Makul Çözüm
Dünya ekonomik anlamda global bir köy haline geldi ve ülkemiz de 1980 yılından bu yana attığı adımlarla dünya ekonomisinin bir parçası oldu.
Süreçte Türk Lirasının uluslararası dolaşıma (Konvertibilite) açılmasından serbest sermaye hareketlerine, çifte vergilendirmenin önlenmesine yönelik düzenlemelerden, kara parayla mücadeleye kadar hemen her konuda dünya finans sistemine entegre (olmaya çalışan) bir ekonomiyiz.
Avrupa Birliği adaylık sürecimizde pek çok kurumumuzla birlikte bankalar da uyum çalışmaları yaptılar. Konuyla ilgili BASEL kriterlerinin ilki ve ikincisi yerine getirildi, an itibariyle BASEL-3 kapsamında düzenlemeler hayata geçiriliyor.
Dünya ekonomik sistemini bir havuz gibi düşünürsek, havuza atılan her taş, dalga dalga havuzun her tarafını etkilemekte, bir vücuda benzetirsek de, bir ekonomide ortaya çıkan problemler neredeyse tüm ekonomileri etkiliyor. Elbette, dünya ticaretinin yaklaşık %13’ünü gerçekleştiren ve parası (Dolar) tüm dünyada “rezerv para” olarak kabul edilip değerli olan ABD’nin attığı her adım etkili olmaktadır.
Yaşamakta olduğumuz ekonomik krizin analizini yapmak için, öncelikle global, daha sonra bölgesel ve arkasından yere şartları değerlendirmek gereklidir.
Global Şartlar
Dünyada rezerv parayı, dolayısıyla likidite şartlarını kontrol eden ABD Merkez Bankası (FED), 2008-2013 arasında zirveye çıkan bol keseden para basma ve tüm dünyaya vererek enflasyon ihraç etme sürecinin devamında da ivmesini azaltarak para basmaya devam etti ve arkasından pandemiyle (Covid19) birlikte sosyal gerekçelerle ilave para basıp dağıttı. Eş zamanlı olarak da referans faizleri neredeyse sıfıra indirerek kredilerle ilave likidite sağladı.
Süreçte ülkelerindeki artan enflasyonla birlikte yaşanan sıkıntıları gidermek için önce parasal genişleme durduruldu ve arkasından hızlıca faiz artışı yaparak piyasadan sürekli para çekti. Böylece FED referans faizi ve ABD devlet tahvilleri 15 yılın zirvesi olan %5 seviyelerini aştı. ABD faiz artışıyla birlikte tüm dünyadan Dolar likiditesi ABD’ye dönmeye başladı ve ciddi bir finansal darlık oluştu. Ülkemiz gibi sermaye açığı olan ülkeler için parasal bir kıtlık/kuraklık oluştu denebilir.
FED yanı sıra Avrupa Merkez Bankası (ECB) ve pek çok ülkenin Merkez Bankaları enflasyona karşı referans faizlerini arttırdılar, finansa erişim tüm ülkelerde zorlaştı.
Pandemi döneminde yaşanan çeşitli aksaklıklar sebebiyle lojistik maliyeti arttı, hammadde, enerji, gıda ve emtia fiyatlarında tarihi zirveler görüldü.
Uluslararası finans piyasalarında yaşanan volatiliteyi gösteren VIX (volatilite/endişe endeksi) yüksek risk görülen 20 değerinin üzerine çıktı.
Uluslararası finans çevrelerinde verilen borçların bir çeşit sigortası olarak görülen ve borç verilirken faiz dışında borçlunun ödemek zorunda olduğu CDS (Credit Default SWAP) primlerimiz bir ara %7 leri aştı, emsal ülkeler %2-3 gibi oranlarla borçlanırken ülkemiz Dolar bazında %10-11 lere varan oranlarla-adeta tefeci faizi- borçlanmak zorunda kaldı. An itibariyle %5 in altına inmiş olsa da emsal ülkelerden hâlâ çok yüksektir.
Ülkelerin borç ödeme kapasitelerini ve risklerini gösteren Uluslararası derecelendirme (Rating) kuruluşları (S&P, Fitch, Moody’s) nezdinde, aşırı riskli ve yatırım yapılamaz notumuz mevcuttur.
Bölgesel Şartlar
Bölgemizde yaşanan savaşlar (Rusya-Ukrayna, Azerbaycan-Ermenistan, Suriye iç savaşı) ,siyasi istikrarsızlıklar (Eski Sovyet Cumhuriyetleri, Irak, Lübnan vb), uzun süredir devam eden İran’a yönelik ambargolara Rusya’ya yönelik ambargoların da eklenmesi başlıca olumsuzluklardır.
En büyük ihracat yaptığımız bölge olan Avrupa Birliği’nin yaşadıkları ekonomik problemler ve nispî yüksek enflasyon oranlarının etkisiyle büyüme oranları düşmüş ve ithalatları azalmaktadır. Bu durum Ülkemizin ihracat miktarını azalttığından cari açımızın büyümesine yol açmaktadır.
Ülkemizin ağırlıklı ithalatı Dolar cinsinden, ihracatı ise Euro cinsinden gerçekleşmektedir. Bu sebeple Euro/Dolar paritesinde Euro aleyhine gelişmelerin olması da çapraz kur üzerinden gelirlerimizi baskılayıcı etkiye sahiptir.
Yerel Şartlar
Özellikle 2018 den bu yana, Merkez Bankası referans faizinin ısrarla enflasyonun çok altında düşük tutulması ve negatif reel faiz ısrarı, sürekli belli kesimlere verilen bankacılığın pozisyonuna aykırı şekilde düşük faizli ve vade uyumsuz krediler ve çeşitli sübvansiyonlar/desteklemeler, dolayısıyla sürekli karşılıksız para basılması, döviz kurunu bastırmaya yönelik sürekli döviz rezervinden yapılan satışlarla yaşanan süreç, mevcut Hazine ve Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek’in de tanımladığı gibi “irrasyonel politikalarla” ciddi bir ekonomik krize sürüklendik maalesef.
Türkiye, sermaye fakiri bir ülkedir. İç tasarruflarımız yeterli gelmediği ve özellikle enerjide sürekli ithalatçı durumunda olduğumuzdan yüksek cari açık vermekteyiz, dış tasarrufa ihtiyacımız vardır. Nitekim yaklaşık 125 milyar Dolar Kamu, 350 milyar Dolar da özel sektör olmak üzere 475 milyar Dolar borcumuz mevcuttur.
Bankacılık sistemimizin mevduat vadesi çok kısa olup dönem dönem değişmekle birlikte 1 ile 3 ay arasındadır. Bunun yanı sıra toplam mevduatın yaklaşık %50 si Yabancı para (YP) cinsinden, yaklaşık %20 si de dövize endeksli (KKM, altın ve kıymetli madenler) cinsinden olmak üzere toplam %70 YP ve %30 Türk Lirası cinsindendir. Bu durum -yine maalesef- vatandaşımızın kendi parasına güvenmediğini göstermektedir. Geçmişte nispeten istikrarlı dönemlerde bu oran yaklaşık %30 YP-%70 TL şeklindeydi.
Yukarıda belirtilen TL/YP dengesinin de gösterdiği üzere, ülkemiz iki para birimli bir ülkedir. Özellikle maliyetler yönünden insanlarımız ve işletmelerimiz Dolar cinsi hesaplar yapmakta, satış fiyatı belirlerken de ağırlıklı olarak döviz kurları dikkate alınmaktadır. Türk Lirası işlemler günlük hayatta değişim (tedavül) sırasında daha çok kullanılmaktadır.
Milli paramız Liranın, paranın temel fonksiyonları olan tedavül (değişim) aracı olmak, birikim (tasarruf) aracı olmak, değer ölçüsü olmak ve sözleşme aracı olmak fonksiyonlarından ilki hariç diğer üçünü kaybettiği görülmektedir.
Bankacılık sisteminde krediler ise neredeyse %90 üzerinde Türk Lirası olup vade ortalaması ise tahmin edilebileceği gibi bir yılın üzerindedir. Hele taşıt ve konut kredilerinde vadeler 36-48 hatta 120 aya kadar uzatıldığı dönemler yaşanmıştır. Ayrıca vadesi kısa kaynağın doğal olarak faiz değişikliklerine karşı çok hassastır. Bu sebeple, bankalarda gerek para cinsi, gerek vade açısından gerekse maliyet açısından uyumsuzluk çok yüksektir. Ayrıca ekonomi yönetiminin bankaların rekabet şartlarında belirlemeleri gereken faiz oranlarına sürekli müdahale etmesi de fiyatlama yönünden dengeleri bozmuştur.
Türk Bankacılık sistemi, yukarıda sayılan problemleri Londra’da uluslararası bankacılık sisteminde elindeki döviz varlıklarını takas (SWAP) yaparak (Muhatap bankaların itibarlarıyla temin ettikleri TL kaynakla) uzun vadeli ve sabit faizli borçlanabiliyordu. 2018-2023 döneminde Londra piyasalarında ekonomi yönetimince yapılan engellemelerle (TL likidite verilmemesi, SWAP yasağı vb) ilişkiler bozuldu ve Türk Bankacılık sistemi kronik vade, para cinsi ve faiz oranı riskiyle baş başa kaldı, finansal sistem kredilerin vadesini kısalttı, çeşitli yöntemlerle zarar etmemeye çalıştılar.
Yüksek enflasyonun işletmelerdeki çok sayıda zararları mevcut olup öncelikle maliyet hesaplamalarını ve fiyatlamaların sağlıklı yapılamaması sebebiyle oluşan zararlar ya da aşırı belirlemelerle Pazar payı kaybı ile aşırı artan işletme sermayesi ihtiyacıdır. Aşırı miktarda işletme sermayesi ihtiyacı artan işletmelerin yeterli özkaynak katkısı kısa sürede koyması çok zordur. Ayrıca bankalar da krediyi miktarsal anlamda azalttılar, vadeyi kısalttılar, Kamu tarafından kısıtlanan fiyatlamada (faiz ve komisyon sınırlamaları) zarar etmemek için bir takım kural dışı (Çapraz ürün satışını zorunlu kılmak, kredinin bir kısmını cebrî olarak vadesiz mevduatta tutmak vb) uygulamalar geliştirdiler ki bu da kullanılan kredinin etkisini azalttı. Özellikle kayıt dışılığın yaygın olduğu sektörlerde kredilerin tüm bankalarda Katılım Bankacılığındaki şekilde (fatura karşılığı, mal mukabili vb) kullandırılması da hacmi daraltıcı etki yaptı.
Yüksek enflasyon, kurlardaki ani artışlar, piyasadaki belli sektörlerden başlamak üzere yayılan tahsilat problemleri ve duyulmaya başlayan konkordato vb süreçlerin etkisiyle piyasada satıcı kredileri diye tanımlanan tedarik zincirinde de ciddi problemler yaşanmaktadır. Tedarik süreçleri nakit ve peşine dönmüş olup kredi kartı ve benzeri seçeneklerde bile fark istenmeye başlanmıştır. Vadeli çekle işlem yapabilen sektörlerde bile durum bu şekildedir. Alım satımlarda takas (barter) oldukça sınırlı hale gelmiş olup sıkıntı yaşayan firmaların el altından acil kaydıyla varlık satışı yapmaya çalıştıkları duyulmaktadır.
Ayrıca 6 Şubat’ta yaşadığımız 11 İlimizdeki depremlerin de gerek maddi gerek manevi anlamda son derece olumsuz etkisini yaşadık. Gerek beşerî sermayemizdeki kayıplar, gerekse işletmelerin tamamen tahrip olması ya da uzun süre çalışamaması gibi sebeplerden oldukça sıkıntılı zamanlar yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz.
Tüm süreç sonunda, yüksek enflasyon, yaşanan kur atağı, büyümenin azalması, işsizliğin artması, cari açık ve bütçe açığı, özellikle tüm verileri ölçen Kurum olarak TUİK’ e yönelik güvensizlik algısı gibi sebeplerle mevcut duruma ulaştık. Özellikle açıklanan istatistik rakamlardaki sapmalar, ekonomide neredeyse tüm parametrelerin (Borsa, döviz kuru, büyüme vs) yanlış hesaplanması gibi çok sıkıntılı bir sonuç getirmektedir.
Bakan Mehmet Şimşek bey ve ekibi “rasyonel politikalara” dönüş yapmaya çalışıyorlar. Son hızla Cari açıkla her ay daha kötüye giden TCMB rezervlerinin toparlanması gayretindeler. Kısaca, dövizimiz kalmadı. Her ay ithalat/ihracat arasında aleyhte rakam problemi büyütmeye devam ediyor.
Eylül ayında açıklanan Orta Vadeli Planda Dolar kuru 2023 yıl sonu için yaklaşık 30 TL, 2024 yılı için ortalaması 36 Tl olmak üzere yılsonu 42 TL, 2025 içinse 50 TL üzerinde hedeflenmiştir. Mevcut durumda bu rakamların iyimser rakamlar olduğunu tahmin etmek güç değildir. Üstelik bizzat Bakan bey tarafından enflasyonun 2025 ve sonrasında olması gereken seviyelere çekilebileceğinin dile getirildiği dikkate alınırsa zorlu bir süreç bizi beklemektedir.
Çözüm Alternatifleri
İlk yöntem, -ki mevcut Bakanımız halen bunu denemektedir- yurtdışından sıcak para tabir edilen yabancı sermaye getirilmesi ve bunlara enflasyon üzeri getirinin (Yüksek faiz oranı) garanti edilmesidir. Böylece gelen yabancı kaynak, Türk Lirasına çevrilerek döviz kurları üzerine baskı yapacak ve Hazine borçlanma araçlarına (Devlet Tahvili, Hazine Bonosu) ya da Borsaya (BİST) girecek, yaşadığımız sermaye açığı ve Cari Açık kapatılmaya çalışılacaktır.
Bu yöntemin iki sıkıntısı vardır, yabancı sermaye sahipleri, ülkeye giriş için o andaki döviz kurunu beğenmeleri (?) ve verilecek getiriyi tatmin edici bulmaları gerekecektir. Yani ciddi bir devalüasyon talepleri olacak, muhtemel enflasyonun da oldukça üzerinde reel getiri (faiz) isteyeceklerdir.
Milletimiz açısından çok acı sonuçları olacak bir yoldur bu. Bütçedeki duruma bakarak rahatlıkla söylenebilir ki, günü kurtarmaya ve Mart 2024 seçimlerine kadar idare etmeye çalışan ekonomi yönetimi, ilk yolu seçerse seçim sonrası tarihimizde yaşamadığımız kadar sıkıntılara kapı açacaktır.
İkinci yöntem ise zaten ortağı olduğumuz Uluslararası Para Fonundan (IMF) zaten yapmak zorunda olduğumuz bir kemer sıkma programıyla uzun vadeli (ihtiyaca göre 5-7 hatta 10 yıl) ve düşük faizli (CDS olmadığından Dolar bazlı %1-2) olarak finansman temin edip hep birlikte bir iyileşme/nekahat dönemine girmemizdir. Bu anlaşma yapılırsa, IMF kefaleti nedeniyle CDS primimiz de düşeceğinden mevcut dış borçların döndürülme maliyeti ciddi oranda azalacak ve hatta ilave borçlanma imkânı bile doğabilecektir.
Kısaca, makul yol, bu noktaya nasıl geldiğimiz tartışmasından bağımsız şekilde, IMF anlaşmasıdır.
Yorumlar kapalı, ancak trackbacks Ve pingback'ler açık.