Uzman Paneli COVID-19 Aşılarında Bildirilmemiş Genetik Kontaminasyon Kanıtlarını Tartışıyor

Dünya Sağlık Konseyi’nin bir oturumunda mRNA COVID-19 aşıları için “acil yasaklama” çağrısında bulunuldu.

Foto : Pixabay

9 Ekim’de Dünya Sağlık Konseyi (WCH) ile işbirliği içindeki tıp uzmanlarından oluşan uluslararası bir panel, yakın zamanda COVID-19 aşılarında bulunan ve daha önce açıklanmayan genetik materyal karışımını tartıştı.

Sanal ortamda gerçekleştirilen oturumda ABD, Almanya, Kanada, Fransa ve Avustralya’dan doktorlar, akademisyenler ve araştırmacılar yer aldı.

Kanıtlar, panelin “bu yeni genetik ‘aşılar’ için acil bir yasaklama” çağrısında bulunmasına yol açtı.

Söz konusu genetik kontaminasyonlu flakonlar, (Kontaminasyon: kalıntı, atık Flakton :İçerisinde, toz veya sıvı etken madde bulunan steril şartlarda hazırlanmış cam şişe) hem Moderna hem de BioNTech/Pfizer ürünlerini içeren mesajcı ribonükleik asit (mRNA) teknolojisi ile üretilen flakonlardır. Hem Moderna hem de Pfizer flakonlarında birden fazla beyan edilmemiş genetik sekans bulunmuş, ancak belirli bir sekans sadece Pfizer flakonlarında bulunmuştur.

Farklı bağışıklık koruyucu stratejiler kullanan diğer aşılar, COVID-19 ile mücadele etmek ve onu kontrol altına almak için üretilmiş ve onaylanmış olsa da, mRNA teknolojisi ile yapılanlar düzenleyiciler arasında favori seçim olmuş ve halkın en yaygın kullandığı seçenek olarak kalmıştır. Bu aşılar, vücudun mRNA’sını SARS-CoV-2 virüsüne benzer bir spike proteini üretecek şekilde programlayarak çalışır. Bu teknolojinin avantajı, vücudu potansiyel olarak ölümcül bir enfeksiyona maruz bırakma tehlikesi olmadan, bağışıklık sistemini, belirli bir viral tehdidi tanıması için eğitebilmesidir.

Bununla birlikte, düzenleyici kurumların onaylamasına ve COVID-19 aşılarının kamuoyu tarafından kabul edilmesine rağmen, bazı araştırmalar mRNA aşılarının geçici olarak vücudun RNA’sını onarmaktan fazlasını yaptığını ve aslında DNA’yı değiştirebileceğini öne sürmüştür.

Sağlık kurumları, ilaç şirketleri ve doğruluk kontrolörleri bu endişeye defalarca itiraz etmiştir. ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri’nden (CDC) yapılan bir açıklamada “COVID-19 aşısından elde edilen mRNA, DNA’mızın tutulduğu hücre çekirdeğine asla girmez. Bu, mRNA’nın DNA’mızı hiçbir şekilde etkileyemeyeceği veya onunla etkileşime giremeyeceği anlamına gelir. Bunun yerine, COVID-19 mRNA aşıları, hastalığa karşı güvenli bir şekilde bağışıklık geliştirmek için vücudun doğal savunmasıyla birlikte çalışır.”

ABD Sağlık ve İnsan Hizmetleri Bakanlığı bu endişeyi doğrudan ele alan bir video yayınladı: “Aşının yaptığı şey, vücudunuzun doğal olarak yaptığı şeyi yapmasına yardımcı olmaktır,” diyor Dr. Janice Blanchard videoda. “Farklı bir şey yapmıyor. Kim olduğunuzu değiştirmiyor. DNA’nızı değiştirmiyor. Sadece bu antikorları üretmenize yardımcı oluyor. Antikorlar da zaten hasta olduğunuzda ürettiğiniz şeylerdir. Farklı hastalık türleriyle savaşmak için özel antikorlar üretirsiniz. Yani bu, sadece COVID ile savaşacak bir antikor üretmenize yardımcı oluyor.”

Pfizer, web sitesinin sağlıkla ilgili yanlış bilgileri ele alan bir sayfasında şöyle diyor: “Hayır, mRNA aşıları DNA’nızı değiştirmez. Aslında, DNA’nızla doğrudan etkileşime girmezler.”

DNA Kontaminasyonu
WCH duruşması, mRNA aşılarında kamuoyunun veya düzenleyicilerin inandırıldığından daha fazlasının gizlenmiş olabileceğini düşündürmektedir.

Duruşma, çok sayıda Moderna ve Pfizer aşı şişesinde bakteriyel DNA’nın bulunduğu son çalışmalara odaklandı. Söz konusu kontaminasyon, esas olarak DNA plazmidleri olarak bilinen, bakteri ve diğer mikroorganizmalarda bulunan dairesel DNA moleküllerinden oluşmaktadır.

Bu keşif bir hashtag bile kazandırdı: #plasmidgate.

Acil tıp uzmanı ve duruşmanın moderatörü Dr. Mark Trozzi, “[Bu] tamamen beyan edilmemiş, tamamen yasadışı ve spike proteini dışındaki şeylerin sekanslarını içeriyor” dedi. “Bu çok ciddi bir sorun ve masum insanların bilgileri dışında bir genetik istiladan bahsetmenin hiçbir şekilde abartılı olduğunu düşünmüyorum.”

Bugüne kadar yapılan çeşitli araştırmalarda mRNA şişelerinde plazmidlerin varlığı tespit edilmiştir, ancak bu genetik kontaminasyonun ilk keşfi, bu yılın başlarında COVID-19 aşısıyla hiçbir ilgisi olmayan bir araştırma projesinde tesadüfen gerçekleşmiştir.

Medicinal Genomics’in kurucusu ve İnsan Genom Projesi’nde ekip lideri olan genetik araştırma uzmanı Kevin McKernan, Boston’daki laboratuvarında bir viroidin, kenevir tarlalarında viral bir hastalığa nasıl yol açtığını anlamak için bir deney yürütüyordu.

McKernan ve ekibi, proje için pozitif kontrol grubu olarak COVID-19 için tasarlanan mRNA aşılarını inceledi. Bu süreçte buldukları şey, halka DNA içermediği söylenen şişelerde DNA olduğuydu.

Bu keşif karşısında şaşkına dönen Bay McKernan, başka bir dizi flakon üzerinde ikinci bir analiz yaptı, ancak sonuç aynıydı: Hepsi plazmid DNA parçaları içeriyordu. McKernan, şişelerin hem Avrupa İlaç Ajansı hem de ABD Gıda ve İlaç İdaresi tarafından izin verilenden 18 ila 70 kat daha fazla DNA kontaminasyonu içerdiğini tespit etti.

WCH duruşması sırasında Bay McKernan, Moderna ve Pfizer şişelerindeki nükleik asidi sıraladığını ve yüzde 35 kadarının bakteriyel plazmidlerden gelen DNA olduğunu bulduğunu açıkladı. McKernan’ın bulguları o zamandan bu yana ABD, Japonya, Fransa ve Almanya da dahil olmak üzere çeşitli başka laboratuvarlar tarafından da teyit edilmiş, moleküler virolog David Speicher ve meslektaşları tarafından yapılan yeni bir çalışmada test edilen 24 şişenin tamamında bildirilmemiş DNA tespit edilmiştir.

McKernan, “Açık olmak gerekirse, şişelerde hiç DNA bulunmaması gerekiyordu” dedi.

Aşı formülasyonları, aşı uygulamasının başlangıcından bu yana yeni varyantları ele almak için gerektiği şekilde değişmiş olsa da, Moderna ve Pfizer’in hem tek hem de iki değerlikli aşılarının tümünde önemli miktarda bakteriyel plazmid testi pozitif çıkmıştır.

Düzenleyicilerin mRNA aşılarına onay vermek için kullandıkları üretici belgelerinde bakteriyel plazmidlerden hiç bahsedilmemesi, Bay McKernan’ın denemeler tamamlandıktan sonra ilaç üreticilerinin farklı bir formülasyon dağıttığına inanmasına yol açtı.

McKernan, “Bu tam anlamıyla sağ gösterip sol vurmak” dedi. “Bunlar halka verilen şişeler değil.”
Bay McKernan’ın bulduğu (ve diğer araştırmacıların da teyit ettiği) özellikle endişe verici bir genetik kontaminasyon, SV40 (simian virus 40) adı verilen bir şeydir. SV40, genetik deneylerde transkripsiyon faktörlerini bağlamak ve bağlı DNA’yı bir hücrenin çekirdeğine yönlendirmek için yaygın olarak kullanılmaktadır. McKernan, “Bu aslında, gen terapisi için yayınlanmış iyi bir araç” dedi. “DNA’yı çekirdeğe sokmak istiyorsanız, bunu yapmak için kullandığınız rota budur.”

Bu keşfin ardından Bay McKernan’ın ekibi, diğer araştırmacıların kontaminasyonu tipik akran değerlendirme sürecinin izin verdiğinden daha hızlı bulmalarını sağlamak için dizileme yöntemlerini yayınladı. Üç farklı tahlil tasarladılar: plazmidin içindeki bakteriyel replikasyon kökenini hedefleyen bir tahlil, spike proteinini hedefleyen bir tahlil ve SV40’ın varlığını izlemek için bir tahlil.

Eleştirmenler Bay McKernan’ın analizinde son kullanma tarihi geçmiş şişelerin kullanıldığına dikkat çekmektedir. Ancak, McKernan’ın keşfini doğrulayan diğer araştırmacılar, son kullanma tarihi geçmemiş birçok şişede de aynı genetik materyali bulmuşlardır.

McKernan’ın bulgularını tekrarlayan ilk araştırmacılar Japonya’dan bir ekip oldu. Daha niceliksel bir başka çoğaltma ise kanser genomik araştırmalarında uzmanlaşmış olan Güney Carolina Üniversitesi profesörü Phillip Buckhaults’tan geldi. Eylül 2023’te Güney Carolina Senatosu Tıbbi İşler Komitesi önünde yapılan bir oturumda Bay Buckhaults bulguları hakkında ifade verdi.

Bay Buckhaults, “Orada herhangi bir DNA olması şaşırtıcı,” dedi. “Hem insan sağlığı hem de biyoloji açısından bunun olası sonuçları konusunda endişeliyim. Ancak siz de bunun oraya ulaşmasına izin veren düzenleyici süreçten endişe duymalısınız.”

DNA aşı şişelerine nasıl girebilir? Buckhaults’a göre bu plazmid DNA, mRNA’yı oluşturmak üzere in vitro transkripsiyon reaksiyonu için şablon olarak kullanılan vektördü.

“Bunun doğru olduğunu biliyorum çünkü kendi laboratuvarımda sıraladım” dedi.

Şişelerin küçük DNA parçaları içerdiği tespit edildiğinden (Pfizer aşılarının her bir dozunda 200 milyar plazmid DNA parçası olduğu tahmin ediliyor) Bay Buckhaults, üretim sürecinde DNA plazmidlerinin ortadan kaldırılmak amacıyla basitçe parçalandığına inanıyor.

“Ama aslında genom modifikasyonu tehlikesini artırdılar” dedi. “Bu teorik bir endişe, ancak sağlam moleküler biyolojiye dayanarak bu dokuya karşı sürekli bir otoimmün saldırıya neden olabileceği oldukça makul. Ayrıca bazı insanlarda ileride kansere yol açma riski de çok gerçek bir teorik risktir.”

Ancak Pfizer’e göre böyle bir endişe yersizdir. Pfizer’in aşı araştırma ve geliştirmeden sorumlu kıdemli başkan yardımcısı ve baş bilimsel sorumlusu Annaliesa Anderson, 16 Ekim’de Güney Carolina Senatosu Tıbbi İşler Komitesi’ne gönderdiği mektupta, plazmid DNA içeren bir aşının bir kişinin DNA’sını potansiyel olarak etkileyebileceğini ve teorik bir kanser riski oluşturabileceğini söylemenin yanlış olduğunu belirtti.

Bayan Anderson, “Bu iddiaları destekleyecek hiçbir kanıt yoktur ve Komite üyeleri ve/veya genel olarak kamuoyu tarafından yanlış anlaşılma riski taşımaktadır” diye yazmaktadır. “30 yılı aşkın bir süredir dünya çapında uygulanan grip ve hepatit aşıları da dahil olmak üzere, onaylanmış birçok aşıda az miktarda kalıntı DNA bulunabilir.”

Aşı veya Gen Terapisi

COVID-19 için mRNA aşıları halka sunulmadan hemen önce, halk sağlığı kurumları yeni ürüne yer açmak için aşı tanımını değiştirdi. Ancak bazı uzmanlar, geleneksel aşılardan önemli ölçüde farklı oldukları için mRNA aşılarının aşı olarak adlandırılmaması gerektiğini savundu.

Ancak, örneğin mRNA’nın enjekte edilen anneden emzirilen bebeğe anne sütü yoluyla geçtiğini gösteren pazarlama sonrası kanıtlar göz önüne alındığında, mRNA aşılarının aşıdan ziyade genetik tedaviler olarak yeniden markalanması konusunda daha da büyük bir baskı olmuştur.

WCH oturumunda biyolog, biyokimyacı ve veri analisti Jessica Rose, plazmid kontaminasyonuna ilişkin yeni bulgulara dayanarak, bu aşıların genetiği değiştirme potansiyelini görmezden gelmenin imkansız olduğunu söyledi.

“Değiştirilmiş mRNA COVID-19 enjekte edilebilir ürünlerinde DNA bulunduğundan, bu ürünler, her türlü tanıma göre, gen terapileridir” dedi. “Amaçlanan tasarım bu olmasa bile, şu anda karşı karşıya olduğumuz sonuç budur.”

Peki insan vücuduna enjekte edilen plazmid DNA gerçekten insan genomunu değiştirebilir mi? Bayan Rose, hücrelerimizi istila edebilen bir “Truva atı” olarak tanımladığı lipid nanopartiküller adı verilen bu dönüşümü kolaylaştırabilen bu aşılarda, zaten var olduğu bilinen mekanizmalar olduğunu söylüyor.

“Bunlar, hücrelere doğrudan giriş için potansiyel olarak hibritlere ve diğer şeylere sahip olan bu değiştirilmiş mRNA’yı paketleyen küçük yağ kabarcıklarıdır. Hızlı teslimat gibi bir şey” diyor Bayan Rose.

SV40’ın yakın zamanda keşfedilmesiyle, bu DNA dağıtım yöntemi daha da güçlü olabilir.

Bayan Rose, “SV40 destekleyicileri, farklı türlerden türetilen çok çeşitli hücre tiplerinde en güçlü destekleyiciler arasındadır” dedi. “Asıl soru şu: Bunlar neden açıklanmadı?”

Hasar Potansiyeli

Eğer mRNA aşılarının DNA’mızı değiştirme potansiyeli olsaydı, bu etkiye karşı koruma sağlayabilecek bağışıklık savunmalarımız olmaz mıydı?

Emekli bir mikrobiyolog olan Sucharit Bhakdi, bağışıklık sistemimizin yabancı hücreleri tanımak ve ortadan kaldırmak için kesinlikle doğuştan gelen bir kapasiteye sahip olduğunu açıkladı. Örneğin bir organ nakli reddini ele alalım. Bu, bağışıklık sistemimizin aynı tür içinde bile olsa yabancı DNA’yı tolere etmemesi nedeniyle meydana gelir.

İlaç üreticilerine göre, mRNA aşıları vücudu sadece birkaç günlüğüne spike proteini yapmaya programlıyor. Ancak bağımsız araştırmalar, protein üretim mekanizmasının çok daha uzun sürdüğünü ortaya koyuyor. Ve bazı uzmanlar yabancı proteinlerin üretim süresinin uzamasının kalıcı sonuçlar doğurabileceğinden endişe ediyor.

“Kendinden olmayan herhangi bir proteinin üretiminin devam etmesi, vücutta uzun süreli iltihaplanmaya ve organ hasarına neden olacaktır. Damar duvarları hasar görecektir. Kanama ve kan pıhtısı oluşumu kaçınılmaz sonuçlardır,” dedi Bay Bhakdi duruşma sırasında. “Dünyanın dört bir yanında meydana gelen ani gizemli kalp ölümlerini kim duymamıştır? Bunlar buzdağının sadece görünen kısmıdır.”

Şimdi bir de aşının doğrudan hücreye gönderilen paketlenmiş DNA plazmidlerine sahip olduğunu düşünün. Bay Bhakdi’ye göre, bu maddeler çekirdeğe ulaştığında, kromozomal DNA’ya girme eğilimleri artar ve ciddi hasar potansiyelini ortaya çıkarır:

“Olası sonuçların sonu yok. Hücre bölünmesini ve bireyleşmeyi kontrol eden hassas ayarlı ağın bozulması kansere ve gelişimsel kusurlara yol açabilir. Sperm ve döllenmiş yumurta hücrelerindeki mutasyonlar, değiştirilmiş özellikleri kalıtsal hale getirebilir. Seri üretilen RNA’yı plazmidlerden güvenilir bir şekilde ayırmak için uygun maliyetli prosedürler mevcut değildir. Bu nedenle RNA aşılarının plazmid DNA ile kontaminasyonunun istisna değil kural olması beklenmelidir.”

Haber : Conan Milner. The Epoch Times
Çeviri : Tijen A.Ç., The Epoch Times, Türkiye

Yorumlar kapalı, ancak trackbacks Ve pingback'ler açık.