Bir Başka Açıdan KKTC Seçimleri

“Doğru olmayan, doğrunun bir parçası da olamaz”

Geçen haftaki KKTC seçimleriyle ilgili yazımız hayli ilgi gördü. Son yıllarda yoğun gündem oluşturan konuların başında gelir Kıbrıs seçimleri. Kamuoyu ikiye bölündü. Sonuçları olumlu karşılayanlarla, olumsuz bakanlar kıyasıya polemik yarışına girdiler.

Ben de kendi penceremden bir değerlendirme yaptım ve hükümet tezleriyle örtüşen taraflara değindim. Tabii o ilk reaksiyondu ve biraz sert kaçmış olabilir. Daha sonraları tekrar tekrar üzerinde düşündüm ve iki farklı sonuca ulaştım kendimce.

Adadaki ve tabii Türkiye’deki vatandaşların da çoğu gündelik yaşantıya göre davranırlar. Hayat pahalılığı, asayiş konuları, çevre temizliği, ulaşım, sağlık, eğitim gibi başlıklar haklı olarak önceliklidir. Herkesten uluslararası bir değerlendirme yapması beklenemez elbette.

Vatandaşlar, “alım gücüm düşüyor, sağlıkta randevu alamıyorum, sokaklar şiddete teslim, çevre temizliği, ulaşım kötü, göçmenler her yerde” gibi haklı gerekçelerle sandığa gidiyorlar – ki öyledir. KKTC’de son dönemlerde sıkıntı büyüktü. Pahalılık, yolsuzluk, fuhuş, hukuksuzluk, mafyalaşma belirgin biçimde arttı. Son yıllarda ada iyi yönetilemedi; doğrudur.

Ancak bir de uluslararası konjonktür denilen bir şey var. Veya zamanın ruhu da diyebileceğimiz. O da şudur: yukarıda saydığımız sıkıntılar sadece Kıbrıs’a ya da Türkiye’ye mahsus değildir. Dünya genelinde genel bir huzursuzluk, rahatsızlık ve yönetimsel sorunlar vardır. Yolsuzluk dünyada bir numaralı sorundur.

Hakeza pahalılık, hukuksuzluk, fuhuş, uyuşturucu kullanımı, mafyalaşma tüm dünyanın sorunudur. Gelir adaletindeki bozukluk, fakirleşme önemli gündem maddelerindendir. Günümüzde ülkeler daha zor yönetilmektedir. Siyasi yozlaşma ve istikrarsızlık tüm halkların ortak sorunudur. Dünya şu aralar demokrasiden çok otoriterleşmeye gidiyor; bu da doğrudur. Güvenlikçi politikalar, sert önlemler yaygındır.

Bugün sıradan bir KKTC vatandaşının Tatar’a oy vermemesi anlaşılır görünür; üstteki doneler ele alındığında. Fakat bir de meselenin güvenlik boyutu, Doğu Akdeniz enerji kaynakları, İsrail etkisi gibi yönleri var. Rumların şımarıklığı, küstahlığı ve Batı’ya güvenerek efelenmeleri ayrı bir konu.

Kıbrıs adasının önemi, oradaki siesta yapan insanlar güzel yaşasın kaygısı değildir elbette. Ada ve etrafında bulunan trilyonlarca dolarlık doğalgaz, petrol yataklarıdır. Türk varlığı ve devleti de Batı için bu kaynağın kullanılması önündeki en büyük engeldir. Bugüne değin Batı’nın müdahaleleri, çıkarlarını uygulatma yöntemi, sürekli demokrasi ambalajında gelmiştir. İnsan, hayvan, çocuk, çevre, kadın, LGBT hakları üzerinden.. Böylece mevcut ulusal duruş, milli uygulamalar, sivil toplum kuruluşları, parti, odalar, sendikalar, medya aracılığıyla dumura uğratılır.

KKTC’de 350-400 bin nüfus var. Bu kadar nüfusa 330 dernek düşüyor. Bu dernekleri kim kuruyor? Kim fonluyor? Bu dernekler, partiler, sendikalar, medya AB tarafından fonlanmaktadır. Bizim romantik, siestacı, liboş, entel, dantel, tembel takımı da buna teşnedir. Zannediyor ki Rum onu çok seviyor. AB onları vatandaş yapmak için sabırsızlıkla bekliyor. Arkadaş Euro alacak, yan gelip yatacak ya.

Batı’nın amacı ise KKTC vatandaşlarını ekonomi ile ayartıp, federasyona geçerek, adadaki Türk askeri varlığına son vermek, oradaki enerji kaynaklarına konmaktır. Günümüz dünyasında hukuk rafa kalkmıştır. Sen güçlü değilsen, tüm hakların askıya alınır. Dünya böyle bir yer artık. Etrafımızda yaşanan olaylara bir bakın! Güç dışında hiçbir şeyin yaptırım gücü yoktur maalesef.

Adadaki romantikler Türk varlığı olmadan orada ne kadar tutunabilirler? KKTC vatandaşlarının önemli bir kısmı diyor ki “Avrupalı olurum, Rum vatandaşı olurum.” O zaman mesele kalmaz. Rum’a tabi olursun konu da kökünden hallolur ama buna Türkiye devleti müsaade eder mi? İşte burada fena yanılıyorlar.

Yanıt Ver

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.