Sanat Tarihi Bize Kim Olduğumuzu Anlatır
Geçenlerde Ukrayna savaşından görüntülerin yayınlandığı bir fotoğraf dizisine rastladım. Fotoğraflar, savaş alanı haline dönüşmüş şehir merkezlerinin, meydanların ve tarihi yapıların görüntüleriydi. Fakat asıl dikkatimi çeken şey sanat eserlerinin gördüğü muameleydi. Meydanlardaki heykellerin etrafı kum torbalarıyla özenle sarılmış sivil insanlar boylarınca taş heykelleri neredeyse bir aile ferdini savaş alanından kaçırır gibi bir edayla sırtlanmış, diğer tablo, kitap ve tonlarca çeşitli eser ile beraber sığınaklara taşıyordu.
Bu fotoğraflar arasında gezinirken gördüklerim bana II. dünya savaşı esnasında çekilmiş başka bir fotoğrafı anımsattı. Bu, Michelangelo’nun meşhur Davut heykelinin fotoğrafıydı ancak heykel tuğla taşlarla örülmüş kubbe bir duvarın ardında gizliydi. Bomba sesleri eşliğinde bir asker, belki de bir duvar ustası her şey sona erdiğinde tekrar görüşmeyi umut ederek etrafına bu duvarı örmüş ve Davut ile son kez göz göze gelmişti. Sonrasında da bu tarihi fotoğraf çekilmişti.
Elbette bahsettiğim eserlerin her biri birbirinden güzeldi fakat güzellik bu insanların onları bu denli bir itina ile canları pahasına koruması için yeterli bir sebep midir? Bu eserleri bu kadar değerli kılan ve bunca zahmete sebep olan o ‘değer’ nedir?
Sanat, insanlığa hizmet eder, tüm toplumsal olaylar sanat aracılığıyla dile getirilebilir, ve bu evrensel dil herkes tarafından anlaşılabilir. Sanat tarihi ”gerçeği” yansıtır. Hatta bir dönemin ruh halini, rengini, tadını ve üretildiği toplumun ve zamanın tüm düşünce ve geleneklerine dair tüm bilgileri de bizimle hiç çekinmeden paylaşırken tarih kitaplarını bir parça gölgede bırakır.
Sanat ”gerçekliğe” hizmet eder. Eğer adımlarını geriye doğru takip edebilirseniz, sanat bir toplumun tarihini, kökenini, hangi yöne doğru gittiğini ve o toplumun özü hakkında tüm bilgileri bize sunmaya cesaret eder. Haliyle bir toplumun tüm değerlerini yansıtabilme yeteneğine sahip eserler daha büyük ölçekte dünya ve insanlık tarihi hakkında sonsuz bir kaynak sunabildiğinden tüm insanlığı ilgilendiren bir konu haline gelmiştir. Bu sebeple 1954 yılında yürürlüğe giren Silahlı Çatışma Halinde Kültürel Varlıkların Korunmasına İlişkin Lahey Sözleşmesi günümüzde 133 devlet tarafından imzalanmıştır ve tarafların çatışma ve işgal zamanlarında yalnızca kendi topraklarında değil, aynı zamanda diğer Taraf Devletlerin topraklarında bulunan kültürel varlıklara saygı göstermesini taahhüt etmektedir.
Bir ulusun bütünlüğünü korumak yalnızca onun topraklarını muhafaza etmek ile sınırlı değildir o toplumun bütünlüğünü koruyabilmek için halkın kendi köklerini bilmesi ve anlaması çok önemlidir. Sanat eserleri bu gayeye ulaşabilir.
Örneğin süregelen medeniyetler arasında en eski tarihe sahip Çin devletini ele alacak olursak, döneminde gücü elinde tutan komünist diktatör Mao Zedung’un 1966’da başlattığı ‘Büyük Kültür Devrimi’ sırasında birçok sanat eseri, tapınak, Buda heykeli, edebi eserler ve daha birçok çeşitli kültürel miras ‘kasten’ yok edilmişti. Bununla, özü ilahi bir kültüre dayanan Çin halkına kendi orijinal kültünün unutturulması vesilesiyle ulusun ve milletin kendi köklerinden koparılması amaçlanıyordu. Böylece kökleri Taoist ve Budist geleneklere dayanan ‘ilahi’ bir kültürden ateist ve ‘komünist’ bir toplum yaratılabilmesi mümkün olacaktı.
Bir başka örnek ise, II. Dünya savaşı esnasında Nazi’lerin ‘kasten’ kültürel mirasları hedef alan saldırılarıdır. Kütüphaneler yakılmış ve binlerce sanat eseri yok edilmiştir. Bazı durumlarda şehirlerin kültürel anlamda kilit rol oynayan merkezlerinin yüzde doksana varan kısımları talan edilmiştir. Bunlar şüphesiz Nazi’lerin ‘düşmanın’ varlığının özüne yaptığı saldırılardır.
II. Dünya Savaşı bu anlamda bir dönüm noktası olmuştur. Tüm dünya bu anlamda bilinçlenmiş ve kültürel mirasların korunmasının aslında insanlık tarihinin dolayısıyla da insanoğlunun varlığının tüm bilinen geçmişinin korunması ile eşdeğer olduğunu kabul etmiştir. Ülkeler yukarıda bahsi geçen Lahey Sözleşmesinin altına isimlerini sıralamış ve korunan kültürel miras, tarafların hangisine ait olursa olsun aslında insanlığa ait olduğu konusunda hemfikir olmuştur.
Bu noktada sivil insanların canları pahasına bu eserleri sırtlanıp sığınaklara taşıması, aslında özlerini korumaya çalışıyor oluşlarının bir yansımasıdır diye düşünüyorum. Elbette tarihte Michelangelo olmak güzeldir ancak Davut’un etrafını tuğla ile ören adam olmak da güzeldir. Sanata hizmet etmek, insanlığa hizmet etmektir, gerçeğe, geçmişe ve geleceğe hizmet etmektir. Dolayısıyla bu insanların koruduğu değer bir anlamda insanlığın özünün ve varlığının köklerinin korunması ile eşdeğerdir.
Yorumlar kapalı, ancak trackbacks Ve pingback'ler açık.