Tangshan Şehri Depremi Ve Yaşanmış Ölüme Yakın Deneyimler

Ölümden sonra yaşam var mı? Lea’nın Görüşü YouTube kanalı, geçmişte Tangshan şehrinde yaşanan depremin ardından, depremden kurtulanların ölüme yakın deneyimlerine yer veriyor. Bu deneyimi yaşayanların söylediklerini video haberde paylaşıyor.

“Yusufçuklar, yaz aylarının vazgeçilmez bir parçasıdır ama 45 yıl önce bir yaz günü, çok garip bir şey oldu.
Tangshan Şehri’nde on binlerce yusufçuk deli gibi uçuyordu. Tangshan, Çin’in başkenti Pekin’e yaklaşık 160 km uzaklıktadır. Görgü tanıkları, 100 metre genişliğinde bir yusufçuk sürüsü gördüğünü bildirdi.

Bölge sakinleri şok olmuştu. Birçok kişi yusufçukların anormal davranışlarının büyük bir fırtınanın işareti olduğunu düşündü. Ancak, o gece Tangshan şehrini vuran sadece bir fırtına değil, Richter ölçeğine göre 7.8 şiddetinde bir depremdi.

O zamanlar Tangshan, Çin’in en önemli sanayi şehirlerinden biriydi. O gün, şehir sadece 30 saniye içinde yerle bir oldu, yani 28 Temmuz 1976 tarihinde 240.000’den fazla insan öldü, 160.000 kişi de ağır yaralandı.

Fakat burada, Tangshan depreminden ziyade, o gün depremden kurtulanlarla ilgili bir çalışmadan söz edeceğiz – yani bir ayağı öbür dünyada olan insanlardan.

1987’de, yani büyük Tangshan depreminden 11 yıl sonra, iki Çinli doktor hayatta kalan 100 kişi üzerinde bir araştırma yaptı. 19 vaka, ya bilgi eksikliğinden, ya da katılımcıların üzücü deneyimleri hatırlamakta güçlük çekmesinden dolayı örneklerden çıkarıldı. Kalan 81 vakaya ilişkin rapor ilk olarak 1992 yılında bir Çin tıp dergisinde yayınlandı. Görüşülen 81 kurtulandan 43’ü erkek ve 38’i kadındı, ortalama yaş ise 31 idi. Hayatta kalan 81 kişiden 76’sı felç olmuştu. Hepsi depremde ağır yaralandı.

Burada bir kaç vakaya bir göz atmak istiyoruz. Tangshan depremi olduğunda, Bayan Liu sadece 23 yaşındaydı. Felaket sırasında, çöken bir evden kopan bir parça ona isabet etti. Kendisi o anda, bel omurgasından yaralandı ve belden aşağısı felç oldu. Yaralanma anından bahsederken, o anda hiç korku hissetmediğini söyledi.

Zihni gayet açıktı. Geçmişi, gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçiyordu. Çocukluğundan görüntülerdi. Güldüğünü ve arkadaşlarıyla oynadığını gördü. İlk erkek arkadaşını ve ne kadar mutlu olduklarını gördü. İşteki ilk gününü gördü ve müdüründen aldığı ilk övgüyü hatırladı. Sanki hayatın tüm mutlu anları o birkaç dakika içinde bir araya gelmiş gibiydi.


Çalışma sırasında bile yaşamla ölüm arasındaki o anlarda yaşadığı mutluluk hislerini hatırlayınca yüzünde bir gülümseme oluştu. Ona yaşamaya devam etme cesaretini veren tam da bu mutluluk duygularıydı.

Bayan Cao da kendi hayatının ‘gözlerinin önünde geçişini’ yaşadı. 56 yaşındaydı ve depremden önce ateistti. Ama öleceğini hissettiğinde, o da tüm hayatının gözlerinin önünden geçtiğini gördü. Kendini üniversitede okurken gördü, Kültür Devrimi’nde yaşadığı eziyetleri ve sonunda iş yerine geri dönmeye nasıl başardığını hatırladı. Onu ‘Ölüler Dünyası’ndan’ insan dünyasına geri çeken bir eli hatırladı.

Hayatta kalanların birçoğu ‘tünel’ deneyimleri hakkında konuştu.

Deprem sırasında, Bayan Zhai, 20 yaşında bir üniversite öğrencisiydi. Bir tünelden geçerken mutluluk duygusu hissettiğini söyledi.


“Tünelden çıktığımda, birden ruhumun yavaş yavaş bedenimden ayrıldığını ve yavaşça yukarı doğru süzüldüğünü hissettim. Çok yüksek bir noktada aşağı baktım ve kendi bedenimi gördüm. Ama garip olan şuydu ki, ruhum bedenimden ayrılmış olsa da, hala bedenimden gelen nefesi ve nabzı hissedebiliyordum. Bedenime baktığımda sanki başka bir insanınkine bakıyormuşum gibiydi, korkmuyordum ve sakindim. Dönüp yukarı doğru süzülmeye devam ettim ama bunu yaparken vücudum bir şey tarafından engellenmiş gibiydi ve daha fazla yukarıya çıkamıyordum.
Sonra tüm geçmiş hayatımı gördüm. Doğumdan anaokuluna; okuldan, aşık olduğum ve erkek kardeşimin evlendiği zamana kadar. Zaman akıp gitti ve normalde hiç düşünmediğim ya da unuttuğum şeyler bile birden aklıma geldi, hepsi bir arada mutlu ve neşeli anlar.”

Diğer katılımcılar da, tanrılarla ve ruhlarla karşılaştıklarını anlattılar.

Bayan Li o zamanlar 49 yaşındaydı. Ölüler Dünyası’nı ziyaretinden bahsetti. Dedi ki: “Gözlerimin önünde karanlık vardı ve birden uzaktan bana doğru gelen iki adam gördüm – muhtemelen iki ruhtu, tıpkı filmlerde gördüğünüz gibi biri siyah, diğeri beyaz giyinmişti. Ve beni almak için yanıma geldiler. Bir süre yürüdük, sonra Ölüler Dünyası’nın kralını gördüğüm büyük bir salona götürüldüm. Tıpkı filmlerdeki gibi, çok sert ve uzun sakallıydı.”

Banka çalışanı Wang da benzer bir deneyim yaşadı. Deprem anında dairesinin tavanı çöktü ve göğsüne kalın bir tabaka düştü. O anda, hareket edemiyordu ve yavaş yavaş bilincini kaybetti. Sanki başka bir dünyaya girmiş gibi hissediyordu ve tam o anda, önünde uzun cüppeli bir adam belirdi ve topallayarak ona doğru yürüdü. Garip bir şekilde çok yakınında olmasına rağmen adamın yüzünü göremiyordu. Sonra adam onu inanılamayacak kadar derin görünen karanlık bir deliğe götürdü. Sanki bedenine söz geçiremiyormuş gibiydi ve uzun, siyah cübbeli adamı öylece takip etmeye devam etti. Nihayet karanlık deliğin sonunda altın yıldızlarla kaplı bir yeraltı sarayı gözüne ilişti.

Adam ona bir an için sarayın dışında beklemesini söyledi. Saniyeler sonra içeriden bir ses çınladı: “Ölüm Kitabı’nda ismi yok, şimdilik geri dönmesine izin ver!” Gözlerini tekrar açtığında Bay Wang kendisini bir hastane yatağında, ona ilk yardım uygulayan doktorlar ve hemşirelerle çevrili bir şekilde buldu. Bir rüya görmüş gibiydi. Ancak garip bir şekilde, uzun yıllar geçmesine rağmen Wang rüyayı ve muhteşem sarayı hala oldukça net bir şekilde hatırlayabiliyordu – düşündüğü bir saray varsa o da efsanevi Yeraltı Sarayı idi.

Belgesellere göre, hayatta kalanların yarısından fazlası ölüm anlarında hiç korkmadıklarını bildirmişti. Aksine oldukça rahat hissetmişlerdi. Katılımcılardan üçüncüsünün ise bir tünel tecrübesi vardı.

Bazıları garip sesler duyduklarını ve bedenlerinin tünelin içinde bir araya gelip sıkıştığını hissettiklerini söylediler. Bazıları tünelin diğer ucunda parlak bir ışık görebilmişti. Bazıları da tünel zifiri karanlık olmasına rağmen hiçbir şekilde korkmadıklarını söyledi. Birçoğu ise, tecrübe ettikleri tünelin şiddetli rüzgarlar ve havada uçuşan kumlarla dolu olduğunu ama hiçbir şekilde hava akımı hissetmediklerini söylediler.

Ayrıca katılımcıların nerdeyse dörtte biri ölüme yakın deneyimleri sırasında diğer insanlar veya hayaletlerle karşılaştı. Bunlardan bazıları çoktan ölmüş olan aile üyeleriyken, diğerleri ise hala yaşıyor olan arkadaşları veya akrabalarıydı. Bu ruhlar sıklıkla aydınlık ışık taşıyıcıları olarak tanımlanıyordu.

Katılımcıların neredeyse yarısı ruhlarının bedenlerinden ayrıldığını söyledi. Yani, ruhları özgürleşmişti. Ruhları aniden kendisini bedenlerinin dışında bulmuş ve dünyayı tamamen farklı bir şekilde algılıyorlarmış.

Görüşülen bir kişi bedenini, bir parçası boş bir kabuğa benzer şekilde, yatakta uzanmak üzere iki parçaya bölünüyormuş gibi hissettiğinden bahsetti. Diğer parça havadan daha hafifti ve oldukça rahat hissediyordu.

Çalışmayı yürüten doktorlar katılımcıların ölüme yakın tecrübelerini 40 alt kategoriye ayırdılar. Bunların neler olduğuna örnek verilirse; kişinin yaşamına dönüp bakması durumu, bilinç ve bedenin ayrılması hissi, ağırlıksız olma hissi kişinin kendi bedeninin artık onun bir parçası olmadığı hissi, kişinin evrenle fiziksel bağlantısı olduğu hissi veya diğer birçok kategori arasından, zamansızlık hissi.

Doktorlar ölüme yakın deneyimleri hakkındaki bulgularının Batılı ülkelerdeki önceki araştırmacılarınkine çok benzer olduğunu bulduklarında çok şaşırdılar. Bu da ırk, dil ve dinin bu olguda bir rol oynamadığını gösteriyordu.
Doktorlar ölümden sonra yaşamın gerçekten olduğuna yönelik daha fazla kanıt yok mudur diye kendilerine sordular?

Amerikan psikiyatrist Raymond Moody, modern zamanlarda ölüme yakın deneyimlerle ilgili ilk araştırmayı yaptı ve 1975’de ‘Ölümden Sonra Hayat’ başlığı altında 150 vaka üzerindeki ön araştırma bulgularını yayınladı. Alman baskısı “Leben nach dem Tod” (‘Ölümden Sonra Yaşam’) olarak adlandırıldı.

Kitapta Moody ölümün yakınından geçenlerin düzenli olarak bildirdikleri çeşitli deneyimleri anlatıyor. Bunların neler olduğuna örnek verilirse, her şeyi kapsayan bir neşe, sevgi ve huzur hissi; kişinin hayatına dönüp bakması ve uzun, karanlık ve dar bir tünelden geçmesi durumu. Bireyler aniden kendilerini kendi bedenlerinin dışında bulup etraflarındaki şeyleri farklı bir şekilde algılıyorlar. Diğer bazı olgular da şunları içeriyor; sıklıkla, tanınan ölmüş insanlar, hayaletler veya ışık taşıyıcıları gibi başka varlıklarla karşılaşma durumu, yaşam ve ölüm arasındaki sınırı sembolize eden bir ‘bariyere’ yaklaşma ve kişinin sıradan insan yaşamına tekrar dönmek zorunda olduğunu kavrayışı karşısında direnç göstermesi durumu.

Son 40 yıl içinde birçok ölüme yakın deneyim bildirimi oldu. Ölümden sonraki hayatın incelenmesi istemsiz olarak başlıca soruları beraberinde getiriyor: Ölümden sonra hayat var mı? Ve Tanrı ya da Tanrıların olması gibi bir durum var mı?

Bu noktada sizinle kısa bir hikaye paylaşmak istiyorum: Bir zamanlar tanrıların varlığına inanmayan bir profesör varmış ve ateist inançlardan derinden etkilenmiş bir durumdaymış. Bir gün profesör halka açık bir etkinlikte bir konferans veriyormuş. Tezini güçlendirmek için, bütün seyircilerin önünde yüksek sesle şunu söyleyerek Tanrılara meydan okumuş: “Tanrılar sahiden varsanız neden şimdi aşağı gelip beni herkesin önünde öldürmüyorsunuz?”

Tahmin edebileceğiniz gibi, oda sessizlik içindeymiş ve hiçbir şey olmamış. Yüzünde kendinden memnun bir ifadeyle profesör seyircilere demiş ki: “Tanrıların var olmadığını hepiniz gördünüz!”

O anda, yaşlıca bir kadın yavaşça ayağa kalkmış ve profesöre demiş ki: “Profesör, siz bilgili bir adamsınız. Uzun bir zamandır bir soru kafamı kurcalıyor. Belki siz onu cevaplamama yardım edebilirsiniz.”
Daha sonra demiş ki: “Hayatım boyunca, hep Tanrıların gerçekten var olduğuna inandım ve kalbimde onların öğretilerini benimsedim. Korktuğumda, Tanrıların varlığıyla huzur buluyorum. Üzüldüğümde, bana cesaret veriyorlar. Tanrılar benim rol modellerim.


Onlara inanarak, diğer insanlara ihtiyaçları olduğunda yardım etmeyi hep daha fazla düşünüyorum. Tanrılara olan inancım sayesinde, daha mutlu bir hayatım var.


Sorum şu: her şeye rağmen ölümümün ardından hiçbir tanrının olmadığını ve bize aktarmış oldukları öğretilerin var olmadığını öğrenecek olsaydım, Tanrılara inanmış olduğum için hayatımda bir şey kaybeder miydim?”
Sessizlik olmuş.


Profesör bir süre düşünmüş ve daha sonra demiş ki: “Herhangi bir şey kaybedeceğinizi düşünmüyorum.”

Yaşlıca kadın demiş ki: “Başka bir sorum daha var: Tanrılara inanmasam, ama ölüm zamanım geldiğinde, Tanrıların var olduğunu ve reenkarnasyonun yanı sıra, cehennem ve cennetin de olduğunu öğrenecek olsaydım, o zaman hayatımda ne kaybederdim?” O anda, Profesörün nutku tutulmuş!.”

Haber: Lea Zhou, “Lea’nın Görüşü” YouTube kanalından çevirlmiştir.

Derleyen: Evren Durmaz, Epoch Times Türkiye

*Bu makalede yer alan görüşler yazarın görüşleridir, Epoch Times’ın görüşlerini yansıtmayabilir.

Yorumlar kapalı, ancak trackbacks Ve pingback'ler açık.