Röportaj: Gazeteci-Yazar Bill Gertz ile, ABD’nin Çin ile İlişkilerinde İzlemesi Gereken Politikalar
Bill Gertz, ulusal güvenlik konusunda önde gelen gazetecilerden biridir. “Çin Tehdidi” (The China Threat) de dahil olmak üzere 7 kitabın yazarıdır. Gertz, Epoch Medya Grubunun bir parçası olan NTD ile bir röportaj gerçekleştirdi.
NTD: Başkan Richard Nixon’ın ABD’nin Çin’le ilişkileri konusundaki açılımı, stratejik bir deha olarak kabul edilmişti. Bununla birlikte, Michael Pillsbury’nin “Yüz Yıllık Maraton” adlı yeni kitabına göre bu ilişkinin doğası, en başından beri yanlış anlaşılmıştı. Amerika başından beri Çin konusunda yanıldı mı?
Bill Gertz: Evet. Nixon yönetimi tarafından Çin’e yapılan stratejik açılımın, stratejik bir hile olarak adlandırılabileceğini düşünüyorum. Başka bir deyişle bu, Çin’in Sovyetler Birliği’ne karşı yaptığı bir hamleydi ve o gün için yerini buldu. Büyük bir dış politika başarısı olarak kabul edildi.
Nixon çok güçlü bir anti-komünistti ve muhafazakar destekçileri tarafından Çin’e yaptığı açılım için eleştirildi. Bu politikadaki asıl sorun, Sovyetler Birliği’nin 1991’de çökmesi üzerine, Çin politikasının hiçbir şekilde yeniden değerlendirilmemesiydi. Bu bir tür otomatik pilota bağlanmıştı ve tam bu noktada Amerikan politikasının raylardan çıktığını düşünüyorum. Temel olarak bunun, nükleer silahlı bir komünist süper güçle, bir diktatörlükle kontrolsüz bir ortaklık olduğu düşünülürse, büyük bir stratejik hata yapıldığı söylenebilir. Çünkü bu ortaklık bir şekilde, gerçek bir stratejik ortaklığa dönüşecekti. Çin’deki komünist sistemin doğasını tam olarak anlamadılar.
NTD: Bu neden oldu?
Gertz: O zamanlar bu adım Sovyetler Birliği’ni yıkmak için büyük girişim olarak görüldü. Öyle olup olmadığı tartışılabilir. Bu girişimin Sovyetler Birliği ile Çin arasında, tarafların karşılıklı kışkırtılmasında etkili olduğunu, bunun da ABD’nin yararına olduğunu düşünüyorum. Bence o zaman için değerli bir adımdı.
Fakat Sovyetler Birliği çöktüğünde, bu ortaklığın yeniden değerlendirilmesi gerekirdi; bunu yapmadılar. Çin komünist sisteminin doğasını gerçekten anlamadan politikayı sürdürmek ve bir şekilde Çin ile gerçek bir ortaklık inşa etmeye çalışmak, bence Henry Kissinger gibi insanların aşırı kibrinden kaynaklanıyordu.
NTD: Çin ile olan ilişkilerimizde kamu politikasına, kâr odaklı ticaret sektörü hükmetti. Bu Çin’e yaklaşımımızın yanlış yola sapmasına neden oldu mu?
Gertz: Uzun yıllardır, 1980’lerden beri sözlü olarak ve 2000 yılındaki kitabım “Çin Tehdidi” ile yazılı olarak, bu konuda uyarılarda bulunuyorum. Çin’e karşı temel yaklaşımımızın yanlış olduğunu, başından beri savunuyorum. Ve bu yaklaşım kısmen, Birleşik Devletler Çin ile ticaret yaparsa, bu ticaret ve iş etkileşiminin ılımlı bir etkisi olacağı ve nihayetinde Çin’in komünist bir devletten demokratik bir devlete geçişi ile sonuçlanacağı varsayımı üzerine kurulmuştur.
Bu varsayım, 80’li yıllara dayanır ve 30 yıldan fazla bir süredir Amerika’nın Çin politikasının temelini oluşturmaktadır. Ve esas olarak yanlış olduğu kanıtlanmıştır. Çin’den ılımlı bir yaklaşım görmedik. Demokratik bir sisteme doğru bir açılım görmedik. Aslında tam tersini gördük. Bu, ikinci evlilikler hakkında çok söylenen bir şeydir; umudun deneyime karşı zaferi.
Umut üzerine bir ulusal güvenlik politikası oluşturamazsınız. Çin ile ticaret yapmanın daha barışçıl, daha demokratik, daha dışa açık bir Çin getireceğini umarak yapılan şey buydu.
NTD: Hatanın sadece hevesli bir düşünme şeklinden kaynaklanıp kaynaklanmadığını merak ediyorum. Peki ya büyük Amerikan şirketlerinin açgözlülüğü? Cisco, Microsoft, hepsi Çin’de büyük para kazandı.
Gertz: Hiç kimse Çin’de ne kadar para kazandıklarını görmek için kayıtlara bakmadı. Çin’de her işletme ağır şekilde kısıtlıdır. Çinliler Amerikan teknolojisini büyük oranda transfer etme ihtiyacı duyuyor. Oradaki ABD şirketlerine inanılmaz kısıtlamalar koydular.
Yine iş dünyası açısından bakıldığında kurulan ticari politika, Çin’deki 1,4 milyar kişilik bu pazara bir şekilde erişebilecekleri umuduna dayanıyordu. Ve umut şuydu: “Onları iş dünyasına sokmaya çalışalım ve Amerikan kapitalizmi fikrinin onları avlasın”. Aslında, avlayamadı. … İş dünyasının çok daha ideolojik ve çok daha baskıcı bir komünist pozisyona doğru kısıtlandığını gördük.
NTD: Kâr odaklı bir işletme sektörü kamu politikasını yönlendirdiğinde, ülkenin uzun vadeli çıkarlarını ve değerlerini ihmal etme ve hatta ödün verme riskini almış olur muyuz?
Gertz: Evet, oldukça. Her şeyden önce, birçok Amerikan teknoloji şirketi Çin ile iş yapmanın yüksek riskli bir girişim olduğunu anlamaya başladı. Ve risk nedir? Risk, Çin’in onların en önemli tescilli sırlarını, endüstriyel ve ekonomik sırlarını çalmasıdır. Ve bu, Çin’de iş yapan birçok şirket için giderek biraz daha netleşiyor.
Çin’de uzun yıllar geçirmiş iş adamlarıyla konuştum ve örneğin Çin’in, şirketlerin en değerli sırlarını tehlikeye atabilecekleri tescilli yazılımlarının ve bilişim ağlarının kaynak kodlarını vermelerini zorunlu kılan yasaları kabul ettiğini öğrendim. Şimdilik, bu yasayı zorunlu tutmamışlar, ancak yasa yayınlanmış ve istedikleri zaman uygulamaya koyabilirler. Sonuç olarak sürdürülen politikalar iş dünyası için bile işe yaramamasına rağmen, bugün iş dünyasının umudu Çin’de ticaret yaparak ve iş yaparak bundan ılımlı bir takım sonuçlar elde etmek yönündedir.
Trump yönetiminde, buna karşı büyük bir tepki görüyoruz. Geri çekilme konusunda çok agresif davranıyorlar. Bunun sebeplerinden biri, iş dünyasının önde gelen isimlerinden birçoğunun ABD hükumetine başvurarak, Çin tarafından teknolojilerinin çalındığını söylemesidir. Teknolojimizi korumak için bir şeyler yapmamız gerekiyor. Çünkü bu teknoloji şu anda Amerikan endüstrisi ve ekonomisinin lokomotifi durumunda.
NTD: Trump’ın yakın zamanda imzaladığı 2019 Ulusal Savunma Yetki Yasası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Gertz: Trump yönetimi tarafından Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde ana hatlarıyla açıklanan Çin’e yeni yaklaşımın sistemleştirilmesi, ileriye doğru atılmış çok önemli bir adımdır diye düşünüyorum. Sanırım bu olay Aralık 2017’de oldu. Bunu, 2018’in Ocak ayında ortaya çıkan yeni Ulusal Savunma Stratejisi izledi. Ve bu iki açıklamada, on yıllardır ilk defa Çin stratejik bir rakip olarak tanımlandı. Bu ifade Çin’in bir gün bir özgürlük yanlısı, kapitalist yanlısı bir ulus haline geleceğinin, artık kabul edilmediğini söylemenin diplomatik bir yoludur.
Bu yüzden NDAA’nın (Ulusal Savunma Yetki Yasası’nın) ilk kez bu yeni stratejiyi bir çok alanda sistemleştirdiğini düşünüyorum.
Bunun ABD’nin Tayvan ile olan ilişkilerinin güçlendirilmesi için önemli bir katkı olduğunu görüyoruz. Ben de bunun Trump yönetimi tarafından gerçekleştirilen, gerçekten önemli bir stratejik hareket olduğunu düşünüyorum. Tayvan, demokratik bir yolla Çin’in kalbine saplanmış bir hançer gibidir.
NDAA Amerikan politikasını Tayvan’a doğru yönlendirerek, ABD’den Tayvan ile ortak askeri tatbikatlar yapmasını istiyor ve ortak sağduyu da bu yönde. 1979 Tayvan’la İlişkiler Yasası uyarınca, ABD ordusu Tayvan’ı bir kara saldırısından korumakla yükümlüdür; ancak art arda başa geçen Cumhuriyetçi ve Demokratik yönetimler, ABD ile Tayvan arasındaki askeri etkileşime çok ciddi sınırlamalar getirdiler. Son yıllarda işler düzeldi, ancak bence bu yeni NDAA, yakın bir işbirliğini teşvik ediyor.
NTD: Trump yönetiminin Çin politikalarını büyük oranda elden geçirdiğini söyleyebilir miyiz?
Gertz: Evet, gerçekten öyle. Dediğim gibi, hem Ulusal Güvenlik Stratejisi ve hem de Ulusal Savunma Stratejisi, söz konusu politikada yapısal bir değişime neden olmuştur. Bu hiyerarşik politikanın Ticaret Bakanlığı, Pentagon ya da Adalet Bakanlığı gibi çeşitli devlet kurumları üzerindeki gerçek etkisinin ortaya çıkmasının birkaç (muhtemelen iki ya da üç) yıl alacağını söyleyebilirim. Fakat biz şimdiden büyük değişimler görüyoruz.
Bunun bir örneğini karşı casusluk alanında görüyoruz. FBI, yıllardır Çin’in istihbarat faaliyetlerini hedef alan çok az eylem yaptı. Bu değişiyor. Trump yönetiminde, Çin’in bir istihbarat tehdidi oluşturduğuna dair bir kabul var. İstihbarat servislerini operasyonları etkilemek ve en önemlisi teknoloji hırsızlığı ve endüstriyel casusluk için kullanıyorlar.
Pentagon’da Tayvan’la daha yakın ilişkiler görüyoruz ve aynı zamanda Çin’in devlet sırlarını ve özel sektörden açık bilgileri çalmak gibi çok büyük siber saldırılarına karşı koymak için daha büyük çabalar görüyoruz.
NTD: Trump’ı Çin ile ilişkilerde önceki başkanlardan farklı kılan nedir?
Gertz: Bu çok ilginç bir durum. Şu anki başkanın politikalarını inceledim ve Trump’ın (kitabında) … 2012 yılına kadar ABD’nin Çin’le iş ortaklığını bırakmasından bahsettiğini fark ettim. Özellikle, Çin’in insan hakları ihlallerini daha fazla göz ardı etmeden ve şüphesiz ticaret açısından bakarak Çin’in haksız ticaret uygulamalarına odaklanmamız gerektiğinde ısrar ediyor. Bu sanırım başkanın yeni politikasının ana itici gücü oldu.
Çin tehdidinin güvenlikle ilgili kısımlarına şimdiye kadar gerçekten odaklanmadı. Daha çok Çin’in haksız ticaret uygulamalarına odaklandı. Bence Trump, Amerikan politikalarına yeniden odaklanarak, yapacağını söylediği şeylere doğru yönlendirme konusunda önemli gelişmeler sağladı. Özellikle Çin’in ve diğer ülkelerin çıkarlarını ikinci plana atarak ABD’nin çıkarlarını en önde tutmak üzere planlanmış Amerika’nın birincil politikalarını ayarladı.
NTD: Sizce Trump doğru yolda mı?
Gertz: Başkan Trump, ABD’nin Çin’e yönelik politikasının yeniden yönlendirilmesinde çok iyi bir ilerleme kaydediyor. Bu birçok problem yaratıyor. Çin’den ilginç tepkiler görüyoruz.
Birincisi, Çin’in Rusya’ya yaklaştığını görüyoruz. Yeni bir Rusya-Çin ekseninin ortaya çıktığını görüyoruz. Çin’in Rusya’yla daha yakın ilişkiler kurma arayışına girmesinin nedenlerinden biri, Pekin’de Trump yönetiminin bir kez daha Çin’e baskın çıkmaya çalıştığı yönünde bir algının olmasıdır. Aslında başkanın bu yönde bir talimatı yok. Başkan Trump sık sık Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping ile olan yakın dostluğunu dile getirir. Fakat yaptıkları, Çin lideri hakkında söylediği nazik sözlerden çok daha dikkat çekicidir.
NTD: Çinliler, Amerika’nın gücünün gerçek kaynağını anlıyorlar mı? Bu anlayış olmadan, Çin uzun ömürlü bir süper güç haline gelebilir mi?
Gertz: Öncelikle, Sovyetler Birliği’nin 1991’deki çöküşünün Pekin açısından bir uyandırma çağrısı olduğunu düşünüyorum. Çin yönetimi sistemde değişiklik yapmak zorunda olduklarını anladı; aksi halde komünist bir sistemin kaderi, Sovyetler Birliği gibi yıkılmak olacaktı.
Daha önce 80’lerde reform ve açılış sürecine çoktan başlamışlardı. Ancak bence bu, komünizmi yeniden büyütmek için tasarlanmış bir süreçti. Benim görüşüme göre bu, onların zaten peşinde oldukları bir şeydi. Böylece komünist ekonomik sistemi değiştirdiler, ancak komünist ideolojik sistemi: her şey üzerinde güçlü merkezi kontrolü, iç güvenliği, baskıyı değiştirmediler. Bunlar komünist sistemin vazgeçemedikleri temel özellikleridir.
Korkuları, bunlarda yumuşamaları ve daha demokratik bir devlete doğru ilerlemeleri halinde sonlarının Sovyetler Birliği gibi olmasıydı.
Öte yandan ekonomik açıdan parola, “Zengin olmak harika, hepimiz zengin olalım”dı. Ancak bunun yerine Çin’de bugün de mevcut olan yaygın yozlaşmanın etkisi ile zenginlikte büyük bir eşitsizlik oluştu. Sistemden yararlanan kıyı kentleri ve seçkinlerin yanı sıra ülkenin geri kalanı yoksulluk ve sefalette boğuluyor. Bu, Çin’in baş edemediği bir iç çelişkidir.
Ayrıca bu sistemin, değer eksikliği ile uğraşıyorlar. Pek çok kamu kurumunda komünizmin katı tutumunu desteklemekten uzaklaştılar. Ancak aynı zamanda dâhili bir değer sistemi olmadığının da farkındalar.
Bence Çin liderleri bunu anlıyor. Singapur’da ve biraz da Japonya’da tek parti diktatörlüğü ya da tek partili politik sistemleri denediler. Birlikte sahip oldukları değerleri sürdürebilecekleri bir değerler sistemi aradılar ve bulamadılar. Bir yanda katı kuralları olan ideolojik komünist sistem ve bir yanda da yarı kapitalist, yarı sosyalist bir ekonomik sistemden oluşan mevcut Çin sistemleri arasında büyük çelişkiler görüyorum.
NTD: Bütün bunlar işe yaramayacak. Uzun vadede, uzun ömürlü bir süper güç yaratmayacak.
Gertz: Çin’in Batı’daki bazı destekçileri arasında, Çin’deki bu sözde orta sınıf kalkınmasının Çin liderliğini baskı altına alacağı yönünde düşünceler var. Bu da sonuç vermedi. Bunun yerine Çin sistemi içinde, hükümetle ilişkileri ve ülkenin geri kalanını yöneten parti yöneticileri ve ordu arasında, az ya da çok bölünmeye neden oldu. Bu gerçek bir istikrarsızlık formülüdür. Batı’nın Çin’i daha demokratik, açık bir sistemi gözden geçirmeye zorlama görevi olduğunu düşünüyorum.
Geçenlerde Pekin’de Savunma Bakanı Jim Mattis ile birlikteydim ve kendimi gerçekten bir bilgi çölüne düşmüş gibi hissettim. Bugün 2018’de Bilgi Çağı’nın zirvesindeyiz ve Google’a erişemiyorsunuz, Facebook’a erişemiyorsunuz, Twitter’a erişemiyorsunuz. Sadece bazı yabancı otellerden bazı yabancı gazeteler alabiliyorsunuz.
Bunun Çin komünist liderliği için gerçek bir güvenlik açığı olduğunu hissettim. Vatandaşlarının dünyadaki bilgilere serbest erişim isteyeceklerini anlamıyorlar. Ve şimdi Çin’deki insanların VPN’leri [sanal özel ağlar] kullanmak için, diğer araçları kullanmak için, bilgi çağı deyimiyle dış dünyaya ulaşmak için büyük güvenlik duvarını kırmaya çalıştıkları çok çeşitli yolları var.
NTD: Amerikalılar, Amerika’nın gerçek gücünü tam olarak anlıyor mu? Tocqueville, Amerika’da dinin rolünü vurgular. (Ç.N.: Tocqueville, 18.yy Fransız siyasi düşünür ve tarihçi)
Gertz: Donald Trump’ın 2016’da Amerika’yı tekrar büyük yapma fikrine dayanarak seçilmesinin, Obama yönetimi sırasında ülkenin radikal, sosyalist ve ABD karşıtı bir amaca itilmesinin bir yansıması olduğunu düşünüyorum. Amerikan halkı daha çok Hillary Clinton’a karşı bir savunma önlemi olarak Trump’a oy verdi.
Bu bana, Amerika’nın hala temel değerlerimize ve temel ilkelerimize inandığını gösterdi; bu konuda şu anda yoğun bir siyasi tartışma döneminden geçiyoruz. Genel olarak Amerika’nın doğru yolda olduğunu ve dünyadaki iyilik için büyük bir güç olabileceğini düşünüyorum.
Yazan: Simone Gao, NTD
Çeviren: Hatice Atmaca, Epoch Times Türkiye
Yorumlar kapalı, ancak trackbacks Ve pingback'ler açık.