Türk Dünyasının Komünizm İle İmtihanı 5. Bölüm: “Atatürk”

Atatürk

Mustafa Kemal Atatürk, 1881 yılında Selanik’te dünyaya geldi. Babası Ali Rıza Efendi ve annesi Zübeyde hanımdır. Atatürk, ilkokuldan üniversiteye kadar eğitimini Selanik’te aldı. Harp okulu ve Harp akademisi eğitimini Selanik’te tamamladı. 1893 yılında yüzbaşı rütbesi kazanarak mezun oldu ve Şam’da ilk görevine başladı. Başta Trablusgarp savaşı olmak üzere, birçok savaşa katıldı ve birçok ayaklanmayı bastırma ile görevliydi. Birinci Dünya Harbi’nde 1915 Çanakkale Savaşı ve 19.Tümenin Komutanı olarak, Gelibolu’daki düşmanı başarıyla püskürtmeyi başardı. 1916 yılında ise Kolordu Komutanı olarak Rusların elinde olan Muş ve Bingöl’ü geri aldı. Atatürk birçok önemli görevi üstlenmiş ve birçok savaşa katılmıştır, burada konumuz savaşlar olmadığı için sadece birkaçını işledik.

24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması ile Türkiye devletinin tapusu tescillenmiş olarak, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları belirlenmiştir. 1937’de ise, Türkiye ile Fransa arasında yapılan bir antlaşma ile, Hatay da Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisine katılmıştır.

Tartışmasız Atatürk, gelmiş geçmiş en önemli Türk devlet adamlarındandır. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde “Yaşasın” nidalarıyla kabul edildi. Atatürk “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir”, diyerek bağımsız ve hür bir ülke hedefini ortaya koymuştur.

Atatürk, birçok kitap okumuş ve aynı zamanda birçok kitap da yazmıştır. Kendisi iyi bir asker, iyi bir entelektüel ve şüphesiz dünya tarihine damga vurmuş ender bir devlet adamıdır ve bu, seçtiği devlet modeli ve yönetim şeklinde de kendisini göstermiştir.

Atatürk’ün Siyası Görüşü ve Mücadelesi

Hiç kimse yoktur ki, Atatürk kadar yanlış anlaşılsın veya iftiralara maruz kalsın. Bazıları, kendi ideolojisini desteklemek için Atatürk’ün ismini dahi kullanmıştır. Kimine göre faşist, kimine göre komünist ve bazılarına göre de, din düşmanı olarak lanse edilmiştir.

Biz burada bu çirkin iddialarla muhatap olmadan Atatürk’ün gerçek siyasi duruşunu, söylediği sözleri ve kurduğu devleti baz alarak değerlendireceğiz.

Geçtiğimiz yüzyıla iki büyük siyasi akım damga vurmuştur, bunlar faşizm ve komünizm‘dir. Bu iki siyasi akımı ortaya çıkaran en önemli faktör hiç şüphesiz ki, Charles Darwin‘in evrim teorisidir. Bu iki akım, Hitler, Stalin ve Mao Zedong gibi, milyonlarca insanın ölmesine sebep olan diktatörlerin türemesine sebebiyet vermiştir.

Atatürk’ün siyasi duruşunu anlamak için onun sözlerini kavramak gerekir.

Atatürk şöyle demiştir, “Biz doğrudan doğruya millet severiz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur.” (Nutuk, 15-20 Ekim 1927)

“Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.” (04 Ekim 1932, Dolmabahçe Sarayı)

Atatürk’ün bu sözlerinden çok açık anlaşıyor ki, Atatürk vatanperver ve Milliyetçi idi, fakat aynı zamanda onun Milliyetçilik anlayışı Türkiye’de yaşayan tüm toplulukları kapsıyordu. Hiç bir zaman aşırı sağ ve sol ideolojileri benimsemediği açıkça ortadaydı.

Bazı çevreler, Atatürk’ün komünist partiyi kurduğunu ve dolayısıyla  Atatürk’ün komünist olduğunu iddia etmekteler.

Atatürk komünizm hakkında şu sözleri dile getirmiştir:

“Komünizm görüldüğü yerde ezilmelidir.” ( Faruk Şükrü Yersel, Eskişehir Gazetesi, 1926)

“2 Kasım 1922’de, Şurası unutulmamalı ki, bu tarz-ı idare (parlamenter cumhuriyet), bir Bolşevik sistemi değildir. Çünkü, biz ne bolşeviğiz ne de komünist; ne biri ne de diğeri olabiliriz. Çünkü biz milliyetperver ve dinimize hürmetkarız. Hülasa, bizim şekl-i hükümetimiz tam bir demokrat hükümetidir ve lisanımızda bu hükümet halk hükümeti diye yad edilir.” (A.g.e, c. 3, 2. Baskı, s. 20)

“21 Haziran 1935’te, Türkiye’de bolşeviklik olmayacaktır. Çünkü, Türk Hükümeti’nin ilk gayesi halka hürriyet ve saadet verme, askerlerimize olduğu kadar, sivil halkımıza da iyi bakmaktır.” (A.g.e., c. 3, 2. Baskı, s. 99)

Atatürk halk ile birlikte

Aslında Atatürk, gizli veya açıktan elinden geldikçe özelikle Anadolu’da baş gösteren komünist faaliyetleri engellemek için elinden geleni yapmış ve bu komünist faaliyetleri kontrol almak için çok akıllıca bir hamle yaparak, Komünist Partiyi kurdurmuştur, böylece geçmişte çok güçlü bir devlet olan Sovyetler Birliği’ne de bir jest yapmıştır. Bu stratejik bakımdan çok önemli bir hamleydi, çünkü ülkenin bulunduğu durum ve yoksulluk hat safhadaydı ve Türkiye, Batı Devletlerin saldırısı altındaydı. Bu Batı Devletleri aynı zamanda, Sovyetler Birliği’nin de 1 numaralı düşmanıydı. Bu nedenle Türkiye ve Sovyet Rusya’sı arasında doğal bir müttefiklik meydana gelmiştir. Bu durum ideoloji ile bir alakası olmamak ile beraber, Atatürk’ün Türkiye’de bazı komünist akımlara sınırlı tavizler vermesini de doğal olarak beraberinde getirmiştir.

Atatürk’ün komünizm ile mücadelesini anlamak için, Atatürk’ün 20 Ocak 1921 TBMM gizli oturumda söyledikleri son derece önemlidir.

Atatürk şunları söylemiştir: “Efendiler, iki türlü tedbir olabilirdi. Birisi; doğrudan doğruya Komünizm diyenin kafasını kırmak; diğeri, Rusya’dan gelen her adamı derhal denizden gelmiş ise vapurdan çıkarmamak, karadan gelmiş ise hududun haricine defetmek gibi zecrî, şedid, kırıcı tedbir kullanmak. Bu tedbirleri tatbik etmekte iki noktai nazardan faidesizlik görülmüştür. Birincisi; siyaseten hüsnü münasebatta bulunmayı lüzumlu addediniz Rusya Cumhuriyeti kamilen komünisttir. Eğer böyle zecri tedbir tatbik edecek olursak o halde bilâ kaydüşart Ruslarla alâka ve münasebette bulunmamak lâzım gelir. Halbuki biz bir çok mülâhazatı siyasiyeden, bir çok esbap ve avamilden dolayı Ruslarla temasta, müşasebatta, itilafta bulunmak istedik ve istiyoruz ve isteyeceğiz. O halde tatbik edeceğimiz tedbirler de dostluğunu istediğiniz bir millet, bir hükümetin prensiplerini tahkir etmemek mecburiyetindeyiz. îşte bu noktai nazardan zecrî tedbir kullanmak istemedik. İkinci bir noktai nazardan da zecrî tedbir kullanmayı faideli addetmedik. Malûmu âliniz fikir cereyanlarına karşı fikre istinat etmeyen kuvvetle mukabelede bulunmak, o cereyanı imha etmedikten başka, herhangi bir muhatabınızla, herhangi bir insanla konuşulduğu zaman onun herhangi bir fikrini kuvvet zoru ile reddederseniz, o ısrar eder. Israr ettikçe kendi kendini aldatmakta daha çok ileri gidebilir. Binaenaleyh, fikir cereyanları cebir ve şiddet ve kuvvetle reddedilmez. Bilâkis takviye edilir. Buna karşı en müessir çare, gelen cereyanı fikriye mukabil fikir cereyanı vermek, fikre fikirle mukabele etmektir. Binaenaleyh Komünizmin memleketimiz için, milletimiz için, icabatı diniyemiz için gayri kabili kabul olduğunu anlatmak, yani efkârı umumiyei milleti tenvir etmek en nâfi bir çare görülmüştür. İşte Hükümet böyle bir çareye tevessülle iştigal etmekle beraber, şüphe yok ki, gelen cereyanlar zamandan ev¬vel fiilen mazarrat tevlit edebilecek hale gelmemesiiçin dahi bir taraftan da tedabiri lâzimeyi ittihaz etmiştir. Hükümet tenvir ile bu cereyanın önüne geçmeyi düşündüğü sırada, aynı suretle düşünen birtakım kıymetli ahlâklı ve her noktai nazardan şayanı emniyet arkadaşlar bana müracaat etmişlerdir. Bu zevat bu noktai nazardan bu memleket ve milletin menafiine azamî ne suretle hizmet edebileceklerini düşünüyorlardı. İşte bu düşüncenin mahsulü olmak üzere Ankara’da Komünist Fırkası namı altında bir fırka teşekkül etti.[…]Fakat gayet mutaassıp oldukları nokta, o da, bu memleket içinde ve bu millet içinde her türlü inkılâbatı içtimaiyenin, muzır dahi olsa, her türlü inkılâbın sahibi hakikileri yine bu millet olmalıdır. Yine bu millet vekili olmalıdır ve çok mutaassıp oldukları bir nokta varsa, bu memleket içinde ecnebi ile hiçbir inkılâp vücuda gelmesine alet olanları tahkir ve terzil etmek idi. İşte bu işi niyatı hasene ile yapmak arzu eden arkadaşların teşebbüsü Hükümetçe muvafık görülmüş ve kendilerinin vukuu müracaatları üzerine
resmen müsaade edilmiştir.” (TBMM Gizli Celse Zabıtları, C.I,s.333-336)

Sovyetler’de bu gerçeğin farkında olarak Atatürk’ü bir burjuvazi milliyetçisi olarak görüyordu.

Fakat Sovyet Rusya’sı, Batı Ülkelerin sömürgesi altında yaşayan Müslüman ülkelerin Atatürk’ün bu devrimden esinlenerek baş kaldıracağını, böylece Batı Ülkelerinin bu sebeple zayıflayacağını umuyordu. Böylece Sovyetler Birliği Avrupa’daki komünist ideolojisini  yayma faaliyetlerine hız kazandırabilecekti.

Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye yaptığı yardımlar olduğu inkar edilemez, fakat buradaki yardımlar sınırlı idi ve ince hesaplanmış siyasi bir stratejinin bir parçasıydı. Atatürk bu stratejinin farkında olarak ülkesinin aleyhine kullanmayı bilmiştir.

Lenin, Atatürk’ü bir “Burjuvazi Milliyetçisi” olarak görüyordu ve komünistlerin iddia ettiği gibi hiçbir zaman bir Atatürk ve Lenin dostluğundan söz edilemez.

Atatürk Türkiye Cumhuriyeti ve Komünist Sistem

Faşizm, ırka dayalı bir devlet modelidir. Şeriat, dine dayalı bir devlet ve yönetim şeklidir. Komünizm; dini ve inancı benimsemeyen, işçi sınıfına dayalı bir devlet modelidir. Laiklik ise, devlet ve din işlerinin ayrı tutularak yönetilen ve her türlü inançtan insanların eşit görüldüğü bir devlet modelidir.

Atatürk; laik bir devlet kurmuştur, bu da onun siyasi görüşünü temsil etmektedir. Buradan komünistlerin Atatürk’ün komünist olduğu iddiasının asılsız olduğu anlaşılmaktadır, çünkü Atatürk isteseydi komünist bir devlet kurulabilecek bir kudrete sahipti. Fakat Atatürk’ün hayalindeki modern Batılı bir devlet modeliydi. Bugün baktığımızda, Batılı ülkeler bir yana, Güney Kore, Japonya, Tayvan gibi Asya ülkeleri dahil demokrasiyi benimseyen devletlerin yüksek bir refah içerisinde oldukları görülmektedir.

Komünist Kuzey Kore, Çin Halk Cumhuriyeti (Çin Komünist Partisi) gibi ülkelerin diktatörler tarafından yönetilen ülkeler olduğunu görmekteyiz ve hatta komünist camia tarafından övgülere nail olan Küba’nın da, eşit fakirlikten başka bir şey getirmediği de çok açık.

Tabi burada hala devam eden Komünist Çin’in Uygur Türklerine yaptığı zulmü, geçmişte Ahıska Türklerinin ve Kırım Türklerinin Sovyet Rusya tarafından gördüğü zulüm ve Kızıl Bulgar Komitacıların Bulgar Türklerine yaptıkları zulmü de göz önünde bulundurmak lazım.

Atatürk gibi bir devlet adamının doğru bir sistem seçtiği ve bu sistemin Atatürk’ün kendi düşüncesi ve ülkemizin kültürel yapısına uygun olduğu aşikardır. Tarihe baktığımızda hiçbir Müslüman ve Türk halkının komünizmi kabul etmediği ve onu reddettiği açıkça ortadadır. 19. yüzyılda Hitler, Mao ve Stalin gibi 100 milyondan fazla insanın ölümüne sebep olan diktatörlerin içinde Atatürk, Türk haklı için büyük bir şans olmuştur. Türk halkına da düşen, ülkemizi aşırı ideolojilerden korumak ve Cumhuriyeti ve laikliği muhafaza etmektir.

Almanya Trier, Karl Marx heykelleri (Foto: Hannelore Foerster / Getty Images)

Komünizmin Kara Kitabı’na göre, 20. yüzyılın komünizm devrimleri esnasında yaklaşık  100 milyon kişi ölmüştür. Bunlardan 20 milyonu Sovyetler Birliği, 65 milyonu Çin, 1 milyonu Vietnam, 2 milyonu Kuzey Kore, 2 milyonu Kamboçya, 1 milyonu Doğu Avrupa, 1,7 milyonu Afrika ve 1,5 milyonu Afganistan vatandaşıydı.

Komünizmin ortaya çıkmasının en büyük nedenlerden biri ise, 1859 yılında yayınlanan “Türlerin Kökeni” kitabıdır. Evrim teorisinin tezleri, insanları ilahi kudret ve inançlarından kopartıyordu. Komünist Parti, Darvin teorisinin hayatta kalma mücadelesinden etkilenerek, kendilerince bunun bir sınıf mücadelesi gerektirdiğini savundu ve “mücadele” kavramını benimseyerek ilerleyen dönemde Komünist Parti’yi yaymak ve gücünü sağlamlaştırmak için daima savaştan yana oldular. Ekonomik olarak herkesin eşit olması gerektiğini savundukları için hızlı bir şekilde birçok takipçileri oldu.

Komünist hareketin kendisi aslında, 19. yüzyılın Avrupa işçi hareketinden gelmekteydi. Teorik altyapısı ise Karl Marx’ın : “Das Kapital” ve “Komünist Manifestosu” eserleriydi. 1917 yılında, Rus Komünist Partisi’nin kurulmasından sonra, sırayla birçok ülkede komünist devletler kuruldu. Onlar kanlı devrimler ve şiddetli iç çatışmalar sayesinde dünyamızda kendilerine yer edindiler.

Güzel olanı hedeflemek ve orta yolu bulmak insan doğasında vardır, fakat komünizm; sınıflar çatışmasını, ateizmi, nefret ve kini dayatmaktadır. Bu ideoloji inancı, binlerce senelik kültürü ve gelenekleri yok etmiş ve bu da insanlığı bir felakete doğru itmiştir.

Marx’ın “Din halkın afyonudur” sözü çok meşhurdur ve birçok komünist tarafından benimsenmiştir. Komünizm dine, geleneklere ve ahlaki kurallara karşıdır, onlara göre insan gelişmiş bir hayvandan başka bir şey değildir, bu yüzden onlara karşı olanlarla hiç acımadan mücadele eder.

Türk halkı sıkı sıkıya dinine, örf ve adetlerine bağlı olduğu için, komünist bir devlet modelini asla benimsemeyecekleri aşikardır.

Evren Durmaz, Epoch Times TR


Bu makalede ifade edilen görüşler yazarın görüşleri olup Epoch Times’ın görüşlerini yansıtmamaktadır.

İlgili makaleler:

Türk Dünyasının Komünizm ile İmtihanı; 1. Bölüm: “Ahıska Türkleri”

Türk Dünyasının Komünizm ile İmtihanı; 2. Bölüm: “Kore Savaşı”

Türk Dünyasının Komünizm ile İmtihanı 3. Bölüm: “Bulgaristan Türkleri”

Türk Dünyasının Komünizm ile İmtihanı 4. Bölüm: “Uygur Türkleri”

Yorumlar kapalı, ancak trackbacks Ve pingback'ler açık.