Karl Marx; Kimi İçin Parlak Bir Düşünür, Kimi İçinse Felaketlere Zemin Hazırlamış Bir Kişi

199 yıl önce Karl Marx Almanya’nın Trier kentinde dünyaya geldi. O, bir kısım insan için parlak bir düşünür, bir kısım insan için ise, felaketlere zemin hazırlamış biri olarak anılmaktadır. Darwin’in evrim teorisi ve onun fikirlerinin birleşimi insanlık için bir felaket olmuştur. Bu yüzden bu konuyu derinlemesine araştırıyoruz.

2013 yılında Ottmar Hoerl tarafından oluşturulan Trier’deki Karl Marx heykelleri (Fotoğraf: Thomas Frey/Getty Images)

Dünyayı bu denli değiştiren Karl Marx kimdi? Avrupa’nın Doğu bloğu onu yüceltmiştir, Asya Komünistleri ve dünyadaki birçok entelektüel aydın ona hala saygı duymaktadır, ne de olsa o; diyalektik materyalizmin fikir babası idi.

Marx, Charles Darwin ile birçok kez temas kurmaya çalışmıştır. Charles Darwin politikaya karışmayı sevmemesine rağmen Marx’a bir mektup yazmıştır: “Bizim ilgi ve araştırma alanlarımız farklı olmasına rağmen, düşünüyorum ki, ikimizde bilimin geniş çapta yayılmasını ve insanlığa mutluluk getirmesini  diliyoruz.”

Onların Ortak Noktası

Darwin ve Marx ikilisi birçok ortak noktada buluşuyor. Darwin farklı insan ırklarının, evrimin farklı seviyelerinde bulunduklarına inanıyordu. O, sözde “ilkel” ve “vahşi” insanlardan nefret ediyordu. Darwin yazdığı “The Desert of Man“ kitabında, insan ırkları arasındaki farklılıklara dikkat çekiyordu ve Afrikalı ve Avustralyalı Aborjin ırklarını maymunlar ve goriller ile aynı gelişim seviyesinde gösteriyordu.

Eugenik hareketi (saf ırk hareketi), Alman Naziler, tüm faşistler ve özelikle de komünistler onun öğretisini benimsemişlerdi. Netice itibariyle, komünistlerin babası Alman Marx, Darwin’in evrim teorisini esas alarak, diyalektik materyalizmi tasarlayan kişidir.

Materyalizm bilince ve varoluşa odaklıdır, aynı zamanda “canlı” yaşamları ve “cansız” olan maddeyi tanımlamaktadır, bunu yaparken de hepsinin maddeden var olduğunu öğretir. Uzakdoğu felsefesi ise, tamamen farklı bir bakış acısına sahiptir, onlara göre farklı katmanlarda bulunan maddelerin birleşmesiyle ortaya çıkan maddenin yoğunlaşması esas olandır ve her şeyin manevi ve ruhani bir kökene sahip olduğuna inanılır.

Darwin’in türlerin değişim teorisi de, diyalektik materyalizmi bilimsel olarak destekliyordu. Darwin bunu şu şekilde açıklıyordu:

“İnsanoğlu muhtemelen dört ayaklı, kıllı ve kuyruklu bir canlıdan türemiştir. Bu canlı eski dünyada büyük ihtimalle ağaçlarda yaşamıştır. Bütün gelişmiş memeli hayvanların atası ise, muhtemelen eskiden yaşamış keseli bir hayvandır. Bu keseli hayvan ise muhtemelen, bir dizi amfibi benzeri varlıklardan türemiştir, bu amfibi’ye benzer varlıkların ise, balığa benzer varlıklardan türediğini var saymaktayım. Geçmişin sisli bilinmezlerinde gezindiğimiz de görüyoruz ki, tüm omurgalı hayvanların atası büyük ihtimalle solungaçlar ile donatılmış bir su canlısıdır. Bu canlı büyük ihtimalle, çift cinsel organa (hermafrodit) sahipti. Bu canlının önemli organları (kalp ve beyin gibi) az gelişmişti veya bu organlara sahip değildi. Bu canlıyı bizim bildiğimiz herhangi bir formdaki canlıya benzetmek zordur, ancak bildiğimiz Ascidians larvalarına benzediğini düşünüyorum.” (Darwin)

Kısacası Darwin bu deniz larvasının, insanların atası olduğunu düşünüyordu ve Marx da bu larvanın nereden geldiğini biliyordu, ona göre bu larva cansız maddeden türemiştir. Bu ikisinin düşüncesiydi, fakat bu yeni bir fikir değildi aslında. Fakat, isteyerek veya istemeyerek onların bu ortak düşünceleri yeni bir çağın başlamasına sebep olacaktı ve bu, toplumun tam olarak birçok değişiklik geçirdiği bir döneme denk gelecekti.

Charles Darwin’in dedesi Erasmus Darwin, türlerin değişimini 1794 yılında etkileyici bir biçimde “Zonomia” adlı eserinde işlemiştir. Erasmus Darwin’in Fransız entelektüeller ile yakın ilişkileri vardı ve bu ilişki sonucu özgürlük, eşitlik ve kardeşlik savaş çığlığı türemişti.

Marx da Irkçıydı

“Muhtemelen işçilerden daha mükemmel eşekler yoktur.”

Bu Karl Marx’ın düşüncesiydi. O, Slavlara ve Çinlilere küfür ediyordu, İsviçrelilerin aptal olduğunu ve Fransızların dayağı hak ettiklerini söylüyordu – bunun gibi birçok söylemi vardı.

Ferdinand Lassalle’ye “Yahudi Zenci” yakıştırması yapıyordu. Yahudilerin dinine karşı derin nefret bir duyuyordu. Ona göre Yahudi dininin dünyadaki amacı “pratik ihtiyaç ve mülkiyet hakkı” idi. Dünyanın bir Yahudi pazarı haline geldiğini ve gerçek Tanrının para olduğunu söylüyordu. O, Hıristiyanların da Yahudileri takip ettiğini düşünüyordu. Marx şöyle diyordu, “Yahudilerin Tanrısı dünyaya yayıldı ve bir Dünya Tanrısı oldu.”

Bu “olumsuzluklara” karşı Karl Marx, efsaneleşmiş “Komünist Manifestosu” ve “Das Kapital” eserlerinde fikirler yürütüyordu.”Kapital” eserinin birinci cildi ve Komünist Manifestosu, 2013 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası ilan edildi. (Manifestoyu Marx, İlluminatilerin satanist kolu olan bir grubun ona bu görevi vermesi üzerine yazmıştır. Bu konu hakkında daha fazla bilgiyi buradan bulabilirsiniz, Komünizmin Karanlık Geçmişi.)

Marx Engels’e şöyle yazıyordu: “Bu Cildi (Das Kapital) biraz daha geniş tutuyorum, çünkü Alman Köpekleri kalın kitaplardan hoşlanıyor.” Karl Marx’a göre, iş dünyasının ahlakının çöküşünün sebebi de dinlerdi. Bu araştırmacıları gülümseten bir durumdur, çünkü biliniyor ki, Karl Marx fazlasıyla para göz birisiydi. Marx borsada spekülasyon amacıyla fiyatların düşmesini beklerken, babası ve annesi onu maddi konuda daima cömertçe destekliyordu, fakat Marx bununla yetinmiyor ve yakında ölecek akrabalarının ve elde edebileceği tüm mirasların peşinde koşuyordu.

İlahi Gücü Reddetmek

Marx özellikle dinlere ve ilahi gücün varlığına karşıydı, o ilahi olan her şeyi, ne pahasına olursa olsun yok etmek istiyordu. İnsanın kendisinden daha yüksekte konumlanmış hiçbir varlığa tahammül etmemesini gerektiğini savunuyordu. Fakat aynı zamanda da, kendisi için bir taht inşa etmek istiyordu. “Umutsuz dua” adlı şiirinde Marx şöyle diyordu:

“Kendime bir taht inşa etmek istiyorum / zirvesi soğuk ve devasa olsun / siperi korkunç ve insanüstü olsun / ve Mareşali acımasızlık olsun! / Sağlıklı göz ile ona bakan, / ölümcül ve solgun bir biçimde ters dönsün / körlük, soğuk fanilik üzerine çöksün, / mutluluk onun mezarı olsun.”

Yugoslavya’daki klise duvarındaki resimde Marx, Engels ve diktatör Tito cehennemde ve bir iblis de onlara bekçilik ekmekte. (Fotoğraf: Avo Prelevic/Getty Images)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ateizm Bir Moda Haline Gelmişti

Karl Marx taraftarlarına göre, yazdıkları sadece şiirsel sanattan ibarettir. Berlin’deki din adamları da, o zamanlar din tartışmalarına katılıyordu. Marx’ın Rheinische Zeitung gazetesinde mesai arkadaşı olan Teolog (ilahiyatçı) Bruno Bauer şunları söylemişti:

“Bu üniversitede büyük bir kitlenin önünde birçok ders vermekteyim. Bazen kürsüden yukarıdan size doğru konuşarak, küfür dolu sözleri size aktardığımda kendimi tanıyamıyorum. Bu çocuklar harika birer birey ve onlara kimse zarar vermemeli, onlar bu tarz şeyleri duyduğunda tüyleri diken diken oluyor diye düşünüyorum. Tanrıyı inkar eden bu tarz şeyleri size aktardığım için kendimden utanıyorum. Her neyse, bu çok kötü bir iblis ve ne zaman bu kürsüye gelsem beni ele geçiriyor ve ben öylesine zayıfım ki, her defasında ona yeniliyorum…. Küfre hasret duyan ruhum ancak, bir profesör olarak ateizmi öven bir konuşma yaptığımda rahatlıyor.”

Fakat Marx, kuru bir ateizmden daha fazlasını istiyordu. Dinlere duyduğu nefretini, ” Dua” adlı şiirinde şöyle dile getiriyordu:

“Küçümseyerek dünyanın yüzüne / bir savaş eldiveni fırlatıyorum / ve o dev cücelerin yıkıldığını izliyorum, / onların düşmesi benim kinimi azaltmayacak. / Bir Tanrı gibi gezinmekteyim. / Zafer elde etmiş bir biçimde onların harabe imparatorluğundan geçiyorum. / Söylediğim ve yapmış olduğum her şey kor bir ateş, / Benim göğsüm yaratıcı tanrının göğsü gibidir.”

Marx, dev cücenin (dünya) yıkılmasının bile, onun kininin azaltmayacağını vurguluyor ve aynı zamanda bir tanrı gibi harabe imparatorluğunda gezindiğini söylüyor. Marx, yaratılış  ile bağdaştırdığı her şeye karşı çıkıyordu. Aynı dönemde, Darwin’in çevresinde, Darwin’in evrim teorisini destekleyen birçok politikacı toplanıyordu ve bu politikacıların birçoğu, Anglikan kilisesinden destek alıyordu.

Netice itibariyle, insanın kökeni hakkındaki araştırma tamamen Darwin’in evrim teorisine dayalıydı. Her türlü ilahi bağlamdan kopartılarak tamamen bilimin bir  meselesi haline gelmişti, bu da tam Karl Marx’ın istediği şeydi.

Karl Marx’ın 200 yaşına girmesi vesilesiyle, seneye doğduğu Trier şehrinde büyük bir kutlama yapılacak. Oraya Çin Komünist Partisi’nin Trier şehrine hediye ettiği 6.30 metre yüksekliğindeki bir heykel dikilecek. Trier Kent Konseyi üyelerinin 42’si bu hediyeyi kabul ederken, 7 kişi karşı çıktı ve 4 kişi ise çekimser oy kullandı. Çin Komünist Partisi, Çin’de birçok insan hakları suçu işledi ve hala daha işlemeye devam etmektedir. Bu, seneye gerçekleşmesi planlanan Trier kutlamalarına da gölge düşürmektedir.

Manfred Will ve Leila Will, The Epoch Times

Yorumlar kapalı, ancak trackbacks Ve pingback'ler açık.