’’ anlamına geldiğini çok iyi biliyorlarmış.
Geçen gün pozitif mesajlar alan su kristallerinin aldığı harika formlar, pirinçlerin ve bitkilerin tepkileri ile ilgili bir makaleyi sizlerle paylaşmıştım. Düşüncelerin doğru olmasının etrafımızı ne denli etkilediği orada da açık bir şekilde görülüyordu aslında. Aslında düşünce de erdem gibi daima soyut bir kavram olarak düşünülmüştü.
O durumda aklımıza şöyle bir soru gelebilir: öylesi bir zihinsel durum, toplumun istikrarı, huzuru ve konforu konusunda muhteşem bir etki yaratmaz mıydı?
Yorumlar kapalı, ancak trackbacks Ve pingback'ler açık.