Bir masal diyarı: MULU

Kota Kinabalu’da havaalanına gitmek için otobüs aradım ama baktım ki herkes bir şey söylüyor, rezil olmamak için taksiye binmek zorunda kaldım. Genç bir taksici durdurdum yolda.  30 ringit istiyor, 20 ye ikna edip bindim. Zaten normali de 15-20 ringit.

Havaalanına doğru ilerlerken, konuşmaya başladık ve bir anda geyik muhabbeti oluştu. Nasıl gülüyor ama çocuk! Heyecan yaptı bir anda sohbet hoşuna gidince. O güldükçe ben de ona bakıp gülüyorum. Bir ara gülmekten öndeki arabayı görmeyip kaza yapacaktı neredeyse. Havaalanına geldik hala kikir kikir gülüyor. Para vermesem, yap bir güzellik desem, para bile istemeyecek gibi duruyordu.

IMGP4349 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

Neyse, uçağa in-bin yaptıktan sonra Miri’ye geldim. Miri, çok daha büyük bir şehir Kota Kinabalu’ya göre. Yine havaalanından mecburen taksiye binip, direkt pansiyona gittim. Ona da 25 ringit verdim. Taksi pahalı burada. 30 ringit’e pansiyonda kalıyorsun bir gece.  Bi lüksümüz bu olsun diye bindim taksiye doğrusu. Şoföre yarın döneceğimi söyleyince, saat kaçta döneceğimi sordu. Sen mi götüreceksin dediğim an, adam bir kahkaha atıp aynı anda ensemi kavrayarak kendisine doğru çekip beni hafiften sağa sola çevirmeye başladı . Hani böyle samimiyet tavırları yapıyor. 50 yaşlarında bir adam.  Yine buldu dedim delinin biri bizi. Bir de o kadar kötü bir İngilizcesi var ki hiçbir şey anlaşılmıyor. Ne dese ya yes, no diyorum ya da susuyorum.  Yazık o da bana bir şeyler anlatmak istiyor ama zorlanıyor adamcağız.

IMGP4352 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

Miri’de hiç dışarı çıkmadım. Gece uyuyup sabah erkenden kalktım. Bu hostelde de Çinli genç bir oda arkadaşım vardı ama maalesef pek konuşamadık. Pansiyonun sahibi olan kızı tanıyormuş. Kendisine bir oda arkadaşı geldiğini duyunca tedirgin olup aşağı indi, gelip uzaktan bana baktı, ardından da gelip tanıştı.  Deskte görevli kıza, eğer rahatsız olduysa başka bir odada kalabileceğimi söyledim ama sorun yokmuş onun açısından da.

IMGP4359 (600 x 423)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

Erkenden uyumuş o, ben de lobide internete takıldım. Sonra odaya çıkıp birkaç saat uyudum. Oda, çarşaflar falan bembeyazdı, tertemizdi. Çok rahat uyudum.

Sabah erkenden taksici amcamla yine havaalanına gittik. Mulu’ya yol yok. Maswings’in pervaneli uçakları ile gidiyorsunuz Mulu’ya. Yalnız şöyle bir şey oldu, gidiş biletimi Türkiye’den alırken, kredi kartı çekmemiş. Biletimi almamışım yani ben. Allahtan uçakta yer vardı da orada alabildim. Yoksa 1 gün daha Miri de zaman kaybedecektim.

Uçakta Mulu’ya yaklaştığımızda aşağı doğru şöyle bir baktım. Yeryüzü sanki yeşil bir kadife kumaşla kaplanmış gibiydi. Dağlar, tepeler her yer sanki kabarık bir yeşil kadife kumaş gibi görünüyor. Başka bir renk yok. Yağmur ormanlarının arasından, amazondakini andıran bir nehir, kıvrıla kıvrıla bölge boyunca kıvrıla ilerliyor. Hava güneşli ve nemli olduğu için yeşilin binbir tonu ışıl ışıl parıldıyor.

IMGP4371 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR
IMGP4387 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

Mulu havaalanının, dünyanın en güzel havaalanlarından birisi olduğu kesin. Google’ a Mulu airport diye yazıp bir bakın isterseniz ne demek istediğimi anlarsınız.

Minik binanın kapısından dışarı çıktığım an, karşımdaki manzarayı görünce şöyle bir durma ihtiyacı hissettim. Bu kadar güzel hoş geldin de denmez ki!  Çok çok güzel. Tam karşımda, ormanlarla kaplı ve boğum boğum görünen kireçtaşı tepeler yükseliyor ve bulutlar zirvelerini sarıp sarmalamış. Servis aracına binerek bu güzel yolu heba etmek istemedim. Yaklaşık 1.5 kilometrelik yolu yürürken dünyanın en güzel yolunda yürüdüğümü düşündüm.  Sadece tek bir renk var: yeşil. Fakat tropik iklimden dolayı havadaki ışık kırılması çok güçlü ve nemin de etkisiyle tüm bitkiler fosforlu bir yeşil renk yayıyorlar sanki. Bu muhteşem yol boyunca, her türlü egzotik ağaç, size eşlik ediyor.

17xx (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR
IMGP4430 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR
IMGP5264 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

Milli Park sınırlarının 15 metre dışında, yüksek kazıkların üzerine kurulmuş bir pansiyon gördüm, günlük 35 ringitmiş (yaklaşık 12 dolar). Zaman kaybetmemek için, akışına bırakıp buraya girdim ve bir yatak aldım. Yaklaşık 100 metrekarelik bir alan içerisine yan yana bir sürü yatak atmışlar. Fakat biraz sıkıntılı bir pansiyon.. Su çok az akıyor, akşam 17.00 den sonra ise elektirik yok ama kimin umrunda.

Park sınırlarına girebilmek için, önce nehri aşmanız gerekiyor. O yüzden nehrin üzerine, yandan halatlarla gerilmiş ve 20 kişi taşıma kapasiteli bir asma köprü yapmışlar. Köprüyü geçerek içeri giriyorsunuz. Yürürken sarsılan köprünün üzerinde yürümek bile çok zevkli.

Buranın görkemini anlatmak zor. Amazon ormanları ile birlikte, dünyanın en eski yağmur ormanları Borneo adasında bulunuyor. Ayrıca Mulu, dünyanın en büyük mağara sistemlerinden birini de bünyesinde barındırıyor. Özellikle bu mağaralardan sonra buraya doğa meraklıları gelmeye başlamış. Turistlere açık 4 mağara bulunuyor ve buranın resmi rehberleri olmadan o mağaralara gitmeniz yasak.

IMGP4453 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR
IMGP4514 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR
IMGP4467 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

Lafı uzatmayayım. Bölgenin içerisine, kimi yerlerde zeminden 1-2 metre yükselebilen ve kilometrelerce uzayıp giden ahşap yürüme platformları inşa etmişler ve bu sayede ormanın derinliklerine kadar ilerleyebiliyorsunuz.

Devasa ağaçlar var. Hani okların arkasına, sapmadan yol alsınlar diye ”+” biçiminde tüy monte ederler ya, ormandaki ağaçların gövdeleri de aşağı doğru indikçe, dört bir yana doğru açılıyor ve bazılarının enleri 4-5 metreyi buluyor. Gerçekten muhteşemler.  O kadar yoğun bir bitki örtüsü var ki, hava ışıl ışıl olmasına rağmen, ormanın içine ışık giremiyor. Orman zemininde çoğu yerler su, milyonlarca ağaçtan kopan yapraklar ve dal parçaları zeminini sürekli besliyor. Bu platform olmasaydı, içinde yürüyebilmenin herhangi bir yolu olmazdı.

IMGP4532 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

 

IMGP4516 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

Ortalık orman kuşlarının ve böceklerin sesiyle yankılanıyor. Resmen konser var içerde. Çok bahsetmişlerdi fakat elektronik müzik yapan kuşları ilk defa dinliyorum. Bildiğiniz dijital sesler var burada. Bazıları o kadar komik ki, duyan herkes bir anda gülmeye başlıyor. İnanılmaz bir yaşam var burada. Devasa yapraklı bitkiler her yerden fışkırmış ve sarmaşıklar dev ağaçları sarıp sarmalamışlar. Hava nemli ve ağaç yaprakları ve gövdeleri de nemli veya ıslak. Orman resmen fosforlu bir yeşil yayıyor. Çok şık ahşap köprüler yapmışlar ve nehirleri aşıyorsunuz yol boyunca. Dünyanın en eski ekolojik sistemlerinden birisi burası. Binlerce kuş, böcek çeşidi yaşıyor. Yol boyunca ilerlerken yağmur ormanlarına has olan o ilginç böcek ve hayvanlara karşılaşıyorsunuz. ilk gördüğüm hayvan bir karıncaydı. kolaylıkla seçilebiliyordu çünkü kendisi neredeyse 2 cnm uzunluğundaydı. Küçücük, yaklaşım 1 cnm uzunluğunda neredeyse cam gibi şeffaf bir mantarın etrafında dolanıyordu.

IMGP5023 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

Öğleden sonra Deer ve Lang mağaralarına götüren rehbere katıldım. Gruptakiler fazla konuşuyorlardı o yüzden onların biraz uzaklaşmasını bekleyerek, arkadan takip edip, tek başıma yürümeye başladım. Hiç insan sesi olmadan, sadece ormanın inanılmaz senfonisini dinleyerek yürümeye başladım. Yol boyunca zaten kendimden geçmişim. En iyi DJ leri arıyorsanız başka yerde aramaya gerek yok, ormanlarda yaşıyorlar. Böyle bir ormanın derinliklerine doğru yürümek, çok farklı hisler uyandırıyormuş.  Hani ormanların büyülü olduklarını, kendi kuralları olduğunu, konuştuklarını ve her şeyi hissettiklerini söylerler ya, bunu daha iyi anlamanızı sağlıyor. Bir de böyle bir ortamda yüzlerce yıl yaşamış olan aborijnleri ya da amazon yerlilerini düşünün.  Hayatları boyunca ağaçlarla, hayvanlarla telepati içerisinde yaşamış adamlar.

Ormanın senfonisi bir an için bile kesilmiyor. 24 saat elektronik müzik konseri var. Gün doğumu ve batımında ise volüme zirveye çıkıyor ve içerdeki bütün hayvanlar coşuyor artık, ya da kopuyorlar diyelim.

Lang mağarasına yetiştik, çok güzel oluşumları var. Rehberimiz tarihçesini anlatıyor ama ben dinlemiyorum. Kaç yıl su altında kalmış, su burayı nasıl oymuş falan beni ilgilendirmiyor. Ben sadece keyfini çıkarmak istiyorum etrafın, o kadar. Bilgi peşinde falan değilim. Mağaradan çıktıktan sonra yaklaşık 100 metre ilerleyince, tekrar bir görsel şölen başladı çünkü Deer mağarasının muazzam girişine gelmiştik.

IMGP4603 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR
IMGP4587 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR
IMGP4722 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

Bu mağara gerçekten inanılmaz. Hani yüzüklerin efendisinde bir sahne vardı; buzul dağlardan geçmemek için, cücelerin yeraltındaki geçitlerine ürpererek inmişlerdi. Hatta o an, kararı Frodo’ya bırakmışlardı. Gandalf büyülü sözlerle kapıyı açmış, ardından da içeri girmişlerdi. Aynen o geçide benzeyen bir atmosfer var içerde. Dünyanın en yüksek ve derin girişiymiş. Girişteki devasa kayalar çok çarpıcı. Manzaralar çok güzel. Her adımınızda biraz daha şaşırabiliyorsunuz. Biraz ilerleyip arkanıza baktığınızda, ormanın yeşili mağaranın girişinden sizi selamlamaya devam ediyor. Biraz ilerleyip arkamı dönünce, gördüğüm en güzel görüntülerden birini gördüm. Mağaranın yaklaşık 100-150 metrelik tavanından, aşağı doğru, saydam bir şelale akıyor. Sanırım 20-25 metre eninde çok ince bir su tabakası, aynen bir tül perde gibi, aşağı doğru süzülüyor.

IMGP4690 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

 

IMGP4694 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

 

IMGP4673 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

Mağaranın girişinden gelen ışık sayesinde onu görebiliyorsunuz ve bu şeffaf şelalenin arkasında is, fon olarak, mağaranın giriş kısmındaki ormanlar görünüyor. Gurupla hareket etme zorunluluğu olmasaydı, bütün gün orada oturabilirdim.

Akşam geç bir vakte kadar dışarda, kafede oturdum.  Orman hiç susmuyor.  Gökyüzü yıldız denizi haline bürünmüş. Benim pansiyon park alanının dışında olduğu için dışarı çıktım. Etraf o kadar karanlık ki, pansiyonunun girişini göremedim. 10 dakika gözümün önündeki pansiyonu aradım.

Bu arada, parktaki restorant tuvaletinin çatı kısmının bir bölümü açık. Gece tuvaletteyken, o boşuktan  yarasalar giriyor. Bir tanesi son hız sorti yaparken, duvara toslayıverdi. Fırladım tabi ayağa. Üstüm başım batacaktı neredeyse.  Ardından, çekirgeye benzer ama birkaç kat daha şişko avucum büyüklüğünde bir hayvan, arkamdaki duvara kondu. Peki ben ne yaptım? Hemen oradan uzaklaştım tabii.

IMGP4638 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR
IMGP4946 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

Ertesi gün Clearwater mağarasına gittik. Clearwater mağarasına gidebilmek için önce nehirde yol almanız gerekiyor. İnce uzun ahşap kayıklarla gidiyorsunuz. Bu kayıklara sürat motoru takılı ve bayağı hızlı ilerliyorlar. Nehrin iki tarafı ağaçlarla ve ara ara da dik kireçtaşı kayalarla kaplı. Çok güzel bir doğa var. Nereye bakarsanız bakın hayranlık uyandırıyor. Bazı ağaçlar nehre doğru uzamışlar ve altlarından geçiyorsunuz. Bazı yerlerde çok küçük çakıl kumsalcıklar oluşmuş. Bazı yerlerde ağaç kütükleri nehre devrilmiş. Rüya gibi gerçekten. Yol boyunca, ağaçların üzerinden nehre doğru, yüzlerce sarmaşık ip gibi sarkıyor ve nefis bir görsellik oluşturuyorlar.

Küçük bir köyü ziyaret ettikten sonra, mağaraya tırmanacağımız mola noktasına ulaştık. Ormanın bu noktasında, sizi kendisine aşık edecek doğal havuz ile karşılaşıyorsunuz. Yemyeşil küçük bir göletçik ışıl ışıl parıldıyor. Üstelik burada yüzmeniz serbest. Artık anlatmayayım, fotoğrafına bakarak ne kadar güzel olduğuna siz karar verin.

IMGP4888 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR
IMGP4988 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

Clearwater mağarası da oldukça çarpıcı bir mağara. İçinden güçlü bir nehir geçiyor.  Devasa büyüklükteki bu mağara, yüzlerce kilometre uzayıp gidiyormuş. Güneydoğu Asya’nın en uzun mağara oluşumu imiş Clearwater. Bu arada, mağaraları gezdiren rehberlerin bazıları kız bazıları ise erkek. Hepsi buraların çocuğu. Çoğu, civar köylerde büyümüş. Hepsi çok iyi, çok saygılı, çok mütevazi; öyle bilmişlik falan taslamak asla yok. Hemen arkadaş oluveriyorsunuz. İşlerini o kadar severek, ciddi ve dengeli yapıyorlar ki, sizin de onlara saygı duymamanız mümkün değil.

IMGP5034 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR
sarmasık (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR
xxxxv
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

Clearwater’dan sonra biraz mola verip Canopy Walk denen aktiviteye gittik. Büyük ağaçların arasına gerilmiş asma köprüler bunlar. Yan tarafları halatlardan oluşuyor. Böylece bir ağaçtan diğerine yürüyebiliyorsunuz. İncecikler ve üzerinde yürümek biraz zor ve yüksekten korkan insanlar için korkutucu olabilir. Yürürken çok sallanıyor ve güven vermiyorlar. Gacır gucur seslerle ilerliyorsunuz. Buradan düşen birinin hayatta kalma şansı olmaz çünkü yerden 30-40 metre yüksektesiniz ve devasa ağaçlar hala yükselmeye devam ediyorlar. Nehrin üzerinden geçtiğiniz bir parkur vardı ki çok yüksekti fakat nehir yukarıdan şahane görünüyor. Ormanın içinden geçen bu nehir gerçekten çok güzel.

Bu tur esnasında birkaç kişiydik ve hepimiz çok iyi anlaştık. Avustralyalı bir bayanla kafamız nispeten daha iyi uyuştu.  Kendisi sanırım 50 yaşının üzerinde ve tam bir çılgın. Canopoy walk esnasında köprünün üzerinde zıplıyordu. Çatır çutur sesler geliyor köprüden. Yapma falan diye uyardık kendisini.  Öldürür kendini bu deli bir gün bir yerde.

IMGP4617 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

Geri döndükten sonra çok yorulduğumu hissettim. Kaç gündür uykusuzum ve pansiyona gidip yorgluktan bayılmışım. Bu arada, geceleri hava çok güzel. Püfür püfür esiyor. Nem kayboluyor. Hiç terlemiyorsunuz. Sabahları da hava çok güzel. Orman ise hiç kesintisiz, gece gündüz, şarkılarına devam ediyor.

Sabah erkenden kalkıp, bu sefer de park alanının dışındaki alanı keşfetmek için çıktım. Yaklaşık 4 metre genişliğinde bir yol, egzotik bir doğanın içerisinde ilerliyor. Yaklaşık 5-6 km solumdan, zirveleri bulutlarla kaplı dağlar yükseliyor. Bu dağlar o kadar güzeller ki, yol kenarında oturup yaklaşık yarım saat onları izlemekten kendimi alamadım. Güneydoğu Asya’nın klasik karakteristiğini taşıyan dağlar. Boğum boğum görünüyorlar ve tamamen ormanlarla kaplanmışlar. Çok güzel bir bitki örtüsü var burada. Rengarenk, geniş yapraklı egzotik bitkiler fışkırıyor yol kenralarından. Hiç ses yok. Sadece böcekler şarkı söylüyor. Arada bir yanımdan geçen motorsikletli Mulu insanları 32 dişlerini göstererek el sallıyor, ya da selam veriyorlar. Burada öğrendiğim bir diğer şey de, ön dişleri olmayan insanları da çok güzel ve sempatik göründükleri oldu.

IMGP5218 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR
IMGP4413 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

Biraz daha ilerledikten sonra, sağ tarafta bir market gördüm. Kazıklar üzerinde duran bir köy evini market haline getirmişler. İçerisi çok temiz, düzenli. Tost ekmeği, bisküvit, su, kola, çerez gibi şeyler aldım. Burada market olduğunu bilmiyordum, bilsem daha önceden gelirdim. Bu arada ilk defa bir bakkala ayakkabılarımı çıkararak giriyorum.

IMGP5164 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR
IMGP5182 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR
IMGP5139 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

Yürümeye devam ettim. Yol o kadar güzel ki, ne kadar sürerse sürsün  yürüyeceğim. Burada kurt köpeğini andıran ama gövdesi küçük bir cins köpek yaşıyor.  Yürürken gelip bana gırlıyor bazıları ama çok komikler. Gülüyorum, gel seveyim seni diyorum kaçıyorlar. Hatta geri dönerken bir tanesi yanıma geldi yine. Tost ekmeği verdim 2-3 dilim. Çok acıkmış, elimi de alacak nerdeyse. Pansiyona kadar eşlik etti bana.

Büyük bir ahşap köprünün üzerine gelince durdum. Zaten köprünün sonunda yol devam etmiyor artık. Bir tesise bağlanıyor köprü.  Bu köprü üzerinde manzara o kadar güzeldi ki, yaklaşık 3 saat köprünün üzerinde oturup etrafı izledim. Her şey çok hızlı renk değiştiriyor. 5 dakika sonra ne bulutlar, ne de dağlar aynı.  Yeşilin tonları da değişiyor sürekli. Tablo gibi derler ya, öyle işte ortalık.

14xx (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

Köprünün altından ise kahverengi bir nehir usul usul  geçiyor. Hiç dalgası yok. Sessizce akıp gidiyor. Mulu çocukları, nehrin kenarında oyun oynayıp yüzüyorlar.

Burada gözüme çarpan bir diğer şey de temizliği oldu. Ortalıkta hiç çöp yok. Eğer turizm gelişirse mahvedebilirler burayı diye insan korkuyor. Yürüyüş esnasında, yol kenarında, 100 er metre aralıklarla birkaç bira kutusu gördüm, toplayıp bir kenara koydum artık.

hgdj (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR
IMGP5352 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

Bir de buraya gelen insanların çoğu eğitimli. Doğa meraklıları, botanikçiler, mağaraları inceleyenler, yürüyüşçüler vs gibi insanlar. Üniversiteden öğrencileriyle gelen hocalar var mesela. Hep birlikte yürüyüp böcekleri, bitkileri doğal ortamında inceliyorlar. Bu hocaların rehberlik ettiği bir gruba takıldım. Yürürken bir anda duruyor ve size bir bitki gösteriyor mesela. Herkes ‘‘eee hocam’’ diye ona bakıyor, hoca bitkiye dokunduğu an bitkiden garip bir ses çıkıyor falan. Tabi bize de ‘‘oooo’’ demek düşüyor.

Son günümde, gün doğmadan kalkıp, dağların sabah nasıl göründüğünü izlemek için, parkın ters istikametine doğru yürüdüm. Bulutlar, orman ve dağlar muazzam bir görsel şölen sunuyorlar yine. Nesef kesen bir manzara var yine. Yol boyunca yürümeye devam ettim. Dün ekmek verdiğim köpek beni görünce koşarak yanıma geldi. Biraz onunla oynayıp yaklaşık 1 kilometre daha yürüyüp geri döndüm.

IMGP4877 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR
IMGP5335 (600 x 397)
Fotoğraf: Ozan Buğdaycı / Epoch Times TR

Mulu hakkında daha ne yazabilirim bilmiyorum. Aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorum işte görüyorsunuz. Fakat şunu belirtmek lazım ki, sadece Mulu değil, burayı keşfetmeye gelen insanlar  da çok güzeller.

İmkanı olan herkesin görmesini çok isterim. Burada 3 gün kalmak fazlasıyla yeterli olacaktır, öyle düşünebilirsiniz. Buradaki günlük harcamam yaptığım tüm turlar, konaklama, yeme içme ve ufak alışverişler de dahil 50 doları geçmedi.

Bölge insanları Mulu’yu şöyle kodluyorlar: (M)iss.(U). (L)ove .(U)

Peki Mulu’nun hiç mi eksiği yok. Elbette ki var. Buranın tek ve en önemli eksiği ‘‘Elfler’’. Onun dışında herhangi bir eksik yok.

Fotograflar: Ozan Bugdaycı / The Epoch Times Türkiye

 

 

Yanıt Ver

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.