Sarı Mercedes
“Dünya diyoruz adına, yaşadığımız ve yorulduğumuz yere”
YouTube’da virüs gibi sürekli önümüze çıkan bir film var. Adı, ‘Sarı Mercedes’. 1992 ortak yapım Türk filmi. Başrolde İlyas Salman. Film beş yılda çekilmiş Adalet Ağaoğlu’nun ‘Fikrimin İnce Gülü’ romanından uyarlanmış. Avrupa’da da gösterime girmiş ve ilgi görmüş. Yönetmenliğini Tunç Okan üstlenmiş.
Film, ‘Almanya Acı Vatan’ – ‘Berlin in Berlin’ – ‘Polizei’ gibi gurbetçilik ve Almancılık temalı dönem filmlerindendir ve bana göre en önemlisidir. Dönemin sosyolojisini Mercedes metaforu üzerinden gayet gerçekçi ve trajikomik bir üslupla anlatır.
Filmin konusundan evvel, bu filmin neden hâlâ yoğun ilgi gördüğüne değinmek isterim. Film 1992 yapımı olmasına rağmen işlediği konu, yetmişli yılların sonu, seksenli yılların başları. Fakat nasıl oluyor da film, yarım asırlık hikaye, bugün bu denli ilgi görüyor? Bunu ben öncelikle uyarlanan romanın ve senaryonun gücüne bağlıyorum. Sağlam bir hikâye yetenekli oyuncular elinde, aşırı duyarlılık ve yaşanmışlık hissi uyandırıyor.
Ayrıca Türk, Alman, Fransız ve İsviçre yapımı filmde çekim teknikleri çok iyi kullanılmış. Film aceleye gelmeden üç – dört ülkede birden, beş yıla yayılan bir sürede çekilmiş. Ve tabii bir filmde en önemli unsur yönetmendir. Yönetmen Tunç Okan yapımcı olarak da harika bir trajikomik eser ortaya koymuş.
Yönetmenin ardından başrol oyuncusunun etkisi gelir sinemada. Başrolde İlyas Salman tartışmasız ve bildik performans gösteriyor ki – bildik diyorum zira İlyas Salman her filminin hakkını veren ve milyonların gönlünde taht kurmuş bir oyuncudur. Onun politik duruşu bazı kesimlerde tepki uyandırsa da sanatçının değeri bence kişisel tercihlerinden bağımsız değerlendirilmelidir. Bir Bülent Ersoy örneğin, onun cinsiyet değiştirmesi, süper bir icracı olduğu gerçeğini asla etkilemez.
Günümüzde eski gurbetçiler eski Almancılar kalmadı. Ne de – tabii o güzelim gemi kasalı sarı Mercedesler. Mercedes markası hâlâ bile bir statü simgesidir. Meşhur Mercedes marka yıldızı, zenginliğin ve kapitalizmin sembolü olarak görüldü on yıllar boyu…
Ben filmi gençlere, bilhassa Z kuşağı denen kesime, şiddetle öneririm. Gençlik, aşırı gerçekçi ironik dramada dönemin sosyoekonomik koşullarını birinci elden değerlendirme fırsatı yakalayacaklardır. Daha da ileri gidiyorum; bu film doktora tezi olacak kalibrededir ve hatta fakültelerde ders konusu dahi olur.
“Eski Türkiye, eski Türkiye” diye nidalar atanlara ayrıca öneririm. Bir baksınlar bakalım eski Türkiye nasılmış. Bir yokluklar ve yoksunluklar ülkesi idi Türkiye. Bilhassa karayolları felaketti. Her gün onlarca insanın kurban verildiği yerlerdi karayolları. Mezbaha gibiydi.
Almancı Bayram’a gelince tipik bir Almancı işte. Çıktığı yumurtayı beğenmeyen, türlü yalanlar söyleyen, hava atmaya çalışan, kibirli davranışlar sergileyen bir tip – ki günümüzde pek alıcısı kalmadı bunların. Fakat eski Türkiye’de, köylü yığınları bu tavırları uzun yıllar sineye çektiler.
Avrupa’da çöpçüler, temizlikçiler, izin mevsimlerinde sarı Mercedes’lerle düştüler yollara… Sıladaki yakınlarına kendilerini çok farklı gösterdiler. Belki de bu, Avrupa’daki hor görülmelerini, memlekette biraz olsun telafi etmelerini sağlıyordu. Bavyera fötr şapka, askılı kasetçalar, fotoğraf makinası ve tabii otomobiller ile geldiler. Bir çok insanın ulaşmayı hayal ettiği, gitmek için türlü yollar denediği Avrupa’nın, Türkiye’deki yalancı temsilcileri idi ilk gurbetçiler.
Çünkü Türkiye’ye getirdikleri imajları, Avrupa’daki yaşamlarını yansıtmıyordu. Koşulları ağır ve kötüydü. Ama yaz tatillerinde bambaşka kimliklere bürünüyor, imrenilen, ulaşılmak istenilen insanlara dönüşüyorlardı.
Filmi defalarca izledim, çok keyif aldım, çok güldüm. Ve tabii bir eski Almancı olarak da o günlere gittim. Hem de içim sızlayarak, gözlerin nemlenerek. Vay sarı Mercedes vay sen neymişsin öyle…
👌👌