TİHV Sonuç Bildirgesinde İnsan Hakları Konusunda Kaygı Verici Gelişmelere Dikkat Çekildi

Fotoğraf:Pixabay-KlausHausmann

Türkiye İnsan Hakları Vakfı, pandemi, ekonomik kriz, derin yoksullaşma ve depremlerin yarattığı ağır yıkım ve travmanın, kalıcı OHAL rejiminin yarattığı tabloyu daha da ağırlaştırdığını ifade etti.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) Ankara’da gerçekleştirdiği 12. Dönem 35. Olağan Kurucular Kurulu Toplantısı’nın sonuç bildirgesi yayımlandı. Bildirgede, Türkiye’de ve dünyada insan hakları ve demokrasi konusunda yaşanan kaygı verici gelişmelere dikkat çekildi. Bildirgede Türkiye’de insan haklarının durumuna dair şu ifadeler yer aldı:

“Bir yandan İkinci Dünya Savaşı sonrasında tesis edildiği biçimiyle küresel insan hakları rejimini ayakta tutan siyasi irade çözülürken, diğer yandan toplumsal düzeyde insan hakları değerlerinde ve kazanımlarında kapsamlı bir geriye gidişe ve tahribata yol açan bir değişim söz konusu.
Özellikle toplumsal düzeyde özcü aidiyetler temelinde kurgulanan cemaatçiliğin yükselişi, yabancı ve mülteci düşmanlığının yaygınlaşması, birçok ülkede kadınların, LGBTİ+’ların kazanılmış haklarına saldırılar ve her türden ayrımcılığı besleyen reaksiyoner ideolojilerin adım adım daha fazla zemin kazanması ‒ tüm bunlar toplumların kendilerini hak temelli biraradalıklar olarak görmekten giderek uzaklaşması ve ortaklık fikrinin değer yitirmesi sonucunu doğuruyor.

Öte yandan, bu gelişmeler karşısında insan hakları rejiminin somut varlığını oluşturan uluslararası kurumsal mekanizmaların bürokratikleşmesi, biçimselleşmesi/içeriksizleşmesi ve hatta tedricen işlevsizleşmesi gibi bir gerçeklikle de karşı karşıyayız.

İsrail Hükümeti’nin Ekim 2023’ten bu yana sürdürdüğü saldırı ve operasyonlar sonucu en az 15 bini çocuk, 35 bini aşkın insanın yaşamını yitirdiği, 1,7 milyon insanın zorla yerinden edildiği, milyonlarcasının yeterli su ve gıdaya, güvenli bir barınağa, elektriğe ve sağlığa erişimin tümüyle imkânsız hale geldiği Gazze’de yaşanmakta olan ağır insani kriz, içinde olduğumuz endişe verici sürecin varacağı/vardığı noktayı göstermesi bakımından düşündürücüdür.

Türkiye’de ise Temmuz 2015’ten bu yana, yaygın ve sistematik insan hakları ihlallerinin yaşandığı, ağır ve ciddi insan hakları ihlallerinin tırmandığı çok zor bir dönemden geçiyoruz. Pek çok düzenleme ile kalıcılık/süreklilik kazandırılan bir OHAL rejimi altında yönetilmekte olan ülkede belirsizlik, kuralsızlık ve keyfilik, rejimin kendi varlığını sürdürebilmesinin ana unsurlarına dönüşmüş durumda. Rejimin bir yönetim tekniği olarak kullandığı belirsizlik yaratma gücü, iktidarın her bakımdan tek elde toplanmasına, tüm denetim mekanizmalarından azade kılınmasına ve toplum üzerindeki baskı ve kontrolünün sınırsız artışına olanak sağlıyor. Gelinen noktada, adeta hak ve özgürlüklerin kullanımının bir istisnaya, hakların ihlalinin ise kurala dönüştüğü bir ortamda yaşadığımızı söyleyebiliriz.

Pandeminin ekonomik ve sosyal dokuda yol açtığı tahribatlarla henüz baş edememişken içine girilen, neoliberal ekonomi politikalarının, savaş harcamalarının ve talan ekonomisinin sebep olduğu ekonomik kriz ve derin yoksullaşma, ardından Şubat 2023 depremlerinin yarattığı ağır yıkım ve travma karşı karşıya olduğumuz bu tabloyu daha da ağırlaştırmaktadır.

Aynı zamanda bu süreçte, insan hakları savunucularına yönelik tehdit, baskı ve tacizlerdeki olağanüstü bir artışa tanık olmaktayız. İnsan hakları savunucularının hedef alınması hak ihlallerinin görünmez kılınmasını ve cezasızlığı hedefleyen açık bir politikaya dönüşmüş durumdadır.

Türkiye’de 2016 yılında OHAL ilanından bu yana, eşit koşullarda tüm yurttaşların katılımına açık serbest seçimlerde tecelli eden yurttaş/seçmen iradesini tanıma ve saygı gösterme şeklindeki bir demokrasinin ilk ve olmazsa olmaz şartı, maalesef yerine getirilmiyor. Aksine o tarihten bu yana birkaç münferit örnek haricinde, tümüyle Kürtlerin yoğun yaşadığı il ve ilçelerin belediyelerine çeşitli gerekçelerle kayyumlar atanarak ayrımcı, kutuplaştırıcı, yurttaş/seçmen iradesinin gaspına dayalı, hukukun üstünlüğü ilkesine, insan hakları ve demokrasi değerlerine aykırı bir yerel yönetim rejimi uygulanıyor.

Bunun sön örneği, 31 Mart 2024 Yerel Yönetim Seçimlerinde Hakkari’de seçmenin %48,92’sinin oylarını alarak Belediye Başkanı seçilen Mehmet Sıddık Akış’ın görevinden alınarak yerine Hakkari Valisi Ali Çelik’in belediye başkan vekili (kayyum) olarak atanmasıdır. Bu atama kararıyla seçme ve seçilme hakkı bir kez daha ağır biçimde ihlal edilmiş, toplumsal barışı ve birlikte yaşam iradesini güçlendirecek, yerelleşmiş ve katılımcı demokrasinin ilke ve olanakları tümüyle yok sayılmıştır.”

Ayrıca Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Türkiye’de kolluk kuvvetlerinin kötü muamele ve işkencesini gelen başvurular üzerinden kaydettiği TİHV tedavi ve rehabilitasyon merkezleri raporunu yayımladı. Rapor Türkiye’de son bir senede gözaltında, hapishanelerde ve açık alanda yaşanan devlet şiddetini ortaya koydu. Rapora göre vakfa 2023’te 781, son 10 yılda ise 7 bin 548 işkence nedenli başvuru yapıldı. Bu başvurularda en küçük yaş 7’di.

Yorumlar kapalı, ancak trackbacks Ve pingback'ler açık.