Yaşam İçin Organik Tarım
Günümüzde insanlığa ve çevreye pek çok felaket getirmiş olan ve artık tüm dünyada insan ve çevre sağlığına son derece zararlı olduğu kanıtlanan endüstriyel tarıma karşı doğa yanlısı bir üretim bilinci ortaya çıkıyor. Bu bilinç ekolojik yani çevre dostu olan organik tarım. Sizlere günümüzde sağlık ve çevresel faydalarından dolayı her geçen gün daha çok tercih edilir olamaya başlayan organik tarım ile dünyamızı her geçen gün yok etmekte olan endüstriyel tarımın küçük bir karşılaştırmasını sunuyoruz.
‘Organik Tarım’ ortaya çıktığı 1940 yıllarından günümüze kadar gelmiş olan ve 1990’lı yıllardan başlayarak özellikle AB’de çevreye uyumlu tarım politikalarının desteklenmesi sonucu ivme kazanarak tüm dünyada yaygınlaşan bir üretim kolu. Çoğu insanın bakış açısına göre de sadece ekonomik bir etkinlik olmasının yanında aynı zamanda bir yaşam felsefesi de. Böyle olmasının sebebi ise temelinde doğa ile uyumun yatması ve verimin artışını hızlandıran doğal olmayan hiçbir şeyin bu uygulamada kullanılmıyor olması.
Organik tarımın ortaya çıkmasının başlıca nedeni endüstriyel tarım devriminin artık yavaş yavaş başarısız olması. Bu konuda Türkiye’de 1990 yılında kurulan ve kurulduğu günden beri Türkiye’de organik tarım uygulamalarının yaygınlaşması için çalışan Ekolojik Tarım Organizasyonu (ETO) geçtiğimiz günlerde Akdeniz İhracatçı Birlikleri’nde Alman proje ortağı FİBL ile ‘Alman-Türk İşbirliği ile Organik Tarım’ projesinin yerel paydaş toplantısını gerçekleştirdi. Bu toplantıda ETO derneği Başkanı Atilla Ertem endüstriyel ve organik tarım uygulamaları hakkında konuştu. Bu konuşmasının başında Ertem üretimin artmasını sağlayan ama artık günümüzde hem insana hem de çevreye felaket getirdiği kesinleşen bu Yeşil Devrim için: “Bilim adamlarının 2. Dünya savaşının ardından gelen soğuk savaş döneminde büyük bir açlık yaşanacağını belirtmesinin ardından, devletler açlık problemi ile karşılaşılmaması için araştırmalara başladılar. 1940’lı ve 1950’li yıllarda makineleşmenin tarımda kullanılması ve böylece verim artışının sağlanacağı, hangi bitkinin hangi yörede yetişiyorsa o yörede o bitkinin yetiştirilmesi gerektiğini düşündüler. Ayrıca o yıllarda üretilen suni gübrelerle verim artışında başarı sağlanacağı ve üzerine kullanılan kimyasal ilaçlarla da bu verim artışının katlanacağını öngördüler. Gerçekten de inanılmaz artışlar oldu. Kullanılan tohumlar ile de verim 4-5 kat arttı” diyerek bu Yeşil Devrim’in insanların çabuk sevinmesine sebep olan başlangıçtaki başarısını aktardı.
Bu sözlerinin ardından Ertem bu konuda günümüze doğru yaklaşarak; “Ama buna rağmen günümüze baktığımızda açlıktan ölümlerin azalmadığını, tam tersine arttığını görüyoruz” dedi ve bu üretimin aslında insanlığa çare olmadığını vurguladı. Bu vurgunun ardından da modern tarım uygulamalarının başarısızlığına değindi ve aslında verim artışına dayalı bu tarım uygulamaları hakkında şunları ifade etti: “Bu verim artışının gerçekleştiği gelişmiş ve sanayileşmiş ülkelerde, kimyasal büyük risklerin oluştuğu ve zaman içerisinde de verim artışlarının yerinde sabitlendiği hatta geriye dönüşler başladığı görüldü.
70 yıllarda ‘Adam dik adam çıkar’ sözleriyle verimliliği ifade edilen Altın Ova Çukurova’da bile 90’lı yıllarda artık verim alabilmek için ürünü yetiştirecek kadar girdi miktarının yapılması gerekliliği ortaya çıkmıştı. Zamanla ‘Yeşil Devrim’in insanlara çözüm değil sıkıntı getirdiği ortaya çıktı.
Suni tarım ya da kimyasal tarım modelinde ilk başta kullanılan verimli tohumlar ve kimyasal gübrelerle yoğun verim artışı sağlarız, sonra toprak yanmaya başlar, verim düşer, düşen verimi arttırmak için daha çok girdi kullanmaya başlarız, verim yükselir ama sonra toprakta yanma başlar. Örneğin; Nevşehir bölgesindeki arkadaşlarımız orada 1 ton patates üretebilmek için 300 kilo gübre kullanılması gerektiğini çok iyi bilirler. Patatesin kilosunun gübreden ucuz olduğunu düşünürseniz neredeyse patates üreticilerinin para kazanmadığını görürsünüz. Seçeneksizlikten dolayı da başka bir şey yapamamaktadırlar.
Zararlı ilaç ve gübrelerin de kullanımı aynı şekildedir. Önce bu şeyleri kullandığımızda hastalık ve zararlıya karşı başarılı oluruz. Daha sonra zararlı bağışıklık kazanır. Bu zararlıları yok etmek için yeni kimyasallar ortaya çıkar. Dikkat edin bu kimyasalların adları da çok ilginçtir. İmparator, Kral, King, Kaptan gibi güçlülük veren imajlar kullanırlar. Çok güçlü, çok kuvvetli her şeyi halleden imaj isimleridir bunlar. Bu ilaçlar da zamanla etkisini kaybeder.
En sonunda da bu uygulamalar sürdürülmesi imkansız, çevreye ve ekonomiye zararlı bir üretim döngüsü haline gelirler.”
Aslında Ertem bu toplantıda sadece modern tarım uygulamalarının toprağa zarar vermediğini aynı zamanda çok büyük bir alandaki biyolojik çeşitliliğe de zarar verdiğini aktardı. Ertem bu konu ile ilgili olarak şu anda organik tarım uygulamalarının en yaygın olduğu A.B.D’den bir örnek verdi ve konuyu şöyle özetledi: “Mississippi nehrinin okyanusuna döküldüğü Florida körfezinin çevresinde tarımsal gübre kullanımı yüzünden oluşan ölü alan 80’lerden beri 2 katına çıkarak 20.000 km2’ye ulaşmıştır. Bu alanda tüm oksijeni tüketen algler dışında hiçbir deniz canlısı yaşayamamaktadır. Mississippi nehri çevresi Amerika’da en çok tarımın yapıldığı bölgedir. Doğusu ve batısında yoğun olarak tarım yapılır. Burada yapılan tarımda kullanılan kimyasal gübreler özellikle azotlu ve fosforlu gübreler, ırmaklarla Mississippi nehri üzerinden Florida körfezine akar. Florida körfezine taşınan bu azot ve fosfor buraya alglerin istilasını sağlamıştır. Çünkü algler fosfor ile yaşar. Alglerin bulunduğu yerde oksijen sıfırlanır ve hayat biter. Yani siz 600 km ötede yaptığınız tarım ile 600 kilometre ötedeki körfezi öldürüyorsunuz. Benim burada yaptığım tarımın oraya ne zararı olacak değil. İşte böyle çevre katliamlarına sebep olabiliyoruz.”
Ertem bütün bu sözleri ile suni ve kimyasal gübre ve ilaçlar kullanılarak yapılan modern tarım uygulamalarının sadece sürdürülebilir olmadığı ama aynı zamanda büyük çapta zararlara yol açtığını ifade etti. Bu zararları ise genellikle şu başlıklar altında toplanıyor:
- DDT’nin (Zirai bir ilaç) mucize etkileri yanında olumsuz etkilerinin ortaya çıkışı,
- Biyolojik çeşitliliğin yok olması,
- Zararlılarda dayanıklılığın gelişmesi
- Toprakların çoraklaşması, üretimin marjinal topraklara kayması
- Yüzey ve yer altı su kaynaklarının kıtlaşması ve kirlenmesi
- İklimsel değişiklikler, küresel ısınma
Ertem aynı zamanda modern tarım uygulamaları ile organik tarım uygulamaları arasındaki sağlık ve ekonomi ilişkisine de dikkat çekti. Bu dengenin doğru algılanması gerektiğini söyleyen Ertem bu konu ile ilgili şunları dile getirdi: “Bugün gazetelerde okuyoruz ve bilim insanları diyet yapmak için salata yemenin tam sırası olduğunu söylüyor. Peki bu ay salatalık ayı olmadığına göre salatalığı nasıl bulacağız. Sera üretiminden. Fakat seralarda kullanılan yoğun kimyasallar ile yetiştirildiğinde bunun fayda mı zarar mı olduğu ayrı bir tartışma. Domates kuşkusuz yararlıdır. Ama domatesin yararı içerisinde barındırdıkları ile ölçülür. Yapılan bir bilimsel çalışmada 1960 yıllarında domatesin içerisindeki kalsiyum, demir magnezyum ve fosforitin yüzde yüz düzeyindeyken bugün aynı oranın %30’lara kadar düştüğünü göstermiştir. Yani sizin bugün yediğiniz domates 40 yıl önceki domatesten üçte bir oranında eksik gıda barındırıyor. Araştırmalar organik tarım yoluyla elde edilen ürünlerde magnezyum, demir, fosfor vs.nin yüzde on beş ile yüzde altmış daha fazla olduğunu kanıtlamıştır. Bize zararlı kansorejen nitratların da yüzde yirmi düşük olduğunu göstermiştir. Yani organik ürün ile %60 daha fazla gıda ve %20 daha az zararlı madde alıyoruz ve daha çok gıda tüketmeden daha az tüketsek bile aynı yararı alıyoruz ve zararını almıyoruz.
2 porsiyon civarında yenen sebze ve meyve bir porsiyon organik meyve veya sebzeye eşit. Yani iki kilo domates yerine bir kilo domates alıyorsunuz ve aynı oranda gıda alıyor ve bunun yanında zararlı madde almıyorsunuz.
G10 ülkelerinde kişi başı daha fazla sağlıklı gıda tüketmek için harcanan para 550 USD iken kişi başı sağlık için harcanan para 1200USD. Sağlıklı gıda tüketmek için esirgediğimiz paradan fazlasını sağlık için harcıyoruz.
Organik gıda hem birey, hem toplum hem de çevre açısından çok önemlidir.”
Endüstriyel Tarım Çocuklarda Kan Kanserinin Başlıca Sebebi
Bir yandan çevreye olan zararları bu şekilde ifade edilirken aslında endüstriyel tarımın insan sağlığına çok zararlı olduğu da başka bir gerçek. Bu konu hakkında Prof. Dr. Kenan Demirkol Tüketici Hakları Derneği Mersin Şubesi tarafından geçmişte düzenlenen bir etkinliğe katılarak endüstriyel tarımın zararları hakkında bir konuşma yapmıştı. Demirkol konuşmasında bugün marketlerden alınan ürünlerin, eğer köy ürünleri ya da organik ürünler değilseler, çok sayıda ilaç içerdiğini belirterek böcek veya yabani otları yok etmek için kullanılan zirai ilaçların yediğimiz sebze ve meyvelere kökten nüfuz ettiğini ve yüzeydeki ilaçların yıkanma ile büyük oranda temizlendiğini ama kökten verilen ilaçların %40’ının ürünün içerisinde kaldığını belirtmiş ve bunun da artık çocukluk çağlarında görülen kan kanserinin başlıca sebebi olduğunu ifade etmişti.
Bu toplantıda Demirkol çok miktarda kullanılan yapay gübrelerin ham maddesinin azot olduğunu söyleyerek, azotun bomba yapımında kullanıldığını ve 2. dünya savaşından sonra azot üreten fabrikaların faal durumda tutulabilmesi için bu fabrikaların yapay gübre fabrikalarına dönüştürüldüğünü ve bu ürünlerin kandırmacalar ile tüm dünyaya pazarlandığını söylemişti. Bu durumun da çocuklarda beyin kanseri ve yetişkinlerde mide ve karaciğer kanserine sebep olduğunu belirtmişti.
Demirkol bu konuşmasında aslında Ertem’in paydaş toplantısında yaptığı; “Üretim artmış ama açlık hala bitmemiştir” vurgusuna da istatistiki bir cevap vermişti. İngiltere’de 1 yılda 18 milyon ton paketli gıdanın çöpe atıldığını ve AB’de israfı önlemek için çalışmalar başlatıldığını ve bütün dünyanın AB kadar müsrif olduğunda 3,5 dünyanın insanları doyurmaya yetmeyeceğini ifade ederek: “ Ayrıca kimyasal tarım yapılmazsa dünyadaki stokların insanlara yetmeyeceği savı yalandır. Dedelerimizin uyguladığı doğal gübreleme yönteminin oldukça yeterli ve başka hiçbir şey de insanların sağlıklı beslenmelerine yol açamaz” diyerek sorunun üretimde değil tüketimde olduğunu belirtmişti.
Ülkenin kurtuluşu TARIM, Tarımın kurtuluşu ORGANİK TARIM’ dır.
Kendisini Doğal Yaşam Arayışçısı olarak adlandıran ve bugüne kadar Mersin’de doğal ve yerel değerler konusunda pek çok çalışması ve projesi
bulunan, aynı zamanda organik üretim konusunda eşi ile beraber bir sertifikasyon firmasını yürüten, Türkiye’nin Ankara Çankaya’da ilk organik ürün marketini açan emekli öğretmen Remziye Günay Eryılmaz da organik tarım için; “Ülkenin kurtuluşu tarım, tarımın kurtuluşu ise organik tarımdır” sözleriyle organik tarımın ne kadar önemli olduğunu ifade etti. “Ekolojik tarım dizgesinde; kişisel, ulusal ve uluslar arası ilişkiler hepsi doğal yaşamın etik değerlerini, ilkelerini taşımak, uygulamak, korumakla yükümlüdür” sözleriyle organik tarımın aslında bir etik değerler sistemi olduğunu vurgulayan Eryılmaz; organik tarımın doğa ile uyumlu ve barışık bir felsefenin ürünü olduğunu söyledi. Eryılmaz; “Toplumuzun; üreticinin, tüketicinin doğruluğa, inandırıcılığa, ilkeselliğe, etik değerlere çok gereksinimi var” diyen Eryılmaz daha çok kazanmak ve ürün almak için kullanılan endüstriyel yöntemlerin doğallıktan uzaklaştıkça insanlara daha çok zarar verdiğini ve doğallığın aslında etik bir ilke olduğunu ve ekolojik tarımın özünde doğayla sevgi ve bütünlük temelinde kurulan bu ilişkinin var olduğunu belirtti.
Eryılmaz günümüzdeki duruma da dikkat çekerek; “Bir toplum; öz çıkarlarını düşünemeyecek boyutlara gelmişse, en ivedi biçimde silkinip yeniden yapılaşmalıdır. Bu da kendine yönelik ölçülü, bilinçli üretim ve tüketim politikaları ile; yerli malı; tarım, hayvancılık, tekstil, maden, enerji, ormanlarını ve kültürel, sosyal, doğal, çevresel, ekonomik değerlerini; korumak, geliştirmek; tüm bunlar için, sorumluk ve duyarlılık içinde bütünleşmesi ile olur” dedi ve doğal, bütünsel ve karşılıklı sevgi ve saygı kültürü olan ekolojik ve doğal yaşamın önündeki tek engeli ‘Egoizm’ olarak tanımladı.