Yavuz, Mısır’a Giderken Portekizlileri de Hedef Almış

İSTANBUL– Prof. Dr. Feridun Emecen, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinin ardındaki gerekçelerden birinin de Haremeyn’e yönelik Portekiz tehdidi olduğunu söyledi.

Yavuz Sultan Selim’in Memlükler üzerine sefer düzenleyerek Türk ve Müslüman bir devletle savaşması yıllardır çeşitli kitaplarda eleştirilir. Padişah Müslüman kanı dökmekle, sırf toprak kazanma hırsı yüzünden cana kıymakla suçlanır.

Prof. Dr. Feridun Emecen’in kaleme aldığı Yitik Hazine Yayınları tarafından piyasaya sunulan Yavuz Sultan Selim kitabında bu söylem bir anlamda bozuluyor. Emecen, Osmanlı Memlük ilişkilerini Fatih Sultan Mehmed devrine kadar dayandırarak ilişkinin gelişim sürecini şu şekilde özetliyor: “Fatih devrinde baş gösteren gerilimin ardından II. Bayezid döneminde Ramazanoğulları ile Dulkadıroğulları beylikleri yüzünden, iki devlet karşı karşıya geldi, yapılan antlaşmaya rağmen çekişme bitmedi. Bununla beraber İslâm’ın mukaddes yerlerine (Haremeyn) yönelik Portekiz tehdidi karşısında Memlüklerin yardım talepleri, aradaki bütün çekişmeleri bir tarafa bırakan II. Bayezid tarafından dinî bir heyecanla kabul edildi”.

PORTEKİZ TEHDİDİNE KARŞI YAVUZ KURTARICI OLMAYA MECBURDU

Mısır Seferi’nin temel sebebi olarak Yavuz’un “toprak açgözlülüğü”, “halife olmak istemesi” gibi konuların gösterilmesinin tarihî gerçeklerle bağdaşmayacağını belirten Feridun Emecen, şunları söyledi: “Mısır, hiç şüphesiz belki de Fâtih Sultan Mehmed’den bu yana Osmanlı padişahlarının dikkatini çeken bir yerdi. Bilhassa her üç semavi dinin kutsal yerlerinin bulunduğu coğrafyaya hâkim olan Memlükler, kendilerini Haremeyn’in koruyucusu ve hizmetkârı olarak bütün İslam dünyasına kabul ettirmişti. Ancak o dönemde Afrika’nın güneyinden dolaşarak Hindistan’a ulaşan ve Kızıldeniz, Arap yarımadası ve Basra körfezinde etkili askeri harekatlara girişen Portekizliler, İslam’ın mukaddes mekânlarını da tarihte hiç olmadığı kadar büyük bir Hıristiyan tehdidine maruz bıraktı. Portekizliler, Kızıldeniz ve Basra Körfezini kapatıp Baharat Yolu’nun güzergâhına hâkim olarak bir yandan da Mısır’ı ekonomik olarak zayıflattı. Memlükler, bu Portekiz tehdidi karşısında çok zorlanmaktaydı. Bütün bu durum Osmanlıları ve Yavuz’u mecburi bir kurtarıcı olarak öne çıkarmıştır, çünkü Suriye, Mekke-Medine ve Mısır’ın ileri gelen uleması Osmanlılardan medet umar hale gelmişti.”

OSMANLILAR PORTEKİZ TEHLİKESİNİ BİTİRDİ

Feridun Emecen, Mısır Seferi’nin başarıya ulaşmasının ardından Mekke üzerindeki Portekiz tehlikesinin tamamen bittiğini, Mekke şerifinin bile dağlara kaçtığı bir zamanda Nisan 1517’de bölgeye ulaşan Selman Reis’in Portekiz tehdidini sona erdirdiğini anlatıyor. Emecen, “Selman Reis’in padişaha gönderdiği mektubu, Portekiz gemilerinin Cidde dolayındaki faaliyetlerini rapor ederken, aynı zamanda Mekke Şerifi Berekat’ın yaptığı yardımlardan da övgüyle söz ediyordu. Yavuz Sultan Selim bundan çok hoşnut oldu.” diyor.

YAVUZ MISIR’DA NEDEN SEKİZ AY KALDI

Yavuz Sultan Selim kitabıyla Yavuz hakkında yapılan pek çok hatalı bilgiyi düzeltirken biryandan da yeni bilgiler veren Feridun Emecen; padişahın sanılanın aksine savaş yapar yapmaz İstanbul’a geri dönmediğini anlatırken sözlerini şöyle sürdürdü: “Sultan Selim, Kahire’de sekiz aya yakın bir süre ikamet etti. Hiç şüphe yok ki bu kadar uzun süre bölgede kalması memlekette kalıcı bir idare sağlamak isteğindendi. Özellikle güvenliğe çok önem veren bir padişahtı. Portekizlilerin Kızıldeniz’e ve mukaddes topraklar üzerine yönelik tehditleri, padişahı yeni askerî tedbirler almaya teşvik etti. Bu gibi mühim işlerin yapılması ise ancak padişahın buradaki varlığıyla sağlanabilirdi.”

Feridun Emecen, Yavuz Sultan Selim’in devlet idare anlayışının bir türkünün doğmasını sağladığını da şöyle anlatıyor: “Yavuz Sultan Selim, devlet idaresinde son derece titiz bir hükümdardı. Her işi kendi eliyle planlamak, yapılanları bizzat görmek, böylece kazandığı zaferin emin ellerde taçlanmasına şahit olmak ve sonra da gönül rahatlığıyla payitahtına dönmek arzusundaydı. Neredeyse her devlet meselesini kendi kontrolü altında yürüten padişah, Kahire’de kalmaya devam ediyor, ancak asker artık geri dönmek istiyordu. Padişahın hiddeti de meşhur olduğu için bu konuyu kimse huzuruna çıkıp da anlatamamıştı. Padişahın çok saygı gösterdiği Kazasker ve daha sonra şeyhülislamlık makamına yükselecek olan Tarihçi Kemalpaşazâde bu isteği yerine getirirse Yavuz’un kabul edeceği düşünülmüş, vaziyet kendisine anlatılmış. Kemalpaşazâde de padişahın uygun bir anında huzura çıkarak askerin türkü yakacak kadar sıla hasreti çektiğinden dem vurmuştur. Aslında bizzat Kemalpaşazade’ye ait olan bu türkünün sözleri ‘Nemiz kaldı bizim mülk-i Arab’ta/ Nice bir dururuz Şam u Halep’te/ Cihan halkı kamu iyş ü tarebde/ Gel gel ahi gidelim Rum illerine’ şeklindedir. Padişah ile Kemalpaşazade arasında bir espri konusu da olan bu türkünün, askerin hislerine tercüman olduğu açıktır. Bu gibi çabaların dönüşü hızlandırdığı kaynaklarda belirtilir”.

Yanıt Ver

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.