Toprak Ana ve Kadın
Dünyanın her köşesinde toprak ana, ulusların ana vatanı olarak kutsanmıştır. Kadın ise insanlığın anasıdır. İkisinin yokluğunda yaşadığımız gezegen, yaşam barındırmayan, ıssız, ölü bir gezegenden farksız olurdu. Bu yüzden tarih boyunca “Toprak Ana” sözü, aslında insanlığın ortak vicdanında, ortak bilincinde yer etmiş çok güçlü bir kavramdır.
Toprak; üretimin, bereketin, beslenmenin kaynağıdır. İnsan var olduğu günden bugüne toprağa yaslanarak ayakta kalmıştır. Toprak; tahılını, meyvesini, suyunu, mineralini, sayısız nimetini insanla paylaşmıştır. İnsanlık bu paylaşımı çoğu zaman minnetle karşılamış, bazen de hoyratça sömürmüştür.
Kadın da tıpkı toprak gibidir. Hayatı taşır, büyütür, geliştirir. Kadının emeği, sevgisi, sabrı ve direnci, insanlık tarihinin görünmeyen harcıdır. Kadın, anne olarak, eş olarak, kardeş olarak, toplumun her kademesinde hem üretici hem koruyucu bir varlık olarak varlığını sürdürür.
Bu yüzden toprak ile kadın arasında çok derin bir benzerlik vardır. Toprak nasıl ki yaşamı üzerinde taşır, kadın da insan soyunu içinde taşır. Toprak nasıl ki güneşle, suyla, rüzgârla uyum içinde var olur, kadın da yaşamla, doğayla, ailesiyle uyum içinde yaşam kurar. Bu yüzdendir ki dünyanın dört bir yanında “Toprak Ana” ya da “Ana Toprak” gibi kavramlar ortak kültür mirası olarak kabul edilmiştir.
Gelin görün ki hem toprağa hem kadına yönelik ihmal, hoyratlık, istismar bugün hâlâ bitmiş değildir. Toprak kirliliği, aşırı tüketim, betonlaşma ve iklim krizleri dünyayı yaşanmaz hale getirirdi. Kadına yönelik şiddet, eşitsizlik, yok sayılma da toplumları çürütmektedir. Bir başka deyişle, toprağı hor gören ile kadını hor görenlerin ortak noktası, yaşamın özünü hiçe saymalarıdır.
Bugün dünyanın dört bir yanında iklim krizine dair endişeler büyüyor. Seller, kuraklıklar, orman yangınları, buzulların erimesi gibi felaketler toprakla kurduğumuz dengeyi kaybettiğimizin en acı göstergesi. Toprağı, suyu, havayı korumadan insanca bir yaşam sürdürmek mümkün değil. Aynı şekilde kadınların yaşam hakkı tehdit altındaysa, fırsat eşitliği yoksa, eğitimden, sağlıktan, özgürlükten mahrum kalıyorlarsa bir toplumun huzurlu olması da imkânsızdır.
Biz insanoğlu toprağı da kadını da yalnızca kendimize ait bir mülk, bir araç gibi gördüğümüzde büyük bir yanılgıya düşeriz. Çünkü onlar birer varlık; hisseden, üreten, geleceği taşıyan varlıklardır. Onlara değer vermek, aslında kendi geleceğimize sahip çıkmaktır.
Kırsalda yaşayan pek çok kadın hâlâ tarlada, bağda, bahçede alın teri döküyor. Çoğu zaman emeğinin karşılığını bile alamıyor. Üstelik çocuklarını büyütüyor, evin yükünü taşıyor, sosyal hayata katılmaya çabalıyor. Tıpkı toprağın sürekli kendini yenileyip, yeniden üretip, insana sunması gibi, kadın da sabırla üretmeye, büyütmeye devam ediyor. Ancak bu emeğin görülmesi, hakkının teslim edilmesi çok önemli.
Bu yüzden kadına ve toprağa sahip çıkmak; sözde değil, özde bir sorumluluktur. Yasalarla, eğitimle, toplumsal farkındalıkla, davranışlarımızla bunu göstermek zorundayız. Çünkü bir toplumun medeniyet düzeyi, toprağına ve kadınına nasıl davrandığıyla ölçülür.

“Yaşam, Toprak Ana’nın bereketiyle; Kadın Ana’nın emeğiyle filizlenir. Ürün, alın terinden; hasat, sabırdan doğar. Hayatı yeşerten de büyüten de onların kutsal dokunuşudur.”
Bazen insanlar “ana vatan” der, “doğduğum toprak” der. Bazen “ana ocağı” der. Bu kelimeler bile aslında bizim kültürümüzde toprağı ve kadını nasıl bütünleştirdiğimizi kanıtlar. İkisinin de adı “ana”dır; çünkü koruyandır, besleyendir, yaşatandır. Bu derin benzetmeyi yalnızca bir sembol değil, bir yaşam felsefesi olarak algılamak gerekir.
Bugün beton yığınlarının arasında kaybolmuş şehirlerde toprağı unutan çocuklar yetişiyor. Bir fideye dokunmamış, bir ağaca sarılmamış, toprağın kokusunu bilmeyen yeni nesiller… Aynı şekilde, kadının kıymetini bilmeyen, ona saygıyı öğrenmemiş, sevgiyi, emeği değersiz gören kuşaklar da yetişiyor. Bu gidişatı değiştirmek hepimizin görevidir.
Kadına verilen değer, sadece annelikle sınırlı kalmamalıdır. O bir birey olarak, özgür ve eşit bir yurttaş olarak desteklenmeli, karar mekanizmalarında yer almalıdır. Tıpkı toprağın yalnızca ürün alınacak bir meta değil, ekosistemin temeli olduğunun anlaşılması gibi, kadının da yalnızca aileyi sürdürecek bir rol değil, insanlığın yarısını oluşturan eşit bir varlık olduğunun kavranması gerekir.
Sonuç olarak; biz toprağa sahip çıkarsak, onu hoyratça kirletmez, talan etmez, korursak kendimizi de kurtarırız. Biz kadına sahip çıkarsak, haklarını, emeğini, onurunu korursak geleceğimizi de kurtarırız. Çünkü Toprak Ana ve Kadın, aslında yaşamın en büyük iki dayanağıdır.
Bugün bu köşeden çağrı yapmak isterim: gelin, toprağa da kadına da saygıyı yeniden büyütelim. Gelecek kuşaklara tertemiz bir dünya, adil bir toplum bırakmak istiyorsak bu iki büyük değeri korumak zorundayız.
Küçük yaşlardan itibaren çocuklara toprağı öğretelim, doğayı sevdirelim. Kadına saygıyı, insan haklarını, eşitliği anlatalım. Çünkü unutmamalıyız ki yaşam, kadının ve toprağın kalbinde filizlenir. O filizi kurutursak, insanlığın umudu da kurur.
Bir tohumun toprakta tuttuğu umut neyse, bir annenin çocuğuna verdiği hayat da odur. O umudu yaşatmak hepimizin sorumluluğudur. Çünkü toprak da kadın da yaşatır, yeşertir, büyütür. Onları korumak, geleceği korumaktır.