Kadın ve Toprak
İnsanlık tarihi boyunca iki kutsal varlık hiç değişmedi: Kadın ve Toprak. İkisi de yaşamın kaynağıdır, ikisi de üretir, besler, büyütür. Biri doğurur, diğeri doyurur. Ve biz, çoğu zaman onların kıymetini anladığımızı sansak da içimizde ve çevremizde onların çığlığını duymakta geç kalırız.
Toprak, üzerinde yürüdüğümüz, beslendiğimiz, nefes aldığımız dünyadır. Onu korumadığımızda bize cevabını kuraklıkla, yoksullukla verir. Kadın, aileyi, toplumu, geleceği ayakta tutan güçtür. Onu görmezden geldiğimizde ise toplum çöker, umutlar solar.
Bugün sürdürülebilir yaşam dediğimiz kavramın temeline bakarsak, karşımıza teknolojiden önce, politikadan önce, kadının emeği ve toprağın bereketi çıkar.
Bir köyde sabahın ilk ışıklarıyla tarlaya çıkan kadını düşünün. Başındaki yazması rüzgârla savrulurken, elleriyle toprağı eşeler, tohumu eker. Yağmur yağdığında sevinir, güneş açtığında dua eder. Bilir ki toprağa verdiği emek, sadece bu yılın mahsulünü değil, gelecek nesillerin sofrasını da belirleyecektir.
Kadın, toprağa emek verirken aynı zamanda evini de ayakta tutar.
O sofraya konan ekmeği yoğuran eller, toprağı da yoğurur.
O eller bir çocuğun saçını okşarken de fidana can suyu verirken de aynı sevgiyi taşır.
İşte bu yüzden, sürdürülebilir yaşam sadece teknik önlemlerle olmaz; kadınların varlığı ve hakları korunmadan, toprağın bereketi savunulmadan olmaz.
Ne yazık ki, dünyada ve ülkemizde kadın emeği çoğu zaman görünmezdir. Tarlada çalışan kadın çoğu kez sigortasızdır, hakkı ödenmez.
Ama o yine de sabahın köründe toprağa çıkar, çünkü bilir ki toprağa küsülmez, emek yarıda bırakılmaz.
Aynı şekilde toprağa da kıymet vermekte geç kalırız.
Sanayi atıklarıyla, beton yığınlarıyla, kimyasallarla onu zehirleriz.
Sonra bir gün fark ederiz ki, suyumuz azalmış, tohumlarımız yitmiş, köyler boşalmış.
Peki çözüm nedir?
Çözüm, kadını ve toprağı aynı cümlede, aynı değerde görmekten geçer.
Kadının emeğini yüceltmek, onu üretimde, kararlarda ve paylaşımda eşit görmek gerekir.
Toprağı korumak için doğa dostu tarım yöntemlerini desteklemek, çiftçiyi yalnız bırakmamak gerekir.
Çünkü bir ülkenin gerçek zenginliği, altın madenlerinde değil, bereketli tarlalarında ve özgür kadınlarında saklıdır.
Bir gün, bir köy kahvesinde yaşlı bir çiftçi bana şöyle demişti: “Toprağa ne verirsen, onu alırsın. Kadına ne değer verirsen, onu büyütürsün.” Bu cümleyi hiç unutmadım.
Çünkü her ikisi de bize aslında aynı şeyi öğretiyor: Yaşamı çoğaltmayı.
Şimdi gelin, kendimize ve çevremize bakalım.
Kadınlara hak ettiği saygıyı veriyor muyuz? Toprağa, onu gelecek nesillere bırakacak kadar özen gösteriyor muyuz?
Her gün soframıza gelen bir ekmekte, bir annenin ya da bir köylü kadının gözyaşını düşünüyor muyuz?
Sürdürülebilir yaşam, bir proje değil, bir bakış açısıdır.
Toprağa saygı duyduğumuzda, kadınların emeğine değer verdiğimizde bu bakış açısı kendiliğinden yeşerir.
Bugün bir ağacı toprakla buluşturmak, bir kadının emeğine sahip çıkmak, yarın çocuklarımızın nefesidir, geleceğidir.
Unutmayalım:
Kadın ve toprak, dünyadaki tüm canlılar için yaşamın sürdürülebilir kaynağıdır. Onları korumak, sadece bugünü değil yarını da kurtarmaktır.
Haydi, daha bereketli bir dünya için, birlikte toprağa dokunalım ve kadının emeğini onurlandıralım.