Himalaya Tuzu Hakkında…
Günümüzde Modern Tıpta belli başlı bazı hastalıklarda Tuz kullanımı sınırlandırılmış ya da tamamen yasaklanmıştır. Bunun yerine GERÇEK HİMALAYA TUZLARI tavsiye edilmiştir. HİMALAYA TUZU ile sadece tuz ihtiyacının karşılanmasının yanı sıra, Astım, Alerji, Yüksek tansiyon, Kabızlık; Diyabet; Bağışıklık sistemi hastalıkları,Mide ekşimesi, Mide ağrıları, Göğüs ağrısı, Bel ağrısı,Eklem ağrıları,Ankiloz spondilit (eklem yangıları), Migren, Kolit ağrısı, Romatizmalı dokulardaki ağrı, Hamilelerde mide bulantısı, Obezite, Gut, Böbrek taşı, Osteoporoz (Kemik erimesi), Alkol bağımlılığında, Sigara bağımlılığında, Egzama, Akne, sivilce, Sedef hastalığı,El ve ayaklardaki mantar hastalığı, Siğil, Soğuk algınlığı,Bronşit, Deri iltihaplanması,Epilepsi,KanserGibi hastalıklar içinde yardımcı şifa kaynağı olarak gösterilmiştir. Ve gerek tarihte gerekse günümüzde birçok hastalığın tedavisinde yardımcı ürün olarak kabul görmüştür.
IŞIK SUYU’nun (doymuş Himalaya kristal tuzlu su çözeltisi) hazırlanışı
IŞIK SUYU’nun (doymuş Himalaya kristal tuzlu su çözeltisi) hazırlanışı
Bu işlem, hayatın kaynağı olan su ve tuzu birbirine kavuştururken, ikiyi bir yapma süreci ile onları onurlandırma işlemidir. Bir başka deyişle, kristal tuzdaki saklı ateşi (enerjiyi) suyun evrenine teslim törenidir.
Hazırlanışı: Cam bir kavanoz içine yumurta büyüklüğünde Himalaya kristal tuzu konulur. Üzerine iki-üç bardak temiz içme suyu ilâve edilir. Bir müddet tuzun çözünmesi için beklenir. Çözeltinin doymuş hâle geldiği, dibinde bir miktar çözünmeden kalan tuzdan anlaşılabilir. Tuzun tamamı eridiyse, doymuş çözelti için biraz daha tuz ilâve edilmelidir. Bu stok çözeltiden yemek yaparken damak tadına göre gereken miktarda kullanılabilir. Vücudun kurumasına karşı kür olarak kullanıldığında, bir bardağa yarım çay kaşığı kadar ilâve edilerek başlanabilir. Yemekleden yarım saat kadar önce, yemek esnasında ve sonrasında olmak üzere günde ortalama 10 bardak kadar alınabilir. Kademeli olarak miktar arttırılabilir.
Günlük su ihtiyacı: 30 ml / kg
Günlük tuz ihtiyacı: 1.10-4 g / kg (yaklaşık 5-10 g arası)
(Himalaya kristal tuzunun kullanımında metal kullanmayınız.)
Tuzun dışında hiçbir şey tuzun yerini tutamaz
Tuzun dışında hiçbir şey tuzun yerini tutamaz
Yemeklerin yapımı sırasında damak tadı ve lezzet nedeni ile ilâve edildiği düşünülen tuz, esasında doğal bir vücût ihtiyacı ile konulmaktadır. Çünkü tuzun yerini tutabilecek hiçbir madde yoktur. Vücûdu oluşturan hücrelerin içi ve hücrelerarası ortam tuzlu sudur. Anne karnındaki bebek tuzlu su ortamında gelişir; çünkü hayat tuzlu sularda başlamıştır, eksikliğinde de biter.
Saf su elektriği iletmez; tuzlu su ise vücûtdaki elektriğin üretilmesinden ve iletilmesinden sorumludur. Hücrenin içi ile dışı arasındaki farklı tuz konsantrasyonundan oluşan ozmotik basınç farkı ile de madde alışverişi sağlanır. Vücûda bağlanan serum veya göz-burun damlaları vb. gibi dışarıdan dâhil edilen sıvıların konsantrasyonları izotonik denilen vücût hücre sıvısı konsantrasyonuna uygun olmalıdır. Hattâ, içilen suyun bile saf su olmaması gerekir. Çünkü saf su, vücûtdaki mineralleri çözüp uzaklaştırarak vücûdu güçsüz ve zâfiyet hâlinde bırakır. Benzer şekilde, rafine edilmiş, içindeki doğanın malı ve vücûdun ihtiyacı olan minerallerden arındırılmış sofra(!)-sanayi tuzu, sözde saf tuz, vücût için çok faydalı değildir; kurumanın başlıca sebeplerinden biridir.
Bu bakımdan, 250 milyon yıl önce, yer kabuğunun tektonik hareketleri ile, iç denizlerin kuruyarak yüksek basınç altında sıkışıp yoğunlaşması ile kristallenmiş, içinde doğal minerallerin kolloidal biçimde dağılımı ile zenginleşmiş Himalaya kristal tuzu, vücût için en ideal tuzdur. Kaya ve deniz tuzu ile kristal tuz arasındaki fark, aynı karbon atomlarından yapılmış olmasına rağmen, yüksek basınç ve sıcaklıkta kristallenmiş olmasından dolayı elmas ile bu özelliklerden yoksun şekilde oluşan linyit (kömür) arasındaki farka benzer.
Suyun dışında hiçbir şey suyun yerini tutamaz
Suyun dışında hiçbir şey suyun yerini tutamaz
Ne çay, ne kahve, ne boyalı meşrubatlar, ne de sunî meyva suları suyun yerine geçemez. Aksine, enerji dönüşümü ve atıklarının uzaklaştırılmasında vücûtdaki suyu tüketirler. Bu sıvılar, su yerine kullanılırsa, beyinin su ihtiyacını bildirme şekli olan susama duygusu engellenir. Zamanla enerji ihtiyacını bildirme güdüsü olan acıkma hissi ile susama hissi birbirine karışır ve susadıkça da yemek yeme arzusu doğar. Vücûdun su eksikliği bildirilemeyince, vücût kendine zarar verme pahasına (daha değerli addettiği organları için diğerlerini fedâ etmek gibi) başka yöntemlere başvurur. Bu yöntem, acımasızca, diğer hayatî organlardan suyun tedârik edilmesidir. Vücût, su kıtlığı çektiğinde kandaki suyu kullanırsa yüksek tansiyon, omurlardakini kullanırsa bel ve boyun fıtıkları, kemiklerdekini kullanırsa gut, artrit, romatizma, akciğerlerdekini kullanırsa astım, pankreastakini kullanırsa şeker, midedekini kullanırsa ülser hastalıklarını yaratır. Oluşabilecek hastalıkların sayısı bunlarla da sınırlı kalmayıp daha birçokları sayılabilir. Hücrelerin su eksikliğinde daha da fazla zorlanması, hücre içi katı enerji tüketiminin artmasına ve dolayısı ile normalinden hızlı bölünmesine ve bu tehlikeli gidişe tepki olarak da beyinin oksijen gönderimini kesmesine sebep olur. Oksijenin kesilmesi netîcesinde, hücrenin hayatiyetini devam ettirebilmek için ilkel, yâni oksijensiz-anaerobik solunumu tercih etmesi ile de kanserleşme denilen sürece girilmiş olur.
Bütün bunlara sebep olan, suyu azalan motorun bir süre sonra hararet yapması, suyu azalan yemeğin bir süre sonra dibinin tutması misâli, suyu azalan vücûdun da bir süre sonra kuruma denilen asitleşme sürecine girerek hastalık ortamına hazırlanmasıdır. Oluşan sağlık ve hayat dengesinin dışındaki bu durumun adı hastalık değil kurumadır. O hâlde, Su hayat ise, susuzluk ölümdür.
Hayatın Vazgeçilmez Kaynakları Su ve Tuz
Hayatın Vazgeçilmez Kaynakları : Su ve Tuz
Kadîm bilgeliklere göre, doğayı oluşturan dört ana unsur: toprak, su, ateş ve havadır. Tuz ise bu dört unsurun hepsini içerdiği için, eskiden beri kutsal bir sembol sayılmıştır.
Doğadaki el değmemiş pınarlardan kaynayan ve gerekli bütün mineralleri bünyesinde bulunduran lezzetli, berrak, serin suların tazeliği ve şifa gücü, şehirlerde kullanılan işlenmiş sular ile kıyaslanamaz. Aynı şekilde, doğanın kendi bünyesinde, milyonlarca yıllık özümsenme yolu ile oluşturduğu tabiî tuz, şehir hayatında kullanılan işlenmiş sofra tuzu ile karşılaştırılamaz.
Vücûdumuzun düzgün çalışabilmesi, kaslarımızın kasılması, beynimizdeki hücrelerin birbirleriyle haberleşebilmesi, kalbimizin atması ve diğer hayatî fonksiyonlarımız için su ve tuz dengesi şarttır. İnsan vücûdunun, günlük olarak, 5 gramdan 15 grama kadar değişik miktarlardaki tuz tüketimine uyum sağlayabildiği söylenmektedir. Ancak bir ortalama vermek gerekirse 70 kglık bir kişinin günde 7 gram kadar tuza ihtiyacı olduğu söylenebilir.
Günümüzde, nüfusun büyük bir bölümü, çeşitli hastalıklar ile boğuşmaktadır. Hastalıklara karşı önleyici hekimlik olarak dengeli beslenmek bir moda deyim olmasına rağmen, dengeli sulanmak veya dengeli tuzlanmak gibi kavramlar pek kullanılmamaktadır.
Denizin ortasında kalan bir kişinin onca suya rağmen susuzluktan ölmesi çarpıcı bir örnektir. Yâni okyanusun suyu içilirse, susuzluğun giderilmesi bir yana, vücûtdaki suyu da emip uzaklaştırdığı için zamanından önce susuzluktan ölüme sebebiyet verir. Şehirlerde yaşayanlar, çeşitli boyalı meşrubatları, çayları, kahveleri içmek suretiyle, dolayısı ile vücûda suyun sahte girişi ile, benzer bir susuzluk ortamı şeklinde aynı durumu yaşayabilirler.
Tuz Us yapar Us Ulu Us Yapar
Tuz Us yapar, Usda Ulu Us Yapar!
Modern Toplum ambalajlı kimyasal, koruyucu maddeli ve rafine beslenme sistemi ile kendini her geçen gün biraz daha zehirlemektedir. Bu zehirlenme hücreleri asidik yani ekşi yapıya dönüştürür.
Beslenme uzmanları, ayurveda, tamamlayıcı tıp bizi asidik yanı ekşiden alkaliye, yani tuzluya dönüştürmeye çalışır. Toksinleri (zehirleri) temizlemenin, yani asidik hücre yapısından alkalik yapiya geçmenin en kolay yolu, gerçek işlenmemiş tuz kullanmaktır. Tuzların en iyisi de kristal yapıda şeffaf, denizin içindeki mineralleri ve ışığı abzorbe edecek kadar sert olmalıdır. Himalaya Kristal kaya tuzu buna en iyi örnektir.
Vücut için iletişimin kaynağı tuzlu sudur. Tuz olmadan vücud içi elektrik olmaz, hücreler arası elektrik olmadan, iletişim olmaz. Kısaca, Us yani akıl olmaz.
Su bilgidir, Tuz us dur.
Yaşam, hücre içi ve dışı Tuzlu suda gerçekleşir.
Tuz hayatın kaynağı, denizden gelir.
Hücre zarından kolaylıkla girebilidiği için, gerçek kristal
Himalaya Tuzu vucudun mineral eksikliğini giderir.
Bütün yiyecekleri bozulmaktan ve çürümekten korur,
tabiki hücreleri de korur.
Saf su elektriği iletmez, Tuzlu su iletir. Tuz olmadan vücudun
elektrik sistemi çalışmaz. Yani düşünemez, kanuşamaz,
kasları kullanamayız. Kısaca uslu olamayız.
Sofra tuzu diye bilinen rafine edilmiş saf sodyum klorür, başka birşeydir.
Vücudun doğal ihtiyacı olan hakiki kristal tuz başka birşeydir.
Kristal Himalaya tuzunun bağışıklık sistemini güçlendirme, vücut ısısını,
suyunu dengeleme özelliği vardır.
İnsanın %75′i sudur. Geriye kalan kısmı da Hakıkı Tuz dur.
Tuzlu su kullanma ve tedavi metodlarını, sitemizde görebilir ve
Kristal Himalaya tuzunu sipariş verebilirsiniz.
Eğer vücudun % 75′i su ise geri kalanı nedir? Belki de bu sorunun yanıtı kimilerini şaşırtabilir. Aslında dikkatli bir okuyucu için bu sorunun yanıtı çoktan verilmiştir. Daha önce dedigimi gibi, canli hücre sivisi, yani stoplazma, deniz suyuyla, daha doğrusu, yaşam öncesi deniz suyuyla özdeş ise, vücudun geriye kalanını da tuz oluşturmaktadır. Biraz düşünüldüğü zaman bu yanıtın hiç şaşırtıcı olmadığını göreceksiniz. Neden? İnsan vücudunu da, üzerinde yaşadığımız gezegeni oluşturan elementler oluşturur. Başka bir deyimle insan vücudu, genel olarak canlı, dünyayı oluşturan elementlerden meydana gelmiştir. Proteinler, vitaminler, aminoasitler ya da enzimler, karmaşık molekül bağından başka bir şey degildir.
Sadece insan vücudunun değil, bütün canlıların temel yapı malzemesi olan su ve tuz aynı zamanda her canlıda yaşamın sürekliliğini ve organizmanın doğal ve doğru çalışmasını sağlar.
Bundan yüzyıl öncesine, Wilhelm Heinrich Schübler (1821-1898) ölüleri yakarak küllerini incelemiş ve yanan cesetlerden arta kalanın yalnızca tuz olduğunu ispatlamıştır.
Tuz yaşamın oluşmasında ve sürekliliğinin korunmasında bu kadar önemli ise, o zaman tuz nedir? Belkide çoğumuz şimdiye kadar bu soruyu hiç sorma ihtiyaci bile duymamışızdır. Çünkü her insanın günlük tuz kullanımı o kadar azdır ki, miktar olarak yok denebilecek düzeydedir.
Çoğumuz soframıza gelen tuzun, gerçek tuzla hiçbir ilişkisi olmadığının farkında bile değildir. Hatta yeni kuşak gerçek tuzun ne olduğunu, nasıl bir tadının olduğu nasıl oluştuğu bile bilmez. Çünkü soframıza gelen tuz gerçek tuz değildir.
Peki, yıllardır soframızdan eksik olmayan tuz değilse nedir? Bunu anlayabilmek için önce tuzun nasıl oluştuğunu ve gerçek tuzun ne olduğunu ögrenelim.
Doğada bulunan bütün tuzlar, denizlerin kurumasıyla, denizde bulunan minerallerin arkaya kalması sonucu oluşmuştur. Denizdeki bu minerallerin neler olduğunu ve ne miktarda olduğunu tahmin edebilmek o kadar zor değildir. Deniz suyunda, dünyada bulunan ve su ile çözülebilen bütün elementler vardır. Milyarlarca yıldır, yağmurlar aracılığıyla dünya yüzünde bulunan ve su ile çözülebilen bütün mineraller denizlere ulaşmıştır. Dolayısıyla tuz deyince, doğadaki hemen hemen bütün mineralleri içeren madde akla gelir. Tabii bu mineraller doğadaki temsil edildikleri miktarlar oranında da, deniz tuzunda vardır. Bu nedenle kimi elementler, sodyum ve klorür gibi deniz suyunda ve doğal olarak tuzda oldukça büyük miktarlarda temsil edilirken, kalium, kalsiyum, magnesyum gibi elementler miktar açısından daha azdır. Bunun yanında tuzda yaklaşık 84 element ve iz elementler mevcuttur.
Soframızdaki yediğimiz tuzun tuz olmadığını söylerken şunu kastediyoruz. Endüstrileşme ile birlikte, özellikle ekonomik sebeplerden dolayı, en az 84 elemente sahip olan tuz, rafine edilerek sadece sodyum ve klorür elementine indirgenmiştir. Bu nedenle hemen hemen gerçek tuz elimizden alınarak yerine sodyum klorür (NaCl) ile degiştirilmiştir. Sodyum klorür ile gerçek doğal tuzun tatları aynı olmasa da birbirlerine oldukça yakındır. Bu nedenle tuzun rafine edilmesiyle elde edilen Sodyum Klorür kimse fark edememiştir.Bunun yanında, rafine edilmiş tuz, kaya tuzunun yanında olukça beyaz ve temiz göründüğü için, aynı zamanda da ucuz olduğu için, hemen herkes rafine edilmiş tuzu seçmiştir. Oysa tuz için tarihte savaşlar yapılmıştr. Altınla ölçülen tuz ile birçok ülkede askerlerin aylıkları ödenmiştir. Tuz tarihte bu kadar değerli ve pahaıi iken birden yok pahasına düşmüştür. Uğruna savaşlar yapılan tuz, durup dururken neden bu kadar ucuzlamıştır, yok fiyatına pazara sürülmüştür? Tuzun bu kadar ayaklar altına düşmesi hiç kimseye garip gelmemiştir.
Aradan seneler geçti, dünya savaşları bitti, insanoğlu çağı deviren makineler icat etti, bilim hemen her alanda en parlak noktasına ulaşıi. Insanoğlunun bu başarılarının karşısında herkes mest olup kalırken, diğer taraftan da, dünyanın hemen her tarafında insanlar kitlesel olarak hastalanmaya başladi. Ve bilim toplumların kitlesel olara sağlıklarının bozulmasına karşı çaresiz olduğunu da inkardan gelemedi. Sağlık sistemlerinin çıkmazı bir ülkeyle kalmayıp dünyayı sardı.
Toplumsal çıkmazın öncülüğünü tarihte her zaman sistemin dışında düşünmeyi becerebilen insanlar yapmıştır. Işte kitlelerin sağlığı durduk yerde bozulurken ve sisteme bağımlı geleneksel bilim de çaresizliğini itiraf edince, çözüm gene sistemin dışından gelmek zorunda kalmıştır. Yalnız çözümün bugünkü geleneksel sağlık sisteminin dışında gelmesi, bilimsel olmadığı anlamına gelmez. Aksine bugünkü sağlık sisteminde, sağliı sisteminde, sosyal ve ekonomik kaygılar o kadar büyük boyutlara ulaşmıştır ki, bilim de bu sistem içerisinden sadece toplumsal zenginliğinde ulaşmanın bir aracı hale gelmiştir. Bilim o kadar büyük bir çıkmazdadır ki, doğadaki çıplak gözle gözlemlenebilen en basit doğrular, en basit gerçekler bile geleneksel sağlik sistemi tarafından anlaşılamamakta, çoğunlulukla da inkardan gelinmektedir.
Buna en basit örnek toplumun üzerine bir karabasan gibi çöken yüksek tansiyondur. Vücudun sahip oluğu su miktarını su ve tuz birlikte düzenlerler. Yaşlı insanlar bu sözü böyle ifade edemeseler bile, tuzun yaşam için önemini çok iyi bilirler. Hele ki çölde yaşayan halklar, tuzsuz çölde yaşamanın imkansız oldugu bilirler. Bugün hala daha, güney doğu Anadoluda hayvanlara sistemli bir şekilde tuz verilir. Bu insanlar yaptıklarının bilimsel açıklamasını yapamazlar, ancak yaptıklarının ne kadar yaşamsal önemi olduğunu bilirler. Işte belki de okur yazar bile olmayan bu insanların yaşam karşısındaki bilgeliğini, geleneksel bilim, modernleşme adı altında inkardan gelmiştir. Dolayısıyla insandaki kan dolaşımının vücuttaki su miktarından derinden etkilediğini kavrayamazlar. Çünkü bilim her şeyden önce bir mantıksal değerler zinciridir. Eğer bu matematiksel mantık zincirinde halkanın bir koptu mu , diğer halkaların sebep sonuç ilişkisi de ortadan kalkar. Yani bilim temelini kaybettiğinden anlaşılmaz hale gelir.
Bugün geleneksel sağlık sistemi, yüksek tansiyonlu insanlara, hem de büyük bir histeriyle tuzdan uzak durmalarını tembihlerler. Bu ateşin üzerine benzin dökmekle eş değerdedir. Işte sistemin bu bağnaz ve at gözlüklü çıkmazını, sadece pharma endüstrisinin kar hırsına bağlamak doğru değildir. Sağlık sisteminin bu çıkmazı, daha çok da insanın sosyal karakterinde aramak gerekir.
Yeni her zaman insana bir güvensizlik, bir korku verir. Yeni ye karşı toplumda da aynı güvensizlik ve korku olduğu için, yeniden yana olan, toplumda oldukça sert, sosyal ve ekonomik yaptırımlara uğrar. İşte bu nedenle büyük sosyal değişimler hep devrimlerle gerçekleşmek zorunda kalmıştır. İsa yeniyi söyledi, çarmıha gerdiler. Hz. Muhammed (sav) yeniyi söyledi, çöle sürdüler. Ama sonra dönüp çarmıha gerdiklerine, sürgüne gönderdiklerine tapınmaya başladılar.
Daha sonra bu yenilikçi fikirlerin etrafında çıkar odakları toplanır, başka bir yeniye tahammül edemezler. İnsanin sosyal karakteri budur. Bugün geleneksel sağlık sistemi etrafında da bir çok çıkar grupları toplanmıştır. Bunların yeniye tahammül etmelerini beklemek boşuna olur.
Bütün bunlar geleneksel bilimin birçok kazanımlarını, yeteneklerini inkar anlamına gelmiyor. Ancak her geçen gün geleneksel TIP, insanı iyileştirebilecek en doğal yolları terk edip, bütün çözümü ilaç sanayinin sundukları alternatiflerde aramaktadır. Bu yüzden geleneksel TIP çözümünden uzaklaşip, hatta insanı iyileştirmeyi bir yana bırakıp, insan sağlığını tehdit eden yöntemler kullanılmaktadır. Bu haliyle geleneksel TIP ilaç endüstrisinin bir uzvu haline dönüşmektedir. Eğer bilim kendini, endüstrinin kar hırsından kurtarabilir de bağımsız olarak araştırmalarını yapabilirse, tabii ki bilimin kazanımları ve yetenekleri daha da büyüyecektir. O zaman dünya bugünkünden daha sağlıklı ve daha barışçı olacaktır. Oysa insan sağlığının doğal yollardan geri kavuşturmanın tarihi hemen hemen insanlik tarihi kadar eskidir. Bunlar geleneksel TIP tarafından kocakarı ilacı olarak aşağılanmaktadır.
Doğada tuz iki biçimde bulunmaktadır. Birincisi denizlerde çözülmüş halde, ikincisi, ise toprak altında kaya halinde. Dünyanın çeşitli yerlerinde kristal olarak görülen tuzları da önce kaya tuzu kategorisinde inceleyeceğiz, sonra kristal tuzla kaya tuzu arasındaki ayrımı anlatacağız.
Kaya, özellikle kristal tuzların çoğunluğu, dünyanın evrimi sürecinde yaklaşik 230-250 milyon yıl önceki dünyanın evriminde permian denilen dönemde oluşmuştur. Bu zamanda, dünya üzerinde sadece pangea adı verilen, dört bir tarafı okyanuslarla çevrili bir kıta vardır. Dünya tarihi içerisinde bu kıta parçalanarak bugünkü yedi kıtanın oluşmasının yolunu açar.
Bu parçalanmada, depremler, volkan püskürmeleri gibi büyük yer olayları olur. Kimi çukur yerleri deniz suları doldururken, kıtaların birbiriyle buluştuğu yerde de Himalaya dağlari gibi, koca dağlar oluşur. Bu yeni oluşan göller ne denizlere akıp gidebilmiş ne de denizlerden bu gölleri yeni sular ulaşabilmiştir. Böylelikle güneş enerjisiyle suyu kuruyan bu göllerin dibinde deniz tuzu birikmiştir.
Dünyadaki kimi tuz yataklari, (Örmegin Pakistandaki) Asya kıtası ile Hindistan yarımadasının birbirine yüklendiği bölgede yüksek basınç altında kristalleşir.
Tuzun Kullanımı nasıl olmalı
Tuzun Kullanımı nasıl olmalı?
Kristal tuzlu su çözeltisi nasıl hazırlanır?
Birçok alandan kullanılmak üzere önce kristal tuzla doymuş bir çözelti hazırlanır. Bu çözelti hemen her tuzla su kullanım biçimi için temel teşkil edeceğinden, nasıl bir doymuş çözelti hazırlanır onu görelim. Hazırlayacağımız bu doymuş tuzlu suyu çok amaçlı kullanabilirsiniz. Asıl tuzlu su içme kürü için hazırlanır. Buna karşın yemek yapmada kullanabilirsiniz. Kavanozdaki su tükendiği zaman, içinde kristal tuz bulunduğu sürece, tekrar tekrar üzerine su katabilirsiniz.
Tuzlu Su Doymuş Çözeltisi Hazırlanışı
Temiz bir kavanozun içine birkaç parça kristal tuz koyun
Tuzların üzerini örtebilecek kadar, kaynak suyu dökün.
Yaklaşık iki saat sonra, eğer tuzlar tamamen erimişse, biraz daha tuz koyun
Tuz suda ancak %26 oranında çözülür ve bu bir doymuş çözeltidir.
Kavanozun kapağının plastik olmasına dikkat edin. Çünkü metaller elektrik ve ışık enerjisini kendi bünyesinde toplarlar ve ayrıca çok çabuk paslanır.
Tuzlu su içme kürü nasıl yapılır ?
Her akla gelende su içmek gereklidir, ancak bu istenilen sonuca ulaşmak için yeterli değildir. Özellikle kanser, yüksek tansiyon, astım ve aşırı kilolardan kurtulmak için değil, aynı zamanda, hastalıkları ve erken yaşlanmayı önlemek için, bir ömür boyu yapılması gerekir. Ancak böylelikle insan hastalıklardan kendini koruyabilir. Tuzlu su ile yapılacak içme kürü aşağıdaki gibidir.
Sabahleyin alacağınız tuzlu suyun önemi şurada; vücuttaki su miktarı tuz belirler. Çünkü su alındığı zaman, natrium iyonları su ile birleşerek hücre zarından dışarı taşınır. Bu şekilde vücutta su toplanır. Eğer vücudunuza tuz almazsanız, su vücudumuza hiçbir fonksiyon üstlenmeden dışarı çıkar. Yemeklerden önce içeceğiniz su, hücrede elektrik enerjisi üretir. Böylelikle vücut gereksiz yemek yeme isteğini ortadan kaldırır. Su vücudu terk ederken zehirli atıkları dışarı taşır. Böylelikle vücudun asit baz dengesini yeniden kurar.
Yemeklerde içeceğiniz su ise sindirim sistemine yardımcı olur. Yiyeceklerin hidrolizini kolaylaştırarak vücuda girmesini kolaylaştırır. Şunu utmamak gerekir ki, ancak su içerisinde çözülebilen yiyecekler vücuda girebilir.
Tuzla su içme kürünün hemen her sağlık sorusuna karşı kullanılması gerekir ve oldukça güzel su verir. Sebebi ise daha öncede söylenildiği gibi, vücudun en önemli enerji ve mineral açığını kapatır. Diğer taraftan ise vücutta yıllardir birikmiş toksinlerden kurtarır.
Yalnız böbrek rahatsızlığı, kalp rahatsızlığı ya da kan dolaşımı sorunları olanların, yıllarca su içmeden bir günde 2,5 litreye çıkarmaları sorunlar yaratabilir. Bu nedenle, bir hafta içerisinde yavaş yavaş artırmakta fayda vardır. Böylelikle vücuda bu yeni değişmeye ayak uydurma fırsatı sağlanır.
Tuzlu su küründe her şeyden önce suyun kalitesi ve sürekliliği önemlidir. Sadece su içmek istediğiniz zaman değil, kurala uygun olarak içmek gerekir. Özellikle yemeklerden yaklaşık yarım saat önce içilen su, vücuda en yararlı sudur.
Tuzlu su içme kürü sadece hastalıklara karşı ya da sadece hastalık bitinceye kadar anlaşılmamalıdır. Insanın yalnızca kaybedilen sağlığın geri getirilmesi için değil, var olan sağlığımızı korumak için de tuzlu su içme kürü yapmamız gerekir.
İnsanoğlu normal koşullarda dünyaya sağlıklı gelir. Nasıl ki dünyaya gelinceye kadar ana rahminde tuzlu su içerisinde büyürse, ölünceye kadar da bu tuzlu suya ihtiyaç duyar. Daha öncede belirttiğimiz gibi su ve tuz yaşayan canlı için en önemli besin kaynağıdır. Ne tuzu tatlandırıcı olarak nede suyu, susadığımız zaman içmemiz gereken bir madde olarak görmek gerekir. Her gün ama her gün susayalım, vücudun ihtiyacı olan suyu ve tuzu almamiz gerekir. Sağlıklı ve dengeli gelişmelerini sağlamak için, çocuklarımıza da su içmeyi ögretmemiz gerekir.
Himalaya kristal tuzuyla, sağlığınızı korumak ya da geri kazanmak için tuzlu su kürü uygulamaya başladığınız zaman, evinizdeki rafine edilmiş tuzu da hemen mutfağınızdan uzaklaştırmanız gerekir. Yoksa bir taraftan, hazır yiyeceklerde aldığımız tuz, öbür taraftan evde kullanılan rafine edilmiş tuz, yaptığımız kürün doğru sonuçlara ulaşmasını engeller.
Sürekli içilecek tuzlu su kürü vücutta şu değişmelere sebep olur.
Vücudun asit ve baz dengesini olumlu etkiler.
Vücudun elektrik yükünü olumlu etkiler.
Dolaşım sistemini ve organlarını olumlu etkiler.
Kan basıncının düşmesine sebep olur.
Vücutta biriken toksinlerin ve ağır metallerin dışarı atılması sağlar.
Kaynak: Yaşamın Gizemi Su ve Tuz, Yücel Aydemir
Yücel Aydemirin kitabını sitemizden sipariş edebilirsiniz.
Tuz neden rafine edilir
Tuz neden rafine edilir?
Kaç çeşit tuz vardır? Tuzu, doğal tuz ve rafine edilmiş sofra tuzu olarak önce ikiye ayırmak gerekir. Gerçi doğal tuzlar da insan sağlığı açısından, mineral bileşimi ve oluşum süreci açısından iki katagoride incelemek mümkün. Ancak önce temel belirleyici olan tuzun doğal mı yoksa rafinemi edilmiş olduğunu ayırt etmemiz gerekir. Çünkü bize sofra tuzu diye belletilen bir tuz değil saf sodyumklorürdür. Ve saf sodyumklorür de vücut için oldukça agrasif bir maddedir. İşte bu nedenle herkes tuzdan uzak durun der. Bize aman tuzdan kaçının derken, gerçek tuzun ne olduğunu bildiklerinden değil, sadece rafine edilmiş tuzun zararlı etkilerini bildiklerinden söylerler. Bu temel ayırt edici özelliklere göre tuzu şöyle sıralandirabiliriz; 1. Doğal tuz a. Deniz tuzu b. Kaya tuzu c. Kiristal tuz 2. Rafine edilmiş sofra tuzu (saf Sodyumklorür) 1. Doğal tuz a. Deniz tuzu: Deniz tuzu özellikle deniz kenarlarında yapılan göletlerde, deniz suyunun kurutulması sonucu elde edlir. Ancak bugün denizlerin sanayi artıklarıyla kirlenmesinden dolayı, denizden elde edilen tuzlar da rafine edilmektedir. Bu sebepten, rafine edildikten sora, tuzun kaynağı nereden olursa olsun, hiçbir anlamı ve özelliği kalmamaktadır. Rafine edilmiş tuzun kaynağı ne olursa olsun, canlı için bir zehirdir. b.Kaya tuzu: Kaya tuzu eski denizlerin kuruması sonucu oluşmuştur. Mineral bileşimi açısından, oluştuğu denizin mineral bileşimini taşır. Kaya tuzu milyonlarca yıl yaşında olduğu için hiçbir çevre kirlenmesinin etkisi yoktur. c. Kristal tuz: Dünyanın çeşitli bölgelerinde milyonlarca yıl yüksek basınç altında kalan kaya tuzları kristalleşirler. Kristal tuzlarını kaya tuzlarından ayıran en büyük özellik, basınç altında molekül yapısı yoğunlaşarak küçülmüş olmasındadır. Bu ince molekül yapısı kristal tuz iyonlarının hücre zarından hücreye girmelerini kolaylaştırır. Dünyanın en iyi kristal tuzlarından birisi de Himalaya tuzu olarak bilinen Himalaya kristal tuzudur. 2. Rafine edilmiş sofra tuzu (NaCI) nedir? Özellikle ekonomik sebeplerden dolayı, kaya tuzları yüksek basınç ve yüksek ısı altında rafine edilir. Rafine edilirken tuzun içerisinde bulunan Sodyum ve Klorürün dışında, diğer bütün elementler ve iz elementleri çeşitli kimyasal ve fiziksel süreçten geçirilerek ayrıştırılırlar. Ancak bu insan vücudunun ihtiyacı olan tuz değildir. Çünkü Sodyumklorür (Sofra Tuzu) insan vücudunda da kendi başına agrasif reaksiyonlara girer. Bu da vücudun kimyasal işleyişini bozar. Bu nedenle vücut sofra tuzunu agrasif bir madde olarak algılar ve hemen vücuttan dişari atmaya çalışır. Vücut bu agrasif maddeyi yanlızca su ile dışarı atabilmektedir. Toplumun büyük bir çoğunluğu su içmeye küstüğünden, vücut bu sofra tuzunu dışarı atamamaktadır. Özellikle aşırı softra tuzu tüketimi, yüksek tansiyona, romatizmal kemik ağrılarına, mide ve bağirsak kanseri gibi birçok sağlik sorununa sebep olmaktadır. (Bak. Yaşamın Gizemi (Su ve Tuz)
Himalaya kristal tuzu nedir?
Himalaya kristal tuzu nedir?
Himalaya kristal tuzu nedir? Kaya tuzlarının oluşumu yaklaşık 250 milyon yıl önceye denk gelir. Milyonlarca yıl öncesi kuruyan bu denizlerinden arta kalan tuz yataklarından bazıları uzun yıllar yüksek basınç altında kalarak kristalleşirler. Dünyada kristal tuz yataklarından en önemlisi Pakistanda bulunan ve Himalaya kristal tuzu olarak adlandırılan tuzdur. Bu tuzların en büyük özelliği oldukça küçük molekül yapısına sahip olmalarıdır. Kristal tuzların küçük molekül yapısı, hücre zarından kolayca girip çıkmasını sağlar.
Tuzlu Su Ne Demek
Tuzlu Su Ne Demek ?
Güzel bir kaynak suyuyla yapılan tuzlu su, sıvılaştırılmış yoğun enerji demektir. Bugün kaynak sularının, yeraltında olan uzun yolculuğunda yoğun bir enerji bağlarıyla donandığı bilinmektedir. Hatta bazı kaynak sularının yeryüzüne çıkıncaya kadar binlerce yıl yeraltında dolaştıkları tespit edilmiştir. Öbür taraftan kristal tuzun madde ile enerji arasında bir geçiş maddesi olduğu söylenmektedir. (Dr. Hendel, B. & Ferreira P) Özellikle de yüksek basınç altında kristalleşen tuz bir enerji kütlesidir. Tuzlu suyun iyileştirme gücü, sahip olduğu bu yoğun enerjiye ve mineral zenginliğine bağlıdır. Özellikle su kıtlığından ve aşırı rafine edilmiş tuz tüketiminden ortaya çıkan hastalıkları tuzlu suyu gerekli bir biçimde kullanarak iyileştirebiliriz.
Genel olarak hemen yer rahatsızlığa ve ciddi sağlık sorunlarına karşı vücudun kurumasını ortadan kaldırmak için, tuzlu su içme kürü uygulanır. Bazi rahatsızlıklara karşı örneğin göz kuruması ve yanması, grip ve ya cilt hastalıklarına karşı ise bir taraftan tuzlu su kürü yaparak vücuda içerden yardım ederken, bir taraftan da gene tuzlu su ile çeşitli yöntemlerle vücudu dışarıdan yardımcı olarak insanın yeniden sağlıgına kavuşması sağlanır.
Mineral tuz, insan vücudunun madde alışverişinde en önemli görevleri üstlenirken, aynı zamanda hücrelerin birbiriyle haberleşebilmeleri için gerekli zemini de sağlar.
Şunu iyi bilmemiz gerekir ki, mineral tuz ile iyileşme uzun sürer ve sabırlı olmak gerekir. Çünkü ilaçla yapılan müdahale gibi, vücudun rahatsızlıkları bastırılmaz. Buna karşın vücutta eksik olan su ve tuz ile vücudun kendi iyileştirme gücü yeniden devreye sokularak sağlanır.
Bu bölümde , bazi hastalıklara karşı kristal tuzun nasıl kullanılacağı hakkinda öneriler sunulacaktir. Bunlardan en önemlisi tuzlu su kürüdür. Tuzlu su kürü sadece hastalıklardan kurtulmak için değil, sağlıklı insanın da bir ömür boyu yemek yemek, nefes almak gibi sürekli yapması gereken bir olaydır. Böylelikle ancak bu dünyadan veda edinceye kadar, sağlıklı yaşamayı becerebilirsiniz. Sağlıklı ve her gün dinç yaşamanın yolu önce kaliteli sudan ve doğal tuzdan geçmektedir. Yaşlanmayı ve ölümü durdurmak zor, ancak böylelikle yaşlanma sürecini geciktirmek ve ölüm kapımızı çalıncaya kadar sağlıklı yaşamayı sağlamak mümkün.
Kristal Tuz Lambası nedir
Kristal Tuz Lambası
Kullandığımız birçok elektrikli ev araçları çevreye yüksek frekansta elektrik yayarlar. Bu insan vücudunun doğal elektrik frekansından oldukça yüksektir. Evlerimiz bilgisayar, televizyon gibi cihazlarin yaydığı pozitif yüklü iyonlarla doludur. Özellikle saatlerce bilgisayarın karşısında çalışma ya da televizyon seyretmeden dolayı insanda sinirlerin gerilmesine ve uykusuzluklara sebep olur. Ayrıca bu yüksek düzeydeki elektrik yüklü, vücutta bazi agrasif maddelerin özgürleşmesine sebep olur. Özgürleşen bu agrasif maddeler hücrenin genetik yapısına saldırarak bozarlar ki, bu vücutta kanser oluşmasına sebep olabilir. Çevreye yayılan aşırı elektrik yükünden, çocuklari daha fazla etkilenmektedir.
Kristal tuzun içerisindeki lamba yandığı zaman tuz hafif ısınır ve odadaki nemi lamba üzerinde toplar. Bu kristal tuzun yüzeyinin hafif ıslanmasına yol açar. Ve böylelikle Kristal tuz çevreye negatif yüklü iyonlar saçar. Negatif yüklü bu iyonlar çevrenin pozitif yüklü iyonlarıyla birleşerek ortamın nötral hale gelmesine yardımcı olur.
Çalışma odanıza bilgisayarınızın yanına koyacağınız bir kristal tuz lambası, hem ortama rahat bir görünümün verirken, öbür taraftan da ortamın elektrik yükünü azaltır. Böylelikle aşırı baş ağrılarından stresten ve uykusuzluktan kendinizi kurtarmış olursunuz.
Neden insanın tuza ihtiyacı vardır
Neden insanın tuza ihtiyacı vardır?
İnsan vücudunun neden tuza ihtiyacı vardır? Doğa da yaşam birkaç temel maddenin üzerine kurulmuştur. Bunlardan birincisi oksijendir. Oksijen olmadan 3 dakika bile yaşamamız olanaksızdır. Oksijeni herhangi bir gazla değiştiremeyiz. Bunu herkes bilir. Bilmesek de kendiliğinden nefes alıp veririz. Sadece insan yaşamını değil aynı zamanda bütün canlıların yaşamını derinden etkileyen diğer iki madde ise su ve tuzdur. İnsan vücudundaki bütün canlı olayları, su içerisinde ve suyla olmaktadır. Bunun yanında suyun insan vücudundaki en önemli görevi enerji üretmektir. Su hücre zarından içeri akın ederken bildiğimiz elektrik enerjisi üretir. Özellikle beynin ve sinir sisteminin temel enerji kaynağı budur. Suyun hücreden içeri girebilmesine ise tuz yardım eder. Vücutta bütün hücreler vücut suyu diye adlandırılan sıvının içerisinde yüzerler. Hücre suyu ile hücrenin içinde yüzdüğü vücut suyu arasında tuz yoğunluğu farkı vardır. Bu fark vücutta ozmos gücünü yaratır. Canlı hücrelerin içinde bulunduıu vücut suyu ile yaptığı madde alışverişi bu ozmos gücüne bağlıdır. Yani hücreye yaşamı veren ozmos gücüdür. Çünkü canlı hücrelerde olan bütün metabolik olayların temelini ozmos oluşturur. Ana rahminde embriyo tuzlu su içerisinde gelişir ve özellikle hamileliğin son birkaç ayında her iki günde yenilenir.
Neden Himalaya kristal tuzu
Neden Himalaya kristal tuzu?
Himalaya kristal tuzu insan sağlığı için neden önemlidir? Dünyada yaşamı su ve tuza borçluyuz. Su ve tuzun kalitesi de insan sağlığını çok derinden etkiler. Eğer biz, sağlıklı yaşamak istiyorsak, su ve tuzu gerektiği miktarlarda ve kalitede almak zorundayız. Bugün ne içtiğimiz suyun ne de yediğimiz tuzun kalitesi hakkında bir bilgimiz yoktur. Oysa su ve tuz insanoğlunun en önemli, vazgeçilmez ve hiçbir maddeyle degiştirilemez bir besin kaynağıdır. İnsan su ve tuzu gerekli miktarlarda ve kalitede almadığı zaman, yaşlanmayı hızlandırarak metabolizma bozukluklarına sebep olur. Bugün dünyayı saran ve çağın hastalıkları olarak adlandırılan, yüksek tansiyon, astım, kanser ve diğer nice hastalıkların sebeblerinden biri yaşamın vazgeçilmez bu iki maddesinin gerekli miktarkarda ve kalitede alınmayışıdır. Yapılan en son bilimsel araştırmalara göre, insan sağlığı için en kaliteli tuzun Himalaya kristal tuzu olduğunu göstermiştir. Himalaya kristal tuzuyla yapılan üç aylık bir tuzlu su kürü sonucunda, insanların bütün metabolik olaylarının doğal seviyesine ulaştığı ve rahatsızlıklarına iyi geldiği görülmüştür.
Tuzun vücuttaki görevleri
Tuzun vücuttaki görevleri
Su ve tuz birlikte insan vucudunun en önemli yaşamsal fonksiyonlarını düzenler.
Gerek hücre sıvısı, gerekse hücre dışı sıvılar, yoğunlukları farklı olan tuzlu sulardır. Vücutta hiç bir sinir hücresinin, diğer organ hücreleri ile herhangi bir bağlantısı yoktur. Oysa beyin, vücudun bütün hücreleri ile iletişim içindedir. Bu ancak, hücre dışı suyun, elektrik iletkenliği özelliğinden yararlanılarak yapılır. Bilindiği gibi saf su elektrik iletemez. Yalnızca tuzlu su elektrik iletir. Böylelikle hücreler arası ve hücreler ve sinir sistemi arasında iletişim mümkün olabilir.
Bu demektir ki tuz olmadan, insan ne düşünebilir, ne konuşabilir, ne vücudunun diğer organlarının verdiği bilgileri alıp gerektiği tepkiyi gösterebilir. Vücuttaki bütün yaşamsal olaylar hücre içi ve hücre dışı bu tuzlu suda gerçekleşmektedir.
Gene bütün hücrelere besinler hücre dışı sıvı ile taşınır. Bu sıvıda besinler, difüzyon yolu ile dağılır. Difüzyonun yayılma hızı sıvının termo dinamiğine bağlıdır. Isı su içerisindeki taneciklerin hareket enerjilerini arttırdığından difüzyon kolay ve hızlı olur. Genelde soğuk havalarda hasta oluşumuzun sebebi budur.
Hücre içi ve hücre dışı madde alışverişi tuzlu su yoğunluk farkları ile gerçekleşir. Bu içerdeki tuz yoğunluğu ile dışarıdaki tuz yoğunluğunun farkından ortaya çıkan ozmos ile olur. Daha öncede söylendiği gibi, hücre dışı suyun yoğunluk oranı %94 iken, hücre içi su yoğunluğu %75 civarındadır. (yanlız bu sayıları mutlaklaştırmak doğru değildir. çünkü bu oran insandan insana değiştiği gibi kişinin su ve tuz tüketimine göre de değişir. )
Yani kısaca tuz olmadan hiçbir canlı olayları yürümez. Peki tuz insan yaşami için bu kadar vazgeçilmez bir fonksiyona sahip iken kimi doktorların yüksek tansinonuz varsa tuzdan uzak durunuz açıklamalarını nasıl anlamak gerekir. Bu insanin kendi ölümünü yavaş yavaş kendisinin hazırlaması demektir. Evet tuzdan uzak durun ama hangi tuzdan. Bunun ayrımını şimdi daha doğru yapmak zorundayız. Rafine edilmiş tuz sadece yüksek tansiyon yapmaz. Aynı zamanda kansere varan birçok hastalığında oluşmasına sebep olur. Onun için ister deniz tuzu olsun, ister kaya tuzu olsun, isterse kristal tuzu olsun rafine edilmişse uzak durun.
Tuzun vücuttaki bir diğer görevi ise potasyum-sodyum pompası ile ozmos gücünün sürekliliğini yaratarak, vücudun doğal su dengesini ayarlamasıdır. Aynı zamanda vücudu ağır metallerden ve zehirlerden arındırmasıdır.
Bunun içindir ki en iyi tuz, kristal yapıda şeffaf (sarı, pembe ve gri değil) olandır.
Tuz Nedir
Tuz Nedir?
Tuz nedir? Tuz denizden gelir. Ya kaya tuzu gibi eski denizlerin kuruması sonucu oluşmuştur, ya da deniz suları buharlaştırılarak elde edilir. O zaman denizlerden elde edilen bu tuz denize nereden gelir. Dünyada var olan ve su ile çözülebilen bütün elementlerin milyarlarca yıl boyunca yağmurlar aracılığıyla denizlere taşınması ile oluşmuş mineraller yığınıdır. Ve bu mineraller doğadaki temsil edildikleri miktarlarına eş değerlerde de tuzda temsil edilirler. Doğal bir tuzda en az seksen dört element bulunur. Dünyada var olan hemen bütün elementler tuz da da vardır. Eger biz bir damla deniz suyu dünyaya eşdeğerdedir dediğimiz zaman büyük bir yanlış yapmış olmayız.
Kaç çeşit tuz vardır
Kaç çeşit tuz vardır?
Kaç çeşit tuz vardır? Tuzu, doğal tuz ve rafine edilmiş sofra tuzu olarak önce ikiye ayırmak gerekir. Gerçi doğal tuzlar da insan sağlığı açısından, mineral bileşimi ve oluşum süreci açısından da iki katagoride incelemek mümkün. Ancak önce temel belirleyici olan tuzun doğal mı yoksa rafinemi edilmiş olduğunu ayırt etmemiz gerekir. Çünkü bize sofra tuzu diye belletilen bir tuz değil saf sodyumklorürdür. Ve saf sodyumklorür de vücut için oldukça agrasif bir maddedir. İşte bu nedenle herkes tuzdan uzak durun der. Bize aman tuzdan kaçının derken, gerçek tuzun ne olduğunu bildiklerinden değil, sadece rafine edilmiş tuzun zararlı etkilerini bildiklerinden söylerler. Bu temel ayırt edici özelliklere göre tuzu şöyle sıralandırabiliriz; 1. Doğal tuz a. Deniz tuzu b. Kaya tuzu c. Kiristal tuz 2. Rafine edilmiş sofra tuzu (saf Sodyumklorür) 1. Doğal tuz a. Deniz tuzu: Deniz tuzu özellikle deniz kenarlarında yapılan göletlerde, deniz suyunun kurutulması sonucu elde edlir. Ancak bugün denizlerin sanayi artıklarıyla kirlenmesinden dolayı, denizden elde edilen tuzlar da rafine edilmektedir. Bu sebepten, rafine edildikten sonra, tuzun kaynağı nereden olursa olsun, hiçbir anlamı ve özelliği kalmamaktadır. Rafine edilmiş tuzun kaynağı ne olursa olsun, canlı için bir zehirdir. b.Kaya tuzu: Kaya tuzu eski denizlerin kuruması sonucu oluşmuştur. Mineral bileşimi açısından, oluştuğu denizin mineral bileşimini taşır. Kaya tuzu milyonlarca yıl yaşında olduğu için hiçbir çevre kirlenmesinin etkisi yoktur. c. Kristal tuz: Dünyanın çeşitli bölgelerinde milyonlarca yıl yüksek basınç altında kalan kaya tuzları kristalleşirler. Kristal tuzlarını kaya tuzlarından ayıran en büyük özellik, basınç altında molekül yapısı yoğunlaşarak küçülmüş olmasındadır. Bu ince molekül yapısı kristal tuz iyonlarının hücre zarından hücreye girmelerini kolaylaştırır. Dünyanın en iyi kristal tuzlarından birisi de Himalaya tuzu olarak bilinen Himalaya kristal tuzudur. 2. Rafine edilmiş sofra tuzu (NaCI) nedir? Özellikle ekonomik sebeplerden dolayı, kaya tuzları yüksek basınç ve yüksek isi altında rafine edilir. Rafine edilirken tuzun içerisinde bulunan Sodyum ve Klorürün dişinda, diğer bütün elementler ve iz elementleri çeşitli kimyasal ve fiziksel süreçten geçirilerek ayrıştırlıırlar. Ancak bu insan vücudunun ihtiyacı olan tuz değildir. Çünkü Sodyumklorür (Sofra Tuzu) insan vücudunda da kendi başına agrasif reaksiyonlara girer. Bu da vücudun kimyasal işleyişini bozar. Bu nedenle vücut sofra tuzunu agrasif bir madde olarak algılar ve hemen vücuttan dişari atmaya çalışır. Vücut bu agrasif maddeyi yanlızca su ile dışarı atabilmektedir. Toplumun büyük bir çoğunluğu su içmeye küstüğünden, vücut bu sofra tuzunu dışarı atamamaktadır. Özellikle aşırı sofra tuzu tüketimi, yüksek tansiyona, romatizmal kemik ağrılarına, mide ve bağırsak kanseri gibi birçok sağlık sorununa sebep olmaktadır. (Bak. Yaşamın Gizemi (Su ve Tuz)
Yücel Aydemir’ DEN ALIMIŞTIR
Kaynak: “http://www.bitkiseltedavi.com”