Biz Kimiz?
Kirill Belan- (The Epoch Times)
Biz kim olduğumuzu biliyor muyuz? Belki de bu konuda yanlış anlayışlara sahibizdir. Tüm yaşamımız boyunca bizler, kendi gerçek olan görüş ve anlayışlarımızla değil, toplumda mevcut olan görüş ve anlayışlarla kılavuz ediniriz.
Çok sık olarak şu kelimeleri duyabiliyoruz: “Ben böyle olduğum gibiyim, eğer bundan hoşlanmayan birisi var ise, artık kabullensin.” Bu, o insanın kendisini değiştirmeyi sevmediğini gösteriyor, hatta onun bu durumu kendisine ve çevresindekilere de zarar veriyor olsa bile. Sonradan toplumda edinmiş olduğumuz görüş ve anlayışları kendimiz olarak kabul ederek, bizler tüm hayatımız boyunca yanılsama içinde yaşarız.
Bir insan, psikolojik özelliklerinin kendisini temsil ettiğine inanabilir. Peki, çabuk sinirlenme, tahammülsüzlük, öfke, kin, nefret, kıskançlık veya şu an insanlarda mevcut olan bunlar gibi diğer özellikler gerçekten de insanlığın hakiki doğası mı? Bunların hepsi, belki de sadece yaşam alışkanlıklardan daha fazlası değildir.
Kennedy Havaalanında bir gazetecinin birçok insana yaklaşıp hep aynı soruyu sorarak onlarla sohbet ettiği hakkında bir yaşanmış hikâye biliyorum. Merak ettiği ve sorduğu soru, insanlar için “hayatta en korkunç olarak düşündükleri durum neydi?” sorusuydu. Savaş, doğa felaketleri, ihanet, amansız hastalık ve bunun gibi çok cevap arasında kendisini çıkmaza sokan bir cevap duydu. Havaalanında uçağının kalkış vaktini bekleyen bir Budist keşişe yaklaşıp, onun için “hayatta en korkunç olarak düşündüğü durum neydi?” sorusunu sorduğunda, keşiş onun sorusuna soruyla cevap verdi:
– Siz Kimsiniz? diye, keşiş gazeteciye sordu.
– Ben- John Smith diyerek gazeteci cevapladı.
– Bu Sizin şimdiki isminiz, ama Siz kimsiniz? diye, keşiş yeniden sordu.
– Ben bir gazeteciyim diye çekinerek gazeteci soruyu cevapladı.
– Bu sadece Sizin şu anki mesleğiniz. Siz Kimsiniz? diye, keşiş soruyu tekrarladı.
– İnsan mı? diyerek, gazeteci tereddüt içinde soruyu soruyla cevapladı.
– Bu sadece Sizin şimdiki biyolojik şekliniz, ama gerçeğinde Siz Kimsiniz? diye, keşiş sorusuna devam ediyordu.
Gazeteci ne diyeceğini bilmiyordu ve keşişin karşısında cevap vermeden öyle sessizce dondu kaldı.
İşte o zaman keşiş gazetecinin sorusunu cevapladı:
– işte bu – “hayatta en korkunç olan şey”,- kendinin gerçekte kim olduğunu bilmemen.
Bir bebek bu dünyaya geldiğinde, kim olduğu, nasıl birisi olduğu ve nasıl davranması gerektiği hakkında hiçbir fikre sahip değil. Bazı doğuştan gelen yetenekler dışında, tüm kavramları ve davranış tarzını etrafındaki olup bitenleri izleyerek edinir. O insanın büyüdüğünde açgözlü mü veya fedakar mı, asil mi veya vicdansız mı, merhametli mi veya öfkeli mi olacağı, genellikle onun gördüğü terbiyeye, görme ve olgunlaşması sürecine bağlıdır.
Bir çocuk hayatı öğrenmeye başladığında, etrafında gözlemlediği olup biten her şeyi sanki bir sünger gibi kendisine çeker. Onun tüm gördüğü, duyduğu, öğrendiği şeyler, onun görüşünü, anlayışını ve alışkanlıklarını belirler, yani diğer deyişle, “hayat tecrübesi” dediğimiz şey budur. Onun iyi ve kötü kriterleri anlayışı, toplumda mevcut olan anlayışların etkisi altında oluşur. O insan, kafasında oluşmuş olan o anlayışı gelecekte davranışlarında kılavuz edinmek için kullanacak. Bu kavramlar, bizim hayatımız boyunca mutlu olmamızı veya acılar çekmemizi sağlar.
İnsanlığın farklı zamanlarında ahlaki görüşler ve anlayışlar birbirinden çok farklı. Son zamanlarda toplumumuzda ahlaki ve insani ilişkiler kavramını ikinci plana atarak, onun yerine maddiyat arzusu, kariyer gelişimi hevesi ve zenginlik arzusu peşinde koşma hâkimiyeti mevcut.
Bu doğal olarak, bizim gerçek temiz kalplilik insanlığımızı örten yozlaşmış değerlerden oluşan güçlü bir sistemi oluşturuyor. Günümüzde toplumuzda kabul edilen tüm bu görüşler ve kavramlar, bizim gerçek başlangıç doğamızı yavaş bir şekilde, kademe kademe sarıyor.
Peki, o halde gerçeğinde biz kimiz?
Biz, şu anki mevcut toplumda yetiştirilen ve sindirmiş olduğumuz o kavramların kendisi miyiz? Veya belki de, Biz, toplumdaki tüm bu yanılsamalarla şu an kirlenmiş, fakat gerçeğinde değişmez saf bir doğa mıyız? “Kendinizi” ve “Onları” net bir şekilde ayırabilmeliyiz .“Onlar” hiçbir zaman “Biz” değillerdi, bu yüzden bizim kalbimizde “onlara” yer olmamalı.
Toplumda başarıya ulaşan bir kişinin, bu yanılsama görüş ve anlayışların etkisine kapılması daha da kolay. Kendisini özgünlük ve yetenek sahibi olduğuna dair inandırdıktan sonra, o insan kolayca çevresindekilere ve kendisine çok acılar yaşatabilir. Fakat, gerçeğinde, onun o “başarısı” hemen yarın yok olabilir. Tanrı tarafından bize layık görülenin ne kadar olduğunu kim bilebilir, o halde onlara çok bağlı olmaya gerek var mı? Bizim durumumuzu uyumlu hale getirmek, müzik aletleri dükkanını ziyaret etmeye benzemez, burada kendi kalbinin derinliklerine kadar bakmak gerekiyor.
Uzun zaman süreci boyunca toplumda mevcut olan ahlaki değerlendirme kriterleri çok uç noktalarda farklı olmasına rağmen, Evren insanlara değişmez gereksinimler belirliyor. Doğu ve Batı’nın dini öğretileri, insanın ahlaki niteliklerini geliştirmesini öğretiyor. Bu öğretiler bizim zihnimizi temizlememizi ve gerçek doğamıza geri dönmemizi talep ediyor.
İşte, hayatımız sürecinde zihnimizde edinmiş olduğumuz tüm yanlış kavramlarımızdan kurtulduktan sonra, sadece o zaman “Biz” dünyayı kendi gerçek gözlerimiz ile görebiliriz. Ve işte sadece o zaman “biz kim olduğumuzu” anlayabiliriz.