Komünizm Nasıl Faşizme ve Şiddete Yol Açtı?

Bir kitap incelemesi: ‘Savaşın Hayaleti: Uluslararası Komünizm ve İkinci Dünya Savaşı’nın Kökenleri’

Yorum

Fotoğraf: Amazon

Komünizm, sözde eşitlik ve barışı sağlamayı amaçlayan bir ideolojidir. Yine de gerçekte, diktatörlüğün teşvik edilmesi ve üretim araçlarının şiddet yoluyla ele geçirilmesiyle her seferinde dünyanın en kötü otoriter rejimlerine yol açmıştır.

Sonuç olarak savaş, kıtlık ve soykırımlarda, Koreliler, Afganlar, Çeçenler, Ukraynalılar, Vietnamlılar, Uygurlar, Tibetliler ve Falun Gong uygulayıcıları da dâhil olmak üzere on milyonlarca insan öldürüldü.

1917’de Rusya’daki orijinal devrim ve onu takip eden Avrupa ve Asya’daki devrimler de dâhil olmak üzere komünist devrimlerin faşist aşırı tepkiyi nasıl kışkırttığını çoğu kişi anlayamamıştır. Bu devrimler, savaş halindeki İtalya ve Almanya’da sosyal ve ırkçı şiddete yol açmış ayrıca bu devrimlerin İngiltere ve Doğu Avrupa ülkeleri tarafından bastırılması da Naziler tarafından gerçekleştirilecek savaşın ve soykırımın yolunu açmıştır.

Jonathan Haslam’ın bilgilendirici yeni kitabı “Savaşın Hayaleti: Uluslararası Komünizm ve İkinci Dünya Savaşı’nın Kökenleri” (Princeton University Press, 2021) bu bozulmayı açıklıyor. İngiltere’deki Cambridge Üniversitesi’nde profesör olan Haslam, çalışması için Avrupa’daki arşivleri kullandı.

Komünizm İdeolojisi

Rus Devrimi ve I. Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra İngiliz gazeteciler, “Bolşevik emperyalizmi” olarak adlandırdıkları, komünizmi Rusya’dan dünyaya ihraç etme hamlesini fark etmeye başladılar. Komünizmin etkisi altında acı çekenlerin sadece Ruslar olmadığını belirttiler. Dünya, yerli ve yabancı işgalci ordularıyla savaşma riskiyle karşı karşıya kalmıştı.

Marksizm-Leninizm’in komünist ideolojisi (daha sonra yanlış bir şekilde “Bolşevizm” ya da “çoğunluk yanlısı” olarak tanımlandı) Rus emperyalizminin kilit noktasıydı – çünkü Rusya emsallerine göre zayıf bir devletti – ve bu nedenle yabancı işçi ve köylülere muhtaçtı. Bolşevikler bu işçi ve köylülerin kapitalizmin sert çöküşünden yararlanacaklarını iddia ediyordu. Bu “işçi sınıfı”, kendilerini “zincirlerinden” “kurtaracağını” yanlış bir şekilde iddia eden komünist ideolojiye bağlıydı.

Moskova Kızıl Meydan’daki kalabalık, Lenin’in mozolesindeki şeref kıtasının saat başı değişimini izliyor, 1986. (Fotoğraf: Unsplash)

İsviçre’nin Fransa büyükelçisine göre Bolşevik propagandası 1918’de o kadar başarılıydı ki, “Her yerde kargaşa, ayaklanma ve sarsıntı vardı.”

Haslam’a göre o dönemde demokrasiler ancak sosyal reformlarla – İngiltere’de hiçbir zaman inşa edilmeyen “kahramanlar için vaat edilen evler” – ve daha eşitlikçi gelir dağılımı gibi abartılı boş vaatlerde bulunarak hayatta kalabilirdi. Eninde sonunda bu vaad edilen sözlerin vadesi geldiğinde sözleri tutmak için uygulanan yöntemler talebi karşılamak için yetersiz kalacağı için, bu şekilde sadece kaçınılmaz olan an, ancak ertelenebilirdi.

İtalyan Faşizminin Kökeni

Haslam’a göre İtalya’da iki savaş arasında komünizmin etkisiyle artan karışıklık, hükümetin hem siyasi olarak bozulması hem de mali yolsuzluğu, “kronik olarak zayıf” bir demokrasiye yol açtı. “Aşırı sol onlara baskı yaparken, yavaş yavaş yenik düştüler” diye yazıyor Haslam ve şöyle ekliyor; “Onlar bunu yaparken, yerel düzeyde yavaş ama kararlı bir şekilde artan tepki, sağ tarafından alevlendirildi.”

1919’a gelindiğinde, İtalya’da aşırı milliyetçi bir hareket ortaya çıktı: “sosyalist anti-militaristler, savaş şehitlerini anmak için anıtların dikilmesini engellediği ve ülkelerine hizmet madalyaları takanları aşağıladığı zaman, [Birinci Dünya Savaşı’ndan] eski savaşçı birlikleri şiddetli tepki gösterdi.”

Haslam’a göre, “aşırı soldan gelen sürekli tehditlere” yanıt olarak ve Rus Devrimi’nden sadece üç yıl sonra İtalya, yükselen bir faşist hareketin ilk genel kurulunu 1920’de yaptı.

İlk İtalyan faşistleri, Milletler Cemiyeti’ne ve ülkelerinin mali egemenliğine karşıydılar. “Apulia, Emilia-Romagna ve Veneto’daki tarım işçilerinin grevleriyle aynı dönemlerde gerçekleşen, Roma, Napoli, Torino, Milano ve Cenova şehirlerinde tramvay ve demiryollarındaki, taksi şoförleri arasındaki, postane ve elektrik hizmetlerindeki yıkıcı grev dalgalarına” karşı çıktılar diye yazıyor Haslam.

Komünist huzursuzluktan kaynaklanan enflasyon ve şiddet, yalnızca İtalyan mülk sahiplerinin değil, aynı zamanda emeklilerin, idari çalışanların ve sabit gelirlilerin de siyasi ve mali istikrarına zarar verdi.

Haslam bu arada, “[Rus] Kızıl Ordusu’nun Polonya’ya girmesiyle, Ağustos’ta [1920] Varşova’dan başlayarak muhtemelen ardından Berlin’i işgal edecek olması, Avrupa’nın geri kalanında paniğe yol açtı” diye yazıyor.

Komünizmin bu hızlı genişlemesinden – ve yerleşik demokratik yönetim biçimlerinin güçsüz tepkisinden – demokrasilerde İtalya’daki Benito Mussolini gibi güçlü adamlara duyulan ihtiyacın farkına varıldı.

Nazi Almanyası

Nihayetinde ırkçı olacak bir komünist ideolojinin şiddetine, fırsatçılığına ve otoriterliğine karşı, benzer şekilde faşizmin de şiddetli, ırkçı, fırsatçı ve otoriter aşırı tepkisi, bu koşullar altında büyüdü ve bir yandan Adolf Hitler faşizmi de kendi bölgesel yayılmacı ve soykırımcı amaçlarına yönelirken, varlığını sürdürdü.

“Polonya, Romanya ve Çekoslovakya da dâhil olmak üzere tüm ülkeler, daha kolay izole edildi, birer birer seçildi ve ardından Hitler tarafından haritadan silindi. Her biri için Komünist yönetim korkusunun, Nazilerin korkusundan daha büyük olduğu kanıtlandı” diye yazıyor Haslam.

İkinci Dünya Savaşı’nı başlatan Polonya’nın işgalinden bir ay sonra Alman birlikleri, 5 Ekim 1939’da Polonya’nın Varşova kentinde Adolf Hitler ve Nazi generallerinin önünde geçit töreni düzenliyor. (Kamuya açık fotoğraf)

O zamanlar, Sovyetler Birliği’nden gelen tehdidin İngiltere de dâhil olmak üzere bütün ülkelerce iyi bilindiğini belirtiyor. Ancak “Nazi Almanyasından gelenin büyüklüğü ve derinliği”, o kadar da korkutucu değildi.

Klasik ekonomiyi benimseyen İngiliz yetkililer, hem komünizm hem de faşizmin tehditlerini, diplomatik baskı ve İngilizlerin güçlü olduğu uluslararası ticaret yoluyla bertaraf etmeyi umuyorlardı. Ancak Rusya, umulduğu gibi “mucizevi bir şekilde” gelişmedi. Nazi Almanyası da aynı durumdaydı.

Komintern Bastırmayı Kışkırtıyor

Dünya çapında devrimleri teşvik etmek için 1919’da Komünist Enternasyonal (Komintern) kuruldu ve 1920’de Moskova’ya tam olarak uyma şartı getirildi. Bütün bu komünist ve faşist huzursuzluk karşısında İngilizler kayıtsız kalmaya devam etti.

Haslam, kitabı için Komintern arşivlerine ulaştı.

1921’de Komintern, Çin’deki İngiliz çıkarlarını tehdit eden Çin Komünist Partisi’nin kuruluşunu doğrudan destekledi.

Haslam’a göre Çin’deki Bolşevikler Komünist örgütlerin kurulmasına yardım ettikleri “Pekin, Şanghay, Tientsin, Kanton, Hankow, Nanjing ve başka yerlerdeki mevcut öğrenci tartışma grupları etrafında faaliyetlerini geliştirdiler.”

Sovyet propagandası, “küresel kapitalizmin” en zayıf halkası olarak görülen Çin’e yöneldi. 1920’lerde milliyetçi, ırkçı ve komünistlerin, diktatörlere ve İngilizler de dâhil olmak üzere yabancılara karşı huzursuzluk duymasına ve devrimine ilham verdi. Milliyetçiler ve komünistler 1927 ile 1936 arasında Çin’de bir iç savaş verdiler, ancak bunun dışında yabancı “emperyalizmini” kovma girişimlerinde nispeten birleştiler.

1937 tarihli bu fotoğrafta, soldan sağa Bo Gu, Zhou Enlai, kuzey Shaanxi Eyaletinden Zhu De, 1945’te Çin Komünist Partisi Başkanı olacak olan Mao Zedong görülüyor. (Fotoğraf: Wikipedia)

Haslam, “Ayaklanmacı rejimler tüm uluslararası sistemin işleyişini baltalamak için sarsılmaz bir kararlılık gösterseler bile [İngilizlerdeki] eğilim, her zaman ‘sağduyunun er ya da geç geri döneceğini ve doğal egemenliğini yeniden göstereceğini varsaymak olmuştur” diye yazıyor. İngilizlerin buna “tetikte bekleme”, Amerikalıların ise “stratejik sabır” dediğine dikkat çekiyor.

Haslam’a göre 1936’da “Bolşevizm, Fransa ve İspanya Komintern Halk Cephelerinin öncülüğünde Avrupa’ya geri döndü”.

“Mussolini yabancılar hakkındaki hırslarında kışkırtıcı olmasına rağmen, Bolşevizm’i yerinde tuttuğu ve Gramsci’yi [İtalyan komünisti] hapiste tuttuğu için [İngiliz yetkililer tarafından] temelde sağlam olarak değerlendirildi.”

“Hitler’in Versay Antlaşması’nı ihlal etmesi, hatta Renanya’nın yeniden işgal edilmesi, [İngilizler tarafından] yakın zamandaki adaletsizliklerin gerekli düzeltmesi olarak görüldü; Almanya’da, İtalya’da ve daha sonra İspanya’daki faşizm, devrimci aşırılıklara karşı gerekli bir panzehir olarak görülüyordu.”

Eski İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain, görünüşte Hitler’i yatıştıracak kadar zayıf biri olarak tasvir edilirken, Haslam onu gizli bir Yahudi karşıtı ve Hitler ve Mussolini gibi güçlü adamların hayranı olarak tasvir ediyor.

Chamberlain’in Hitler’i yatıştırması bir zayıflık olarak değil, komünizme panzehir olarak faşizmle gizli bir ideolojik anlaşma ve onun acımasızlıklarına karşı ırkçı ve kasıtlı bir görmezden gelme olarak tasvir ediliyor.

Kitapta Chamberlain tarafından yapılmış kayıt dışı bir brifing, bir muhabirin hatıralarından aktarılıyor: “Masanın karşısından gelen, örneğin Yahudilere yönelik zulüm raporları, Hitler’in tutulmamış vaatleri veya Mussolini’nin hırsları hakkında sorulan herhangi bir soru, iyi kurgulanmış bir yanıt alacaktı. Böylesine deneyimli bir gazetecinin Yahudi-Komünist propagandasına açık olmasına şaşırmıştı.”

Günümüzle Bağlantı

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Mayıs 2015’te Moskova’ya yaptığı bir devlet ziyareti sırasında Çin lideri Xi Jinping ile birlikte. (Fotoğraf: Wikipedia)

Günümüzde savaşla tehdit eden ve toprak alanlar artık Hitler ve Mussolini değil, Xi Jinping ve Vladimir Putin. Örneğin Putin, Ukraynalılara, Uygurlara ve Tibetlilere karşı aynı derecede ırkçı.

Çin’in devasa ekonomisi ve kullandığı gelişmiş gözetleme teknolojisi göz önüne alındığında, bu yenilenen Rus-Çin totaliter düzleminin, 20. yüzyılınkinden bile daha tehlikeli olduğu söylenebilir.

Hem Çin hem de Rusya, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’daki siyasi kutuplaşmayı kullanmaya, yolun diğer tarafındaki yasa koyucuyu, okyanusların ötesindeki diktatörden daha büyük bir tehdit gibi göstermeye çalışıyor.

Yukarıdaki benzerliklerden görüleceği gibi, demokrasilerin iç siyasi farklılıklara aşırı tepki gösterme ve kendi toplumlarını diktatörlüğe ve savaşa karşı koyan toplumlara dönüştürme riski yine vardır. Haslam’ın kitabı net bir şekilde, Amerikalıların ortak hedeflerini, hem komünizmin hem de faşizmin tehlikelerini ve bu aşırı ideolojilerin birbirini nasıl beslediğini anlatıyor. Umalım ki kitap okunur ve gelecekte her iki tehlikeden de kaçınmamıza yardımcı olur.

Bu makalede ifade edilen görüşler yazarın görüşleridir ve The Epoch Times’ın görüşlerini yansıtmayabilir.

Yazan: Anders Corr, The Epoch Times
Çeviren: Hatice Atmaca, Epoch Times Türkiye

Yorumlar kapalı, ancak trackbacks Ve pingback'ler açık.